Sevmek Zamanı: Fuzuli ile Yeşilçam

Misafir Yazar: Kübranur Ayar

Bazen bir şiirden tek bir satırı alıp bir yere yazarız. Şiir içinde satırın yeri fazla etkileyici, vurucudur ama o satırı tek başına okuyunca aynı anlamı vermez. Satır tek başına değil, şiirde iken güzeldir. Ayetler de böyledir esasen. Nüzul sebebini öğrenmeden, bir önceki ve sonraki ayeti bilmeden yorumlamak doğru olmayabilir. Bir adım daha ileri gidip, her biri bir ayet olan insanların da aynı şekilde olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanlar ve hayatları… Biz o yaşam öyküsünün bir kısmını sinemada izler ya da kitapta okuruz. Belki bunlar da yetmez, ne anladığımızı anlatmaya çalışırız. Ben bu çabayı tek bir satıra bakarak şiiri anlamaya çalışanlara benzetiyorum. Bu filmdeki Meral ile Halil’i bir buçuk saatlik sinemada sayılı sahneleri izleyerek anlayamayız zannımca. Meral ile Halil’in anlatısı bir şiir ise ben o şiirin tek satırına bakıyor, onu yorumluyorum şimdi. İşte bu yüzden bir izleyici daha benzer şeyler söylemiş film ile ilgili: “-hakkinda bir takim yorumlar yapiyorsunuz, yapmayin.” Bunu yazan izleyiciden özür dileyerek, o tek satırı olsun daha iyi anlamak için filmden bahsetmeye çalışacağım.

“Sevmek Zamanı” 1965 yapımı, Yeşilçam’ın siyah-beyaz filmlerinden. Filmin yapımcısı Metin Erksan. Oyuncuların ses tonu, konuşma üslubu ve giyinişleri, eskilerin deyişiyle “nev-i şahsına münhasır” Bu iklimlere benzemeyen bir havaları, anlamlı tavırları var. Filmin yönetmeni ile yapımcısı aynı kişi ama bana kalırsa film baştan sona Fuzuli’ye ait. Onun iki satırına,

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır”

Bir boyacı olan Halil boyamaya gittiği ada evinde Meral’in resmini görür ve resmine âşık olur. Bir yıl boyunca her gün eve gidip Meral’in resmini seyreder. Sonbaharda bir gün Meral arkadaşlarıyla adaya gelince Halil’i resmini seyrederken yakalar. İlerleyen zamanlarda Meral Halil’i sevecek ama Halil Meral’in resmi ile Meral arasında bocalayıp duracaktır. Filmin ilerisi Halil’in aşkının seyr-i sülûk hikâyesidir aslında.

Filmin başında bir uyarı var. Uyarı dediğim ince bir ayrıntı esasen. Meral, Halil’in ustası ile paylaştığı eve gidince ustaya “renkleri çok güzel seçmişsiniz” der. Ama izleyiciler o renkleri seçemez çünkü film siyah-beyazdır. Benim bir izleyici olarak filmin çekildiği yerde olan ama ekrandan göremediğim renkleri merak edişim, filmde izlediğimin ötesinde görülmeyen mesajlar olduğunu da hatırlattı bana. Henüz başından, “bu filmi film izler gibi izlerseniz, renkleri seçemezsiniz” demekteydi film.

Meral Halil’e merakla sorar: “neden her gün gelip resmime bakıyorsun?” Halil film boyunca bozmadığı düşünceli ve dalgın yüz haliyle cevap verir: “Çünkü gülümseyerek bakıyordu bana. Resmini ilk gördüğümde elbiselerim kirliydi, sakallarım uzamıştı ama resmin yine de dostça bakıyordu. Ve ne olursa olsun hep sevgiyle baktı. Değişmezi bulmuştum artık.”

Meral sık sık “ama o resmin gerçeği benim, ben de sevgi dolu bakmak istiyorum sana” deyince, “resminle benim aramdaki bir durum seni ilgilendirmez” deyip kızıyordu Halil resmin sahibine. Resmin asıl sahibinin kendisi olduğunu düşünüyordu elbet.

Halil’in durumu bir hâl aslında. Aşk halinde bulunan bir adam Halil. “ben resminde değişmezi buldum, ne olursa olsun sevgiyle bakıyordu bana” deyişindeki “değişmez” üzerinde durmak gerekiyor biraz. Dervişlikte bir mertebeye gelenler için artık kişiye iyilik yapan ile kötülük yapanın bir farkı kalmaz, ikisine de aynı gözle bakılır. Halil’in “ben ne yaparsam yapayım resmin bana hep aynı gözle bakıyordu” deyişinde dervişane bir arayış saklı bu yüzden.

Bir yere bakarken seyre dalmak, bakakalmak… Halil’in resmi seyrettiği sahnelerde aklıma Bab’aziz filmindeki prensin göleti seyre dalması geldi hep. O filmde de prens normal meşgalesinde, çadırında otururken biranda ortalıktan kayboluyordu. Daha sonra onu sudaki aksini seyrederken bulmuşlardı. Aynı şekilde Halil normal işinde gücünde iken, boyacılık yapacağı evde Meral’in resmine rastladı ve resmi izledi aylarca. Derviş masalındaki prens de Halil de birisi seslenince duymuyor, gözü başka tarafa kaymıyordu. İkisi de başka bir nesnede “kendi aksini” seyre dalmıştı.

Filmin ilk bakışta temel sorusu şu aslında: “bir fotoğrafın yansıttığı şey ya da bir insanın ona atfettiği özellikler, o insan için fotoğrafın kendisinden daha önemli olabilir mi?” Soruyu bize sorarken Halil bir yandan evet cevabını veriyor ve hal diliyle “aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip” diyor. Meral ile konuşmak istememesi bu yüzden. Meral ona “ellerini tutmak istiyorum” deyince “senin ellerini tutmak istemiyorum sonra çekersin ellerini benden, oysa resmin bana hep sevgiyle bakıyor” diye cevap veriyor.

Meral filmin birçok yerinde Halil ile konuşma hevesinde ama üzülerek söylüyor: “ona olan aşkımdan haberdar değil, varlığım bile onun için belli belirsiz.” Meral’in varlığı ve Meral’in resminin varlığı… Halil bu ikisi arasında sıkışıp kalmış durumda. Resimden gözünü alamıyor, bir yandan da Meral’i düşünüyor. Bu belirsizlik durumu, varlığının bile belli belirsiz oluşu “resmin aslı bile gelip gidiyorsa sabit olan nedir o halde?” sorusunu sordurtuyor.

İnsan gözüne sayısız ışın gelir ve beyin bu kesikli verileri birleştirerek görüntü haline getirir. Gördüğümüz her şey bir var bir yoktur esasen. Gördüklerimiz bir gidip bir gelirken bizim onları kesintisiz görüşümüz biraz da yanılsama sayılabilir. “Bu sefer baktım ama görüntüyü belli belirsiz fark ettim” diyen insan hem var hem yok halini, maddenin ardındaki gerçeği de anlamış olur bu deyişiyle.

İşte Halil’e göre Meral’in varlığının belli belirsiz oluşu, resmi hep yanında iken kendisinin bir gelip bir gitmesi, mutlak varlığı sorgulatır bize. Göz vardır ama görüntü gelip gidiyordur, beyin boşlukları algılamaz. Meral’in resmi vardır, ama Meral gelip gidiyordur.

Halil’in fark edip, normal insan gözünün fark edemediği şey, bir “kandırmaca”. Halil düşünüyor ki Meral’in resmi ona hep sadık, ama Meral değişebilir. Mutlak değişmezi bulmuşken, değişebilecek olana alışamıyor Halil.

Filmin ilgi çeken bir yanı da sonbahar aylarında çekilmiş olması. Arka temada hep yağmur, rüzgar ve soğuk hava var. Sırf sonbaharda geçmesi sebebiyle bile yaz şarkıları, yaz filmleri, yaz aşkları diye anlatılan malayani telaşlardan ayrı bir yere koymak gerekir filmi. Surete aşık olmanın ve aşk derdiyle hoş olmanın filmi.

Film bir erkeğin bir kadını sevmesi mi? Hayır. Severken düşünceli görünmesi mi? Yine hayır. Bu film bence filmde anlatılmayanların ve defalarca kez ‘doğamamış filmlerimizin’ hikâyesi. Anlatılacakların son ama anlatılmayacakların ilk basamağı yani.

Halil, Meral’in resmine bakarken öyle dalıyor ki ona seslenen kimseyi duymuyor. Halil’e, Meral’in resmine olan aşkını da kapsayan daha büyük bir sevgi sunulsa, bakışı değişmeyen o resmin hangi hakikatten kopup geldiğini de anlayacaktır. Yaratıcının “el-basîr” ismi ile tanışsa, bu sefer elbet o aşkta fani olacaktır.

Halil’in resme her gün gidip bakması bize bazı tasavvuf kollarında yaygın olan “rabıta” metodunu da hatırlatıyor. Bıkmadan, usanmadan, saatlerce ve mahcup bir tavırla resme bakıyor âşık. Gördüğü bir suret mi oluyor yalnızca? Belki Halil, Meral’in resmine bakarken benim basamaklaştırdığım bu anlatıların hepsini geçmiş, aşk ‘hal’inde başka makamlardan seyrediyordur resmi, bilemeyiz. Hep aynı hüzünlü ifade ile, gerçeği var iken Meral’in resmine bakıyor olması “o resimde ne görüyor peki?” sorusunu yanıtlayamaz aksi halde.

Yazının başında ifade ettiğim gibi, âşık “el çek ilacımdan tabip” derken biz stajyer hekim sanıp kendimizi, Halil’i teşhis etmeye kalkmışız. Bir şiirin bir satırına vurulmuşuz. Filmde Halil adı ile temsillenen Haliller ise şiirin tümünü okuyanlar olmuş.

Filmin olay örgüsünü ve sonunu bilerek anlatmadım. En az bilgi ile aktardım gördüğümü. Filmden izlediğimi değil, ‘duy’duğumu anlatmaya çalıştım.

“-film hakkında bir takım yorumlar yaptım, özür dilerim.”

Yorum Gönderin