Soderbergh tam bir dahi! Evet, bu kadar net bir cümleyle başlıyorum yazıma çünkü sinemasını en sevdiğim ve en ayrıksı bulduğum yönetmenlerden birisi kendisi. Dahi olduğu konusunda birçok kanıt bulabilmek mümkün; hatta birçok eleştirmenin bu konuda hemfikir olabileceği noktalar mevcut. O da her yönetmen gibi kendi öyküsünü belirliyor ve bu öykü üzerinden filminin senaryosunu ve kurgusunu oluşturuyor. Her şey buraya kadar aynı, ama Soderbergh’in sinemaya olan yaklaşımı onu diğer yönetmenlerden ayıran en önemli unsur haline dönüşüyor.
Soderbergh filmlerini oluştururken bir sosyolog duyarlılığı kullanıyor ve bunu birçok filminde görmek mümkün. İnsan ilişkilerini evrensel bir boyuttan ele alırken, karakterlerine yüklemiş olduğu derinlik filmlerindeki en büyük doğallık öğesini oluşturuyor. Bu sosyolog duyarlılığından bahsederken bunu bütün filmlerinde özellikle ön planda tuttuğunu söylemek mümkün değil çünkü Soderbergh’in filmleri sınıflandırmalara oldukça müsait. Soderbergh’in belli filmleri (Ocean’s serisi) seyircinin dikkatini çekmek üzerine kurulu popüler filmler, diğer taraftan bazı filmleri (Girlfriend Experience, Full Frontal vs.) toplumsal açıdan ilişkileri inceleyen daha az “popüler” eserler. Bu iki farklı tarzını da birleştirdiği filmlerini de görmek mümkün Soderbergh’in (The Traffic, Sex,lies and Videotape). Dolayısıyla Soderbergh’in bazı filmlerinin popüler sinemayla koşut giden ama toplumsal bir duyarlılıkları da olan eserler olduğunu söylemek mümkün. İlk filmi olmasına rağmen Seks Yalanları da bu sosyolog bakış açısını içinde barındıran “popüler” bir film.
Aslında Seks Yalanları’nı izlemeden önce filmin hiçbir şekilde popüler bir yanı olmayacağını düşünmüştüm ama Soderbergh beni her zaman olduğu gibi şaşırttı. Popülarist bir tavrı olmayacağını düşünmemin nedeniyse; genelde yönetmenlerin ilk filmlerinde en radikal tavırlarını sergiledikleri gerçeğidir. Daha net söylemem gerekirse ilk filmlerin yönetmenlerin sinema algılarını en kişisel biçimde kullandıkları filmler oldukları bir gerçektir ve bu da yönetmenin popülarist bir biçim kullanmasını bir ölçüde engeller. Ama burada ilk filmi Cannes’da Altın Palmiye alan bir yönetmenden bahsederken beklediğimin dışında bir şeyle karşılaşmam oldukça doğal aslında.
Video Kaset 1: Ann Bishop Mullany ve Terapisti
Ben… Ben bütün bu çöplere ne olacak diye kaygılıyım. Yani o kadar çöp var ki. Anlıyor musun? Sonunda bunları koyabileceğimiz yer kalmayacak… Anlarsın, geçen gece John çöpü dışarı çıkarıyordu ve sürekli konteynırın dışına bir şeyler döküyordu bu da bana Çöp üreten çöp tenekesi gibi bir şey hayal etmeye başladım. Durmuyordu, ha bire çöp üretiyordu. Çöplerde sürekli taşıyordu.
Film, diyalog bağlamında Ann’in terapistine saplantılarını anlatmasıyla başlıyor ve daha bu sahnede Soderbergh izleyicisini etkilemesini başarıyor. Ann aslında tipik bir “Amerikan” burjuvası yani bir anlamda Amerikan Rüyası kavramına ulaşmış bir figür. Kocasıyla gayet büyük bir evde yaşıyorlar ve Ann terapiste gidebilecek kadar zengin vs. Dolayısıyla daha filmin başında Soderbergh bize filminin öyküsüyle ilgili büyük ipuçları veriyor: varoluşsal bunalımlar yaşayan bir ev kadınının saplantıları.
Neyse… Mutlu olmak da öyle ahım şahım bir şey değil. Yani, en son gerçekten mutlu olduğum zaman o kadar şişmanladım ki.
Evet bütün bu diyaloglara baktığımızda gördüğümüz belki de en önemli şey Ann’in varoluşsal sıkıntıları olduğu. Bu açıklamayı ilk bakışta abartılı görmeniz kuvvetle muhtemel ama varoluşsal meselelerin ya da sorgulamaların belli bir düzeyin üzerinde zengin olmak üzerine kurulu olduğu bir gerçek. Kaldı ki Ann, film boyunca maddi dertleri çok fazla olmayan bir kadın olarak çiziliyor bize. Yani Ann’in ilk bakışta basitçe “burjuva saplantıları” diyebileceğimiz yönleri derine inildiğinde “varoluşsal sorgulamalar”a dönüşüyor.
Terapist ve Ann arasındaki diyalog seyircinin Ann hakkında belli bir fikir edinmesine oldukça büyük bir katkıda bulunuyor ve bir anlamda öykünün Ann üzerine kurulu olacağının haberini veriyor bize Soderbergh. Çöp kavramıyla ilgili düşünceleri Ann’in tüketim toplumunun trajik sonu üzerine endişelerinin bir anlamda metaforik bir yansımasıyken; mutlu olmak üzerine düşünceleriyse “burjuva tatminsizliği” üzerine sorgulayıcı tavrını gösteriyor. Bu iki öğe birleştirildiğinde Ann karakterinin hem çok tipik bir amerikan ev kadını olduğunu düşünme şansımız oluyor hem de saplantıları sayesinde bulunduğu durumu sorgulaması onu ayrıcalıklı kılıyor.
Bu ilk sahnenin diğer bir önemli noktasıysa habersiz gelen misafir öğesi oluyor ki filmin ilerleyen bölümlerinde bu nokta büyük bir önem kazanıyor. Ann’in kocası olan John’un eski bir arkadaşı Graham evlerine gelecekken John bunu Ann’e sorma gereği duymaz ve bu Ann ile John’un sarsılan ilişkisini bir anlamda daha da derinden etkilemeye başlar. Dışardan gelen yabancı fikri Amerikan sinemasında hep tehlikeli bir öğedir çünkü yabancı kara bir kutu gibidir ve içinden çıkacak olanlar ya Pandora’nın kutusundan çıkanlar gibi ya da Santa’nın çuvalından çıkanlar gibidir. İçinden çıkacaklar ne olursa olsun, bu bilinmezlik duygusu yabancıyı hep olumsuzlanan bir şeye dönüştürür.
Bütünde birinci video kasetimiz bize Ann’in kişiliği hakkında belli fikirler veriyor ve onu sadece tipik bir ev kadını olmaktan çıkarıyor.
Video Kaset 2: Ann Bishop Mullany ve Graham Dalton
-Graham. Bu pek duyulmadık bir isim.
-Evet. Evet… Galiba öyle.
-Annem tam bir İngiliz’dir. İngilizce olan her şey onun ağzını sulandırır.
İsimlerle oynamayı da unutmuyor Soderbergh çünkü isimler bir anlamda toplumsal kimliğimizi oluşturuyor. Onlarla hitap ediliyoruz ve etiketleniyoruz. Ann ve John tipik amerikan isimleri ve bu yüzden onları sistemin bir parçası olarak sunuyor Soderbergh bize. Evet, Ann varoluşsal meseleleri düşünen bir kadın ama yine de bunlar için eyleme geçebilecek kadar toplumsal duyarlılığı gelişmiş bir kadın değil. Ann için “toplumsal rolünü içselleştirmiş ama bir yandan da bir şeylerin ters gittiğinin farkında olan ev kadını” tanımlamasını kullanmak yanlış olmaz. Diğer taraftan kocası da bir avukatlık şirketinde çalışan tam bir “sistem adam”ı. İki karakterin isimlerine baktığımızda Soderbergh’in kullandığı bu isimlerin toplumsal duyarlılık kavramıyla sarmalandığını söylemek mümkün.
Graham ilk olarak çok duyulmamış bir isim ve bir mucidin ismi (bkz. Alexander Graham Bell). Bu açıdan daha ismiyle kafamızda çizilen bir Graham imgesi oluşuyor. Filmin ilerleyen bölümleri de bu yargıyı destekliyor. Yabancı olanla (Graham) tanıdık olanın (Ann) tanışması film içerisinde önemli bir rol tutuyor çünkü Ann ve Graham birbirleriyle gerçekten iyi anlaşıyor! Bunun en önemli nedeniyse Ann’in kocasıyla doğru düzgün bir iletişiminin olmaması ve Graham’in sosyalleşme adına iyi bir seçenek olması.
-Hiç televizyona çıktın mı?
-Televizyon mu? Yo, hayır.
-Neden?
-Sadece merak ettim.
Bu diyalog içerisinde Ann önemsenmiş hissediyor çünkü Graham kocasının aksine onunla iletişim kurmaya çalışıyor ve bu gerçekten filmin başlarında Ann ve Graham’in dostluğunun çok ileri boyutlara ulaşacağı hissini yaratıyor.
Bu video kasette tanıdık olan ve yabancı olanın dengesini veriyor Soderbergh bize ve belki de yabancının çantasındakileri göstermekten kaçarken merakımız biraz olsun kamçılansın istiyor.
Video Kaset 3: Graham Dalton ve John Mullany
– Nasıl bir yer aradığını bilmiyorum. Her yerde bir sürü daire var.
– Hayır, Ben…Şu an tek bir anahtarım var, biliyorsun, tüm malvarlığım arabada. Bu hoşuma gidiyor.Bir dairem olursa, anahtarlar iki olur. Bir iş bulursam, bir yerleri açmam ya da kapamam gerekebilir. Bu da daha çok anahtar demek. Bir şeyler alırım, çalınırlar diye korkup bir sürü anahtar daha alırım. Tek anahtarlı olmayı seviyorum. Bu rahat.
– Onları kaybedeceğim diye endişelenmen gereksiz. Daire tutunca arabadan kurtul. Hala tek anahtarın olmuş olur.
-Arabayı seviyorum. Anlamıyor musun?Araba önemlidir. Taşınabilir olmalısın.
-Gerektiğinde bir yerden aceleyle ayrılmak için mi?
-Evet, ya da bir yere hızlıca varmak için.
John: mükemmel bir avukat, zengin, evli, düzenli bir hayat… Graham: bir gezgin, gizemli, biraz İngiliz… Ann: mutsuz, zengin, frijit, depresif, saplantılı… Böyle bir masadan kimse İsa’nın son yemeğine benzemesini bekleyemez elbette. Amerikan rüyasının iki mükemmel temsilcisi tam bir kaybeden (!) olan Graham’a hayatını nasıl sürdürmesi gerektiği konusunda ders veriyor bu masada. Bu görevi üstlenenin John olduğunu söylemek daha doğru olsa da Ann’in de tamamen pasif bir rolde yer aldığını söylemek pek de mümkün değil.
John ve Graham beraber büyümüş insanlar ve dokuz yıldır birbirlerini görmemelerinden ve farklı yönlerde ilerlemelerinden sebep birbirlerine karşı bir çeşit yabancılaşma yaşıyorlar doğal olarak. John ideal bir Amerikan rolünde yaşayarak sistemin bir parçası olarak çıkıyor karşımıza. Graham hakkında çok fazla bir fikrimiz olmasa da onun sistemin bir parçası olmadığını bu video kasette daha net bir biçimde fark ediyoruz. John kendi rolü içerisinde Graham’a bakarken; Graham de bunun tam tersini John’un üzerinden gerçekleştiriyor. Dolayısıyla aralarında büyük bir kopukluk yaşanıyor çünkü ikisi de kendi yaşamlarında ters giden bir şeyler olduğu düşüncesine kapılmıyorlar hiçbir şekilde. Oysa Ann bir şekilde Graham’le iletişim kurabiliyor çünkü sorguladığı hayatı ve Graham’in bilinmezlikle sarılı hayatı arasında bir bağ kurmaya çalışıyor ve Graham onun için bir çeşit heyecan ya da meraka dönüşüyor.
Mülkiyet algısı olmayan bir gezgin olan Graham’in kafamızdaki imajı daha fazla karışıyor ve ilginç bir biçimde hakkında daha fazla öğrendiğimizde daha fazla bilinmezleşiyor Graham. Bu video kaset bize erkeklik iktidarını öne süren John’un Graham üzerinde bir etki yaratamamasını ve aralarında değişen ilişkinin artık eskisi gibi olamayacağını gösteriyor.
Video Kaset 4: Cynthia Patrice Bishop ve Ann Bishop Mullany
– Ee, doğum günü için anneme ne alacaksın?
– Bilmiyorum. Kart filan atarım.
– 50. doğum günü için bir kart mı?
– Evet, bunun nesi kötü?
– Pekala, bu kadın seni doğurdu. Bence ona şey…
-Kesecek misin? Tanrım!
– Sadece düşündüm, bilirsin, belki…
– Tamam, Ann. Tamam. Sen ona güzel bir şey bul, ben de yarısını ödeyeyim. Tamam mı?
– İyi. İyi.
Bu iki kardeşin arasındaki ilişki filmin iskeleti içerisindeki en önemli çatışmalardan birini yaratmayı başarıyor kendi içerisinde. Ann ve Cynthia’nın iki kardeş olması üzerine kurulu olan ilişki, ikisinin John’la olan ilişkisi üzerine kurulu daha çok. Bunun detaylarına değinmeden iki kardeşin arasındaki ilişkiye değinmeyi daha bahsetmeye değer buluyorum şimdilik.
Cynthia bir barmen ve aynı zamanda evini atölye gibi kullanıp ressamlık da yapıyor, yani kız kardeşinin tam aksine özgür bir hayat yaşıyor. Aralarındaki ilişki ister istemez çatışıyor çünkü Ann olaylara daha duyarlı ve duygusal bir yerden bakmaya çalışırken Cynthia daha benmerkezci bir tavır sergilemeye çalışıyor olaylar karşısında. Annelerine hediye almaları gibi bir mevzuyu kullanırken Soderbergh bunu rasgele bir tercih olarak yerleştirmiyor bu filme. Annelerine karşı olan tavırları iki kız kardeşin karakteristik özelliklerinin en önemli ipucuna dönüşüyor. Annelerine karşı Ann’in gösterdiği bağlılık yerine, Cynthia daha farklı bir tavır sergileyerek annesiyle yüzeysel olan ilişkisini yüzeysel bir biçimde sürdürmek istiyor. Bu çatışmadan sebep iki kardeş birbirleriyle ilişkilerini zayıf bir biçimde yürütüyor. Kaldı ki Cynthia’nın isminde de Soderbergh bu toplumsal kimlik sembolünü kullanıyor ve amerikan toplumunda görece daha az bulunan “Cynthia” adını kullanıyor.
Bu kaset bize iki kardeşin arasındaki iktidar mücadelesini gösterirken, John’la Cynthia’nın ilişkisi bu aşk üçgenini daha anlaşılabilir kılıyor.
Video Kaset 5: Cynthia Patrice Bishop ve John Mullany
İki kardeşin arasındaki mücadeleyi daha bütünleşik kılan olaysa John ve Cynthia’nın arasındaki ilişki oluyor biraz da. Bahsettiğim gibi Cynthia özgür bir kadın ama diğer taraftan Ann’in mükemmel (!) olan yanının altında oluşan bir ezilmişlik psikolojisi baş gösteriyor. Aslında bu mükemmel kavramını tam olarak bu noktada tartışmak gerektiğine inanıyorum.
Aslında Soderbergh’in filminin bütününde yaratmaya çalıştığı şeylerden biri de mükemmellik illüzyonunun kırılması. Filmin konusuna baktığınızda ya da karakterleri yüzeysel bir biçimde incelediğinizde Ann ve John mükemmel bir Amerikan aile portresi çiziyorlar ama diğer taraftan filmin içerlerine doğru ilerlendikçe bu mükemmel aile portresinin aslında un ufak olduğunu görüyoruz. Yine de dış görünüşte Ann’in bir eşi olması ve göreceli olarak huzur (!) içerisinde yaşaması Ann’i toplumsal açıdan Cynthia’ya üstün kılıyor. Olayların nasıl geliştiğini bilmesek de, Cynthia da John’la gizli bir ilişki yaşıyor. Yani bu durum içerisinde Cynthia bir şekilde kardeşinden intikam alıyor ve bunun yanı sıra bir de toplumsal açıdan başarılı bir adamla varoluşunu sürdürüyor. Bu aşk üçgenine de film içerisinde önemli yer veren Soderbergh, bu ilişki zincirini yadırgamıyor ya da yüceltmiyor ve bunun yerine ağırlıklı olarak sadece “sergileyen” bir sinemacı tavrı kullanıyor. Graham’in bu üçgene katılması da aslında bütün düzeni yerle bir eden öğeye dönüşüyor film içerisinde.
