Shaun of the Dead: İçinden Queen Geçen Film

Geçmişten bugüne insanlığın tehlikede olduğu, kuşatıldığı, köşeye sıkıştırılıp savaşmak durumunda bırakıldığı felaket senaryoları büyük ilgi görmüştür sinema dünyasında. Büyük ilgi görmüştür görmesine de, bunu her yönetmen aynı ustalık ve yaratıcılıkla yansıtabilmiş midir, orası muamma… Kiminin kurgusu, kiminin konusu, kiminin parası, kiminin duası bir şekilde diğerinden farklılaşarak sinema tarihinde önemli önemsiz bir yere gelmiş en nihayetinde. Bu felaket senaryolarının en sık karşımıza çıkanı hiç kuşkusuz zombi istilaları. Hatta zombilerin tarihinin Afro-Carribean’ların Voodoo inanışlarına dayandığı bile yazılmış kimi kaynaklarda; hatta zombi kelimesinin kökenine inildiğinde “hayalet” ve “ölü insanların ruhu” anlamlarının çıktığı da söylenmiş (Munz, Hudea, Imad et al., 2009). Bizler de tarihten ilham alarak geliştirmiş hikayelerde, İnsanlığı, o karakteristik yürüyüşleri, ölü bedenleri ve ürperten gözleriyle sona sürüklemeye yemin etmiş zombilerden kurtulmaya çalışan çaresiz insanoğlunu defalarca seyretmişizdir herhalde. Hatta izlemekten bıkmadığımıza kanaat getirmiş olacaklar ki hala zombi filmleri/dizileri yapılmaya devam ediliyor. İşte gelin görün ki, film var film var… Bazı yönetmenler için “tür sinemasına yeni bir boyut katmak” lafta kalmıyor Edgar Wright için olduğu gibi… shaun-of-the-dead-run

Simon Pegg ve Edgar Wright da yukarıda bahsettiğim klasik zombi filmlerini bir de bizim anlayışımızla çekelim nasıl olur diye düşünmüş olacaklar ki daha önceki (aslında daha sonraki de) zombi filmleriyle kıyaslanamayacak bir film çekmeye karar vermişler. Adını George Romero’nun kült Dead Quadriology’nin ilk filmi olan Dawn of the Dead’den alan Shaun of the Dead fikri böyle ortaya çıkmış (İkilinin daha sonra serinin son filminde zombi olmak için, Romero’ya teklifte bulunmaları da ayrı bir detay).

Film, bir elektronik mağazasında satış görevlisi olan Shaun’un monoton hayatıyla başlıyor. Her sabah benzer ritüelleri gerçekleştiren, kız arkadaşını ihmal eden, televizyonda zap yaparken bile sıkılan, tek eğlencesi en yakın arkadaşı Ed ile playstation oynamak olan kısacası yaşamaktan yorulmuş Shaun’un hayatına dahil oluyoruz. Shaun o kadar yaşamaktan yorulmuş ki filmin başlarında esneyerek odaya girişinde acaba bir zombiyle mi karşı karşıyayız diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Aslında filmin başından itibaren insanların zombiye dönüşeceklerinin sinyalini veriyor bize film. Sürekli aynı hareketleri tekrarlayan, başları ağır ağır sallanan, sürünerek hareket eden bir sürü insan görüyoruz.
Shaun-of-the-DeadA
Çoğunun yüz ifadesinden neredeyse yaşamayı unuttuklarını anlıyoruz. Shaun’un yaşantısı da bu irsanlardan farksız aslında. Cornetto Triology’nin de ilk sinyali, yukarıda bahsettiğim bu sabah ritüllerinde kendini gösteriyor. Yine her zamanki gibi bir sabah markete alışveriş etmeye giderken Ed’in Cornetto istemesi olayların başlayacağını da bize haber veriyor aslında. Shaun, o hayattan bezmiş haliyle sokağa çıktığında, biz seyirciler zombilerin sokakta dolaştığını, bir gece önce istilanın başladığını fark ediyoruz ama Shaun bu monotonluğa o kadar kaptırmış ki kendini, hiçbir şeye dikkat etmeden yoluna devam ediyor. Hatta o kadar dikkat etmiyor ki aynı yerde ayağı takılıyor ve aynı tepkiyi veriyor. Aslında kendisinin de o “yürüyen ölüler”den hiçbir farkının olmadığını görüyoruz. Öyle bir hale gelmiş ki Shaun’un hayatı, nefes almak dışında onu zombilerden ayıran bir fark kalmamış aslında. Öldürülen market sahibini, buzdolabındaki kanlı izleri bile fark etmeden, alışverişini yapıp marketten ayrılıyor. Böyle düşününce yabancılaşmanın, iletişimsizliğin gitgide yükseldiğini anlatmak için zombileri bir metafor olarak bile ne kadar etkili olabileceğini görüyoruz aslında. Aynı iletişimsizlik, umursamazlık Shaun eve döndükten sonra televizyon karşısına oturduğunda da ortaya çıkıyor. Tüm kanallar sıcak gelişme olarak zombi istilasını göstermelerine rağmen, Shaun haberlerde ne olduğunu fark etmiyor bile. Amaçsızca kanalları değiştiriyor. Dinlemiyor. Çünkü dinleme yetisini çoktan kaybetmiş aslında günümüz bireyleri. Algılarını tamamen kapatan bir toplumu ancak zombi istilası gibi bir gücün ayıltabileceğini gösteriyor belki de filmdeki bu sahneler. Shaun ve Ed ancak bir zombi yanlarına gelince durumun farkına varabiliyorlar. Algıların açılmasını yine bir zombi sağlamış oluyor.
p-shaun-of-the-dead-
İşte buradan sonra, Shaun’un yeniden yaşamaya başlamasını izliyoruz. Bir nevi bitkisel hayattan çıkıp, etrafına tepki vermeye başlıyor Shaun. Kız arkadaşını, annesini, üvey babasını, Ed’i kısacası etrafındaki herkesi bu istiladan kurtarabilmek için planlar yapıyor, bir şekilde iletişim kurmaya başlıyor yakınlarıyla. Çünkü ancak o zaman kurtulabileceklerini anlatıyor. Ed’e anlattığı planlarda da hep Liz’i geri kazanmak (kız arkadaşı), annesini kurtarmak, ve hep birlikte The Winchester’a gidip mutlu sona ulaşmak yatıyor. Böylelikle, tabir-i caizse üzerindeki ölü toprağını atıyor. Tabi ki bir İngiliz komedisinde pub olmazsa olmazlardan diyor Wright-Pegg ikilisi ve The Winchester bir sığınak oluveriyor hemen. Zombilerler amansız mücadelelerini gerçekleştirdikleri, Don’t Stop Me Now eşliğinde savaştıkları The Winchester da bir yerden sonra güvenli olmaktan çıkıyor ve artık iyiden iyiye bir cesur yürek haline gelmiş Shaun, bu amansız savaşta yaralanmış arkadaşı Ed’i geride bırakmak zorunda kalarak kız arkadaşıyla pub’dan ayrılıp bu savaşı tamamlamaya gidiyor.

Filmin sonunda şehrin zombilerden kurtulduğunu, halkın derin bir nefes aldığını görüyoruz. Bir şey daha fark ediyoruz, Shaun’un ne kendisi, ne evi, ne de hayatı artık eskisi gibi değil. Eve renk gelmiş, kendisi daha mutlu, sevgilisiyle sorunlarını çözmüş, kısacası zombilerden önce ölmekte olan yaşamını istilayla birlikte diriltmiş bir Shaun var artık karşımızda. Tek fark eskiden kalma alışkanlıklarını artık bir zombi olan arkadaşı Ed’le playstation oynarak az da olsa devam ettiriyor…

Kaynakça
Munz P., Hudea I., Imad J., Smith R. J. (2009). When Zombies Attack!: Mathematical Modelling of an Outbreak of Zombie Infection. In: Infectious Disease Modelling Research Progress, Editors: J.M. Tchuenche and C. Chiyaka, pp. 133-150


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın