İspanyolcada mafya tetikçilerini nitelemek için kullanılan sözcük Sicario, Dennis Villeneuve’ün mükemmel filmiyle bambaşka anlamlar kazandı.
Arka Plan
Bildiğimiz üzere dünyada uyuşturucu pazarı özellikle 60’ların sonlarından itibaren önü alınamaz seviyelere ulaştı. Özellikle 70’lerden öldürüldüğü 1993’e kadar dünya çapında bu ise damgasını vuran Pablo Escobar’dan sonraki dönemde aslında önder devletler artık bu işin büyük bir rahatlıkla kontrol altına alınabileceğini düşünüyordu ancak hiç öyle olmadı. Escobar’ın devre dışı oluşu uyuşturucunun tek bir elden dağıtımının bitişini, karteller arası çok daha kanlı savaşların başlamasına neden oldu. Bu dönemde Kolombiya’da Cali Karteli öne çıktı ve etkili bir strateji uygulayarak iş insanı kisvesi altında kaçakçılıklarını uzun süre yakalanmadan sürdürebildiler. Hiçbir zaman Pablo Escobar gibi devletle savaşa girmeyi ve rakip kartellerle kanlı çatışmalara girmeyi uygun görmediler. Bu sayede Kolombiya’da Escobar’dan kaçakçılığı devralan Cali Karteli 90’ların sonlarına dek bu işte zirvedeki yerini korudu. 1998’de Cali liderlerinin hapise atılmasıyla birlikte uyuşturucu kaçakçılığı tamamen Meksika topraklarına kaydı. Zaten 70’ler ve 80’lerde Escobar’la ortaklık kuran Meksika uyuşturucu kartelleri Kolombiya kartellerinin tamamının temizlenmesi, hayatta kalanların da yer altına çekilmesiyle artık tamamen tek başlarına kaldılar ve kendi aralarında çok kanlı çatışmalar başladı. Özellikle 1990’ların sonlarından itibaren başlayan bu çatışmalar 2000’lerde artık önü alınamayan noktaya geldi ve 2006 yılında dönemin Meksika Devlet Başkanı Felipe Calderon, kartellerle savaşta orduyu devreye sokarak yapılabilecek en büyük hatalardan birini yapmış oldu.
Günümüzde bu savaşlar ilk yıllardaki kadar olmasa da devam etmekte. 2018’de göreve gelen Andres Manuel Lopez Obrador’un başkan seçilmesinde büyük oranda uyuşturucuyla savaşta vadettiği yeni politikalar etkili olmuştu ancak 2018 sonlarında analistlerin yaptığı araştırmalarla mevcut yılda cinayet sayısının yine zirvede seyretmesi Meksika’da hiçbir şeyin değişmediğinin bir göstergesi oldu. 2006’daki büyük savaşın başlangıcından bu yana bazı kaynaklarda kartel üyeleri, siviller, devlet kolluk kuvvetleri dahil en az 250.000 insanın öldüğünü, 40.000’den fazla kişinin de kayıp olduğunu belirtiliyor.
“Dünyanın en büyük uyuşturucu pazarının komşusuyuz. Bütün dünya bu pazara uyuşturucuyu bizim üzerimizden sokmaya çalışıyor. Komşumuz aynı zamanda dünyanın en büyük silah üreticisi.” FELIPE CALDERON, 2010.
2006 – 2012 yılları arasında Meksika Devlet Başkanlığı yapan Felipe Calderon’un bu sözleri kuşkusuz Meksika’daki sözüm ona uyuşturucu savaşının en büyük kazananının Amerika Birleşik Devletleri olduğunun tespiti… Amerika, dünyada silah ve uyuşturucu ticareti bakımından tüm dünyada hegomonik bir düzen kurmuş durumda… Kartelleri belli bir dönemde besliyor, Pablo Escobar, Cali liderleri, Guzman gibi tekelleşip devletle savaşacak düzeye gelen kartelleri veya liderleri de yine kendi eliyle deviriyor, hapise atıyor. Kolombiya’da Pablo Escobar’ın tek başına yarattığı cehennemin ardından Amerika Birleşik Devletleri böyle bir tecrübeyi bir daha yaşamamak için Kolombiya Hükümeti’yle ciddi işbirliği içinde hem Escobar’ı hem de Cali Kartelini işlevsizleştirmeyi başardı. Ancak kendi ülkesinin halkı dünyada uyuşturucuyu en çok tüketen halk olmasından mütevellit işin Meksika’ya kayması aslında Amerika için bir kazanç oldu. Bugün Meksika’da kartellerin gücünün devletten çok daha güçlü olmasının önemli sebepleri arasında elbette Meksika