John Cynthia’yla olan bu yasak ilişkisini karısının frijit bir tavır sergilemesiyle alakalandırarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Kaldı ki Cynthia’yla ilişkisi de çok sağlıklı bir düzeyde ilerlemiyor çünkü Ann’in varlığı ilişkilerinde hissediliyor. Ayrıca Cynthia’nın özgür ve asi tavırları John’un kontrolcü ve maskülen tavırlarıyla sık sık çatışıyor. John’un iki kadınla da uzlaşamamasının merkezindeyse biraz bu kontrolcü yaklaşım yatıyor. Çünkü bir “kanun adamı” olarak John her şeyi bilmek ve kontrol etmek üzerine kuruyor ilişkilerini ve bu onun sevdiği kadınlara yaklaşımında acımasız bir erkeklik üzerinden hareket etmesine sebep oluyor.
Bu kaset bize bu aşk üçgeni hakkında daha net bir fikir edinme adına faydalı olurken; Soderbergh’in filminin bütünlüğüne de büyük çapta hizmet ediyor.
Video Kaset 6: Cynthia Patrice Bishop ve Graham Dalton
-Röportajlar ne hakkında?
-Röportajlar seks hakkında.
-Seks mi?
-Seksle ilgili ne?
-Eee, seksle ilgili her şey.
-Ne gibi?
-Ne yaptılar, ne yaparlar, ne yapmak isterler de söylemeye çekinirler, yapmaları istense bile ne yapmazlar.
Yabancımız çuvalını açtığında bizi bir şaşkınlık sarıp sarmalıyor. Yabancının çuvalından çıkan video kasetler hem masumane hem de suçlu olma potansiyeline sahip. Bu kasetlerle ilk karşılaşan ilk kişi olarak Ann ciddi anlamda şaşırıyor çünkü Graham’in ilginç olmasına karşın kadınların seks hayatları hakkında onlarla röportaj yapan bir sapık (!) olma ihtimali Ann’in kafasına bir türlü oturmuyor.
Aslında olay Graham’in basitçe iktidarsız olmasından kaynaklanıyor. Graham cinsel olarak biriyle ilişkiye giremiyor ve bu yüzden tanıştığı kadınlarla seks üzerine konuşarak video kasetler çekiyor ve bunları masturbatif malzeme olarak kullanıyor. Bu sapkınca (!) olarak nitelenebilecek fantezi filmin hem Graham kolu üzerine hem de aşk üçgeni kolu üzerine önemli bir rol barındırıyor.
Aşk üçgeninin yapısına baktığımızda ilişkiler seksüel bir koldan ilerliyor ve aldatma öğeleri vb. bütün öğeler seksüel birleşme üzerine kuruluyor. Diğer taraftan Graham’in bu fantezisi seksüel sohbetler üzerine yapılanıyor ve bu aşk üçgenindeki üç figürün de en önemli sorunu iletişim. John cinsel olarak tatmin olabileceği bir kadının peşinde; Cynthia kendini ait hissedeceği bir erkeğin ve ablasına rüştünü ispat edebilmenin peşinde; diğer taraftan Ann ait olduğu sınıfın içerisindeki sorunlu şeyin adını koymanın peşinde. Bu açıdan üç maymunu oynayan bu üç bireyin ilişkilerinin çözüme ya da parçalanmaya ulaşmasının yolu tam da Graham gibi bir karakterin elinden geçiyor. İletişim kuramayan ya da birbirini anlamayan bu üç birey belki de Graham’in bu kasetlerine ihtiyaç duyuyor en çok.
Ann’i rahatsız eden bu durum onun Graham’den uzaklaşmasına neden oluyor ve kardeşi Cynthia’yı Graham’le görüşmemek üzerine kesinkes uyarıyor. Cynthia kendinden emin bir biçimde Graham’le tanışmaya gidiyor ve Ann’i rahatsız eden şeyin kasetler olduğunu öğrenince kendi içinde bir tane çekmesini istiyor ve Graham koleksiyonuna Cynthia’yı da ekliyor işte o anda. Cynthia’nın röportaj sahnesi filmin en önemli sahnelerinden birine dönüşüyor çünkü bu sahnede hırçın Cynthia yerine iletişim kurmayı başaran bir Cynthia modeli çıkıyor karşımıza. Soderbergh aslında bunu göstermeye çalışıyor bize: mükemmel olanların illüzyon olma ihtimali ve sapkın olanların ihtiyaç duyulan olma ihtimalleri.
