Self/less: Bedenime Sahip Olabilirsin Ama Ruhuma Asla!

Hollywood ilk dönem filmlerinde başarı sağlamış yönetmenleri sipariş filmleriyle memur yönetmen olarak kullanmaya devam ediyor. Geçmişteki işlerinden dolayı seyircinin umutla baktığı yönetmenlerden biri olan “The Cell” ve “The Fall”un yönetmeni Tarsem Singh merakla beklenen yeni işiyle vizyondaki yerini aldı. Self/less yapımcıların yürüttüğü gizlilikle insanlarda merak uyandırsa da, beklentileri karşılayabilecek miydi? Sorunuza bir yazıyla yanıt vermeye çalıştık:

selfless

Öncelikle filmin konusuna bir göz atalım. Damian bencil ve zengin bir iş adamıdır. Kanser dolayısıyla ölüme çok yakındır. Gizemli bir şirketin kartıyla ölüme meydan okumaya karar verir. Bu şirketin teklifi basittir. Düşüncelerini yeni bir bedene transfer edip, yeni bir kimlikle yeni hayatına başlayacaktır. Ancak zamanla baş ağrıları çeken Damien, transfer olduğu bedenin benliğinden anılar görmeye başlayınca, aslında pis bir dünyanın içine adım attığını fark eder ve mücadeleye girişir.

Hikayemizden de anlayacağımız üzere çok da özgün bir senaryo olduğu söylenemez. Sinema dünyasında beden transferleri konusu çokça yer alan konulardan biri olmuştur. Hatta örneklendirmemiz gerekirse gişede pek iş yapmamış ve videoya düşmüş 1993 yapımı “Secret Contract” ya da 2008 yapımı “Human Contract”yine beden transferi sonucunda oluşan problemlere parmak basmıştır. Hatta ünlü oyuncu Paul Giamatti’nin 2009 yapımı bağımsız filmi “Cold Souls” da benzer bir konuya ruh transferine odaklanarak diğer örneklere göre orijinal bir hikaye anlatarak hatırı sayılır bir başarı elde etti. Buradan anlayacağımız gibi daha önceki filmlerin net başarısının olmaması sebebiyle bu konu hakkında bir film daha çekilmeye karar verilmiştir.selfless-3

İşte bu noktada başarıya endeksli bir sinemaya piyasasında mantıklı bir hikaye kurma arayışı sekteye uğrayarak, iskambil kağıtlarından bir kule inşa edilmeye çalışılmış. Filmin başında verilen karakter dinamizmi ve iç dünyası, Hollywood kurallara entegre etme arayışı ve karakterin film içinde ilerleme kaydetmesi pahasına yıkılmaya çalışılmış. Bu zayfı iskambil kule yanlış davranış seçimleri ile yıkılmış. Ryan Reynolds’in verilen metni düz bir şekilde oynayarak derinlik katamaması, yönetmen Tarsem’in bu noktada hızlı kurgu seçimleriyle filmi iki boyuta indirgemesi sonucunda vasat bir filmden öteye gidememiş maalesef.

Buna rağmen filmin kurgusundaki akıcılık sayesinde ortalama seyircinin beklentisini az da olsa karşılayabilecek bir filme dönüştüğü gerçeği de hesaba katmak gerekiyor. Fakat bu da Tarsem Singh filmografisindeki zayıf halkalardan biri olmasını engelleyememiş görünüyor.selfless (1)

Filmdeki diğer oyunculara göz atalım. Çoğu izleyicinin “Under the Dome” dizisinden tanıyabileceği Natalie Martinez kimilerince anaç tavrıyla takdir toplasa da, bana göre karakterin değişimlerinde sınırlı tepkileriyle rolünün hakkını veremiyor. Özellikle kocası ile Damien ikilimi arasında kalırken sığ oyunculuğuyla filmin zayıf halkalarından biri olarak dikkat çekiyor. Ben Kingsley ise sanki rolünü ezberleyip, ben paramı alıp gideceğim mantığıyla her zamanki oyunculuğunu bu filme de yansıtmış, ekstra bir çaba gösterdiğini söylemek güç gözüküyor. Filmin belki de en iyi oyuncusu diyebileceğimiz Matthew Goode, tekinsiz bakışları ve karizmasıyla filmin gerilim yükünü tek başına üstlenerek filmin artısı olarak öne çıkıyor.

Sonuç olarak çok fazla beklentiyle gidilmediğinde anlık keyifler yaşayabileceğiniz vasat bir film Self/less… Muhtemelen filmden çıktığınızda filmin etkisi zamanla hafızanızdan çıkıp gidecektir. Vizyonda iyi bir film olmadığı takdirde denenebilecek, aksi takdirde zamanınızın ne kadar değerli olduğunu sorgulayabileceğiniz bir aksiyon – bilim kurgu sizleri bekliyor.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın