Cumartesi akşamı İstancool Sanat Festivali etkinlikleri kapsamında Vakko Moda Merkezi’nde önemli konukları dinleme fırsatı buldu istanbullular. Ali Tuzcu bakınız için izlenimlerini bizimle şu yazıda paylaşmıştı.
Aynı gün, etkinlikler arasında Tilda Swinton ile Serra Yılmaz’ın soru cevapları vardı. Hemen sonrasında mikrofonumuzu Serra Yılmaz’a uzatma fırsatı bulduk. Türkiye’nin uluslararası çapta pek çok başarılı yapımda oyunculuk yapmış Serra Yılmaz’a İstancool’da olup bitenleri, Swinton ile neler konuştuklarını, Türkiye Sineması’nın gidişatını, kendisine gelen ve gelmeyen projeleri sorduk. Bu deneyimli oyuncunun anlattıkları çok önemliydi.
Aşağıda bu söyleşiyi izleyebilir ya da videonu hemen altında Serra Yılmaz’ın anlattıklarından alıntıları okuyabilirsiniz.
Serra Yılmaz İstancool Festivali’nde bakiniz’in sorularını yanıtladı
Serra Yılmaz: Organizasyonu ilginç buldum; çünkü genelde kısa süre içinde çok yoğun bir program… Hep birlikte görmeye alışık olmadığımız bir grup sanatçı var. Görsel sanatçıdan müzisyenlere, oyunculara, festival yöneticilerine, değişik bir kompozisyon… Bu açıdan benim çok hoşuma gidiyor; çünkü ben sadece benim mesleğimin sınırında kalmayı çok seven biri değilim. Mesela çağdaş sanat beni çok ilgilendiriyor. Sophie Calle benim ayrıca zaten arkadaşım. Burada olmasından ve böyle bir şeye katılmasından ötürü çok memnunum. Onun için İstancool hakikaten keyifli bir festival.
TILDA SWINTON İLE NE KONUŞTULAR?
Tilda benim hayran olduğum meslektaşlarımdan biri ve en iyi söyleşinin gerçek bir konuşma olduğunda hemfikirdik ikimiz de. O nedenle çok formel bir soru- cevap, bir röportaj gibi değil; ‘birbirimizle konuşalım, sahneye çıkalım bakalım, ne geliyorsa bırakalım kendimizi’ diye anlaşmıştık. Benim kafamda bir – iki tane sormak istediğim şey vardı; ama onun dışında pek bir şey yoktu. Yani (sohbetin) gelişmesine göre nasıl gelişirse öyle devam ederiz diye… Bence çok keyifli bir söyleşi oldu. Sanıyorum Tilda da oyuna çok güzel adapte oldu, bu konuşma sohbet havasına… Gerçek bir şeydi en azından.
TÜRKİYE SİNEMASI
Türkiye sinemasının pek fazla algılanmadığını düşünüyorum; çünkü netice itibariyle bu ödüller tabi ki iyi bir araç oluyor türk sinemasını tanıtmaya; ama onun dışında çok fazla bir varlık olmuyor her zaman. Mesela İtalya gibi bir ülkede türk sinemasını, birkaç filmle yeni yeni keşfediyorlar. Fransızlar bu konuda biraz daha meraklılar, Cannes nedeniyle biraz daha ilgililer. En azından sinefil diye tanımlayabileceğimiz seyirci… ama bu ödüllerin öyle bir katkısı, yararı var.
Türk sineması kendi sanayisi olmayan, kendi ulusal sinema merkezi olmayan, genelde kendi devleti tarafından desteklenmeyen bir sinema… bu bir kere, büyük bir dezavantaj. O nedenle sinemaya yeni bir dil oluşturma ve sadece sözle değil görüntüyle bir şey anlatma yeni yeni gelişmekte. Çünkü bir film ne kadar az gevezeyse seyircisine o kadar kolay ulaşıyor. Geçen sene yapılan filmlere baktığımda sürüyle tanımadığım, hiç duymadığım isim var. Bu çok sevindirici bir şey. Dolayısıyla, tüm bu kösteklere rağman –destek yok, köstek var – bir sürü insanın film yapma konusunda inatçı davrandığını görüyorum. Bence sevindirici olan bu.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ / İNTERNET SANSÜRÜ
Bence ifade sorunu içselleştirilmiş bir şeydir Türkiye’de. Belki de belirli konulara çok fazla değinmiyoruz. Bu, şu anda fiilen bir sansür olduğundan değil… Bizim zaten, çocukluğumuzdan beri bazı tabu konulara değinmemeye alışık olduğumuzdan, içsel bir sansürümüz var. Şöyle söyleyeyim… ‘Aman sansürümüz eksik olmasın, daha iyi ifade biçimleri bulalım’ gibi bir derdim hiç yok. İnternet yasaklarını çok vahim buluyorum; çünkü bunlar sadece internet yasağı değil, büyük bir paketin parçası. Dolayısıyla da demokrasi açısından internet yasaklarına karşı yapılan yürüyüşe adayların, özellikle blok adaylarının katılmamasını büyük bir sorumsuzluk olarak görüyorum. İçimden oy vermek gelmiyor onlara. Çünkü demokrasinin gereği nedeniyle onların orada bulunması gerekirdi. Bunun, çok büyük bir paketin parçası olduğunu anlamaları gerekiyordu; çünkü demokrasi denilince sadece sol yumruk havada dolaşmak değil, bu esas haklardan biri… ve buna katkı vermemelerini ben çok şoke edici buldum. O yürüyüşü apolitik bir yürüyüş olarak görüp tanımlamaları, benim gözümde hiçbir şey anlamadıklarının işaretidir.
‘NAR’ ve YENİ PROJELER
‘NAR’ı bitirdik, Ümit Ünal ile. Söyleşide Tilda’ya söylediğim, imkansızlıklar nedeniyle 15 günde çektiğimiz film… Ama değdi. ‘Nar’ gibi projeler oldukça ben çeviri ve başka tuhaf işler yaparak hayatımı kazanmaya razıyım; çünkü çok inandığım ve güzel bir projeydi. Bakalım hangi festival Nar’ı kabul edecek ya da etmeyecek. Ya da beğenecek mi?
Sınırları zorlayan bir film değil; ama tek bir mekanda geçiyor, dört oyuncu var.
Şöyle söyleyeyim… Bana çok fazla senaryo gelmiyor. Bana gelen senaryoların bir kısmının, zaten senaryo yazılmadan önce de içinde olduğum oluyor. Aynen Tilda’nın anlattığı gibi. Yani fikri geliştirirken bir işbirliği başlamış oluyor. Diğerlerindeyse, senaryonun beni heyecanlandırması lazım…
Şöyle de bir şey var… Ülkemizde yönetmenlerde bir hayal gücü kısıtlılığı var. Sizi bir kere hizmetçi görüyorlar, on tane hizmetçi teklifi geliyor. Hoş bir şey değil. Biri de ‘bir nazi subayı oyna’ demiyor. Halbu ki çok iyi oynarım. Bir de ben, karakter oyuncusu diye tanımlanan türde bir oyuncuyum. Yelpazem geniş ama birbirlerinden sürekli kopya çekme durumundalar (yönetmenler). O yüzden de çok birbirine benzeyen şeyleri yapmayı istemiyorum. Ben risk almaya hazırım ama risk almaya hazır fazla yönetmen yok. CV’sinde bir şey olmamasının hiçbir anlamı yok benim için. Belki de çok büyük bir deha çıkacak. Belli mi olur?
—–
Fotoğraflar: Ali Güler
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.