Filmin ilerleyen bölümlerinde kendi yatak odasında Cynthia’nın inci küpesini bulan Ann kocasıyla ilgili şüphelendiği ilişkiden iyice emin oluyor ve filmin ihtimaller çerçevesi kendini genişletmeye ve filmdeki ilişki üçgeni iyice çatırdamaya başlıyor.
Video Kaset 7: Seks, Yalanlar ve Video Kaset
Soderbergh’in filmiyle ilgili en önemli altın kural filmin her şeyin en öncelikli olarak Ann’in filmi olması. Bir şekilde bütün olaylar onunla alakalı olarak ilerliyor ve bütün olaylar dolaylı da olsa Ann’i etkiliyor.
Filmin ismi bile bütünüyle ilişkisini Ann’in üzerinden yürütüyor. Filmin isminin tam türkçe çevirisi Seks, Yalanlar ve Video Kaset olarak çevrilebilirken bu ismi birebir Ann’in çevresindeki karakterler üzerinden yorumlayabilmek mümkün bir yerde.
Ann’in kocasıyla olan ilişkisi bir anlamda filmin ismindeki “seks” olgusuyla eşleştirilebilir. Kaldı ki ilişkilerinin iki taraf adına sorunlu işlemesinin en önemli nedenini de bu ölçüt oluşturuyor. Ann’in kocasına karşı sergilediği frijit tavırlar ve John’un karısını baldızıyla aldatması tamamıyla seksüel bir bağlamda okunmaya müsait.
Diğer taraftan filmin ismindeki “yalanlar” kısmı Ann’in kardeşi Cynthia’yla olan ilişkinin bir özeti. Aralarındaki iktidar mücadelesi kendi kendine ilerleyen bir yalanlar oyunu halini alıyor zamanla. Ann, Cynthia’ya güçlü ve duyarlı bir abla profili çizmeye çalışırken. Cynthia John’la olan ilişkisiyle kendi iktidarını sağlamaya çalışırken bunu ondan gizleyerek yalanlar üzerine kurulu olan ilişkiyi sürdürüyor.
Filmin “video kaset”le ilişkilendirilen kısmıysa; şüphesiz ki Graham’a denk geliyor. Bu kısım hem filmin çözülmesi bağlamında hem de Ann’in öz benliğine ulaşması bakımından kendi içerisinde bir video kasette incelenmeye değer bir yer tutuyor.
Video Kaset 8: Ann’li Benlik
Aslında Ann bize filmin başında çok sıradan bir ev kadını portresi içerisinde veriliyor. Bir şekilde merak ediyor ve bir şeylerin ters gittiğini ya da tüketim toplumunun kaosa sürüklendiğini görüyor ama bunun üzerine eyleme geçmeyi bir tercih yolu olarak görmeye yetecek kadar cesareti bulamıyor kendi içinde.
Bir yanda toplumsal rolü olan “sadık eş” diğer yanda “düşünen ve sorgulayan birey” rolü olan öz benliği yer alıyor. İkisinin arasında giden Ann için ağır basan her zaman toplumsal rolü oluyor ve kendini hep pasifize bir konuma indirgiyor bir anlamda. Cinsel hayatın içine çok fazla sokulamıyor ya da ona karşı hep temkinli adımlarla yaklaşıyor. Graham iktidarsız olduğunu söylediğinde bile Ann buna karşı acıyan bir tavır almıyor çünkü o da Graham’dan farklı bir yerde durmuyor ama Graham’in aksine Ann toplumsal rolünü ciddiye alıyor.
Video kaset olayı Ann ve Graham’in arasındaki zinciri koparıyor çünkü Ann bunun gerçekten de sınırları aşan bir tavır olduğunu düşünüyor. Graham’le kopan bağları onu kocası John’u anlama çabasına soksa da; Ann kocasının bu kadar mükemmel bir derecede sisteme adapte olan yapısını kabullenemiyor. Kısacası Ann’in etrafındaki iki erkekle olan ilişkisi onun toplumsal rolü (John) ve öz benliği (Graham) arasındaki tercihinin bir metaforuna dönüşüyor.
