Selim Evci Röportajı: İki Çizgi

Bu yıl Altın Portakal Film Festivali’nde yarışacak olan bağımsız türk filmi İki Çizgi’ye geçtiğimiz günlerde bir giriş yapmıştık. Venedik’te dünya prömiyerini yapan filme, dünya sinema çevrelerinden çok olumlu eleştiriler gelmişti. Filmin yalın dili ve akışkan yapısı Antonioni’yle kıyaslanmıştı. İşte bu filmin yaratıcısı Selim Evci ile Bakınız.com olarak, eposta aracılığıyla röportaj yaptık. Kısa filmcilikten gelen Selim Evci’nin ideali, uzunmetrajlı film çekerken de kısafilm çeker gibi; hem maddi hem manevi bağlamlarda bağımsız olabilmekmiş. İki Çizgi filmiyle bunu başardığını ifade ediyor. Samimiyet ve gerçek hayata bağlılığın bir filmi iyi yapan önemli öğeler olduğunu söyleyen Evci, İki Çizgi’yi anlatırken kısafilmciliği, örnek aldığı yönetmenleri ve dünya sineması kavramı hakkındaki görüşlerini de bizlerle paylaştı. Kendisine buradan tekrar teşekkür ederek sorularımızı ve yanıtlarını olduğu gibi yayınlıyoruz.

Filminizi henüz izleme fırsatımız olmadı. Ama tanıtımları üzerinden, Türkiye sinemasında örneklerinin çoğalmasını dilediğimiz sadelikte bir film izleyeceğimiz hissine kapıldık. Nasıl oluştu filmin fikri?

Teşekkür ederim. Filmin fikri, gözlem, sorgulama, ifade etme gibi ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıktı diyebilirim.. Aslında öğrencilik yıllarında yazmaya başladığım bir senaryoydu. Uzunca bir süre bekledi bu süre içerisinde. Sürekli güncellendi hikaye ve sonunda perdeye ulaşabildi.

Uzmanlığınızın kısafilm olduğunu söylersek yanlış olmaz. İki Çizgi’yi çekerken, kısacı kimliğinizden gelen disiplinler neler kattı filme?

Uzmanlık fazla bir ifade olur. Fakat kısafilmi çok seviyorum, uzunca bir süredir de aktif olarak ilgileniyorum. Benim idealim kısafilm çeker gibi uzunmetraj çekebilmekti hep. Burada bağımsız olabilmeyi kastediyorum. İki Çizgi’de bunu başardık; her yönüyle özgür bir film oldu. Buradan şu sonuç da çıkabilir. Kısafilm uzun filme göre daha mı özgür? Bir genelleme ile baktığımızda, kesinlikle evet.

Filmin künyesine baktığımızda, her yerinde sizin isminizle karşılaşıyoruz. Neden her işi kendiniz yapmayı tercih ettiniz?

İşte bu kısafilmden gelme bir alışkanlık. Kısafilm çekenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktir. Her aşamasını çok seviyorum film üretiminin ve keyif almak için kendim ilgileniyorum. Yapım sonrası, özellikle kurgu inanılmaz heyecan verici. Bu yüzden uzun sürdü İki Çizgi’nin kurgusu, bir türlü vedalaşamadım filmle ve sound editini de kendim yaptım.

Bir röportajınızda dünya sinemasını hedeflediğinizi söylemişsiniz. Bu cümlenizi biraz açabilir misiniz? Dünyada kabul gören belli kalıplar mı var?

Dünya sineması derken, filmimi dünya seyircisine ulaştırmak istediğim anlamında söyledim. Yani çok sayıda insana ve farklı kültürlere ulaşabilmek… Bunun içerisinde Türkiye de var tabii. Hiçbir zaman şöyle bir film yapayım, şu kalıpta olsun diye düşünmedim.

Son yıllarda dünya sinemasında kırsalda yapılan filmlerin 1-0 önde başladığı gibi bir görüş var. Buna katılıyor musunuz?

Bilmem, belki bu tür filmler insanların içlerindeki şehirden kaçma duygusunu harekete geçirdiği için fazla ilgi görüyordur.

Beğenmek ve örnek almak arasında bir fark olduğunu kabul edersek; örnek aldığınız yönetmenleri öğrenebilir miyiz?

Çok var; Kieślowski, Kubrick… Sinema kitaplarında yazan ve beğendiğim tüm yönetmenlerden bir şeyler çıkartmaya çalışırım.

İki Çizgi’nin Antonioni’nin sinemasıyla kıyaslanması sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Gurur verici. İtalyan eleştirmenlerin ifade ettiği bir şey bu. Benim için çok erken olduğunu söyledim; fakat bir yandan da çok etkilendim.

Şehirden çıkışın – kaçışın çekiciliği sizce nereden geliyor?

Şehirlerin bunaltıcılığından ve insanın doğalına kavuşma isteğinden… Benim için bir halk otobüsünün egzozundan çıkan koca, siyah duman yeterli oluyor bazen.

Bir sonraki filminizin rotası tersi yönde olacakmış. Rotadaki bu değişiklik hikayeye ne ölçüde yansıyacak?

Kırsaldan kente bir yolculuk olacak. Yine bir kadın-erkek ilişkisi var yüzeyde… İki film arka arkaya izlendiğinde yepyeni bir üçüncü film duygusu yaratabilir. Müzisyen bir çocuğun ve kızın hikayesi olduğu için, ikinci filmde müzik çok önemli olacak.

İki Çizgi’de hangi noktalara ağırlık verdiniz? Neden?

Modern Türkiye, modern olmaya çalışan Türkiye, gelenekleriyle birlikte modern görünmeye çalışan Türkiye ve onun önemsenmeyen meselelerini anlatmaya çalıştım.

Sizin açınızdan bir filmi iyi yapan ögeler nelerdir? İki Çizgi’yi bu doğrultuda nasıl eleştirirsiniz?

Samimiyet, gerçek hayata bağlılık… Bu iki unsurun İki Çizgi’de olduğunu düşünüyorum.

Seyrederken, beğeniyle karışık “bunu ben çekmeliydim” duygusuna kapıldığınız filmler oldu mu?

İlk aklıma gelen Taxi Driver. Ama bu tür bir duygu sonrasında genelde hırslanıyorum ve hemen bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Kendimi geliştirip bir an önce öyle bir film çekebilmek için.

Filmin çekimleri ne kadar sürdü? Kurgu için 6 ay çalışmışsınız. Her zaman titiz çalışan bir yönetmen misiniz?

Kurgu çok keyifli olduğu için… Bir de ilk filmlerle kurguda vedalaşmak çok zor oluyor. Çünkü dönüşü olmaz bir yolculuğa çıkıyor film. O odadan çıktığında bu da çok büyük bir sorumluluk ve sizin ilk filminiz. İkinci bir şans olmayabilir.

Altın Portakal’ın adaylarındansınız. Geçen sene Yumurta sade üslûbuyla diğerlerinin arasından sıyrılmıştı fakat jüri çok eleştirilmişti. Sizce bu seneki jüri üzerinde bu konuya dair bir baskı olacak mıdır?

Jüri kararları hep tartışılır, çok fazla büyütmemek lazım. Filmlerin değerini en iyi, zaman belirler.

Yorum Gönderin