Kocasının onu aldatmış olduğu gerçeğini öğrenmesiyse onu tekrar Graham’e iten en önemli nedene dönüşüyor ve Ann adeta günah çıkarırcasına kendini Graham’in kaset koleksiyonuna ekliyor ve toplumsal rolünden arınması tam da bu noktada başlıyor. Sonra Graham’le yakınlaşmaya başlayan Ann yavaş yavaş toplumsal rolüyle alakalı olan sorunu çözmeye başlıyor: Toplumsal rolünüze uyum sağladığınızda sistemin bir parçası olmaya başlıyorsunuz ve sistemin bir parçası olmak sizi duyarsız ve duygusuz küçük bireyciklere dönüştürüyor.
En nihayetinde John’un zorla haneye tecavüz ederek Graham’in arşivinden Ann’in kaydını izlemesi metaforik bağlamda John’un uyanışını ya da sistemin farkına varışını sembolize ediyor ama yine de sistemle sonuna kadar çevrilmiş olan John maalesef sistemdeki rolünden vazgeçmiyor ve Cynthia’yla olan ilişkisinin de yürümemesinden dolayı tam bir modern birey olarak toplum içinde yalnızlaşıyor. Bir şekilde Graham’in aradığı kişiyi bulması ve bunu Ann’in öz benliği olması portreyi tamamlıyor (belki de Graham bu yüzden bütün kasetleri kırma cesaretini gösteriyor-ya da kasetlerin gizemini yitirmesi onun için anlamlarını yitirmelerine de neden oluyor-.) ve Soderbergh’in filmi kendi içindeki mükemmel kurgusuyla sona eriyor.
Video Kaset 9: Soderbergh’in dehası
Aslında bu son kaseti filmin ekstraları olarak görebilmeniz oldukça mümkün çünkü bahsetmek istediğim birkaç küçük nokta hakkında söylemek istediklerimle sonlandıracağım kaset gösterimlerini.
Öncelikli olarak en başta bahsettiğim ilk filmlerin radikal tavrı meselesini biraz daha açmak istiyorum bu noktada. Soderbergh’in filminde de beklediğim bu radikal tavrı bulamamak aslında beni şaşırttı ama bu şaşırma halinin olumlu bir tepki olduğunu belirtmem gerek. Soderbergh’in filmiyle ilgili kafamda çok minimal bir sinema algısı, değişik renk kullanımları, dağınık kurgu biçimleri, ilginç kamera kullanımları vs. şeyler beklerken karşıma çıkanın ana akım bir film olması beni şaşırttı. Diğer taraftan bu şaşırmanın beni etkileyen yanıysa Soderbergh’in herkesin izleyebileceği bir film yaparken özünde herkesi (!) eleştirmesiydi. Bu büyük ironiye bakıldığında onun sadece ana akım bir film yapmadığı gerçeğiyle yüzleşmemiz de mümkün oluyor.
Filmin ayrıca hem tam anlamıyla bir amerikan filmi olabilmesi hem de çok evrensel bir tavır sergilemesi filmi başarılı kılan bir diğer unsur. Evet tam bir amerikan filmi olduğu yadsınamaz bir gerçek çünkü Soderbergh bu konuyu ele alırken yaşadığı toplum üzerinde yaptığı gözlemleri kendine kaynak alıyor. Yani önce Amerika’yı izleyen Soderbergh, bize de Amerika’yı izleten bir film yapıyor. Belki herkes amerikan filmleri yapıyor ama Soderbergh’in filmi artık “Amerikan” olmaktan çıkmış bir konuyu ele alıyor: Toplumsal roller ve öz benlik çatışması. Dolayısıyla tematik anlamda yaratmış olduğu evrensellik ve kültürel anlamda yaratmış olduğu “Amerikanlık” belki de filmin en öznel yanını oluşturuyor.
Son olarak söylemem gereken şeyse Soderbergh’in filmi tam bir diyaloglar filmi. Herkesin yaptıklarından çok konuştukları öne çıkıyor filmde hatta karakterler telefonda konuşurlarken bile iki tarafın sesi de gürültüyle veriliyor kulağımıza. Aslında Soderbergh’in böyle bir tercih sergilemesinin neden filmin içerisindeki video kaset mevzusu biraz da. Video kasetlerin hepsi bireyler arasındaki diyaloglar ya da diğer tabiriyle röportajlar üzerine kurulu. Yani Soderbergh video kasetlerden bahsederken filminin içerisinde bir “Video Kaset Estetiği (!)” kullanıyor ve bu da yine filmin bütünlüğüne hizmet eden en önemli öğelerden biri olarak alıyor yerini.
– Selam.
– Selam.
-Sanırım yağmur yağacak.
-Yağıyor.
-Evet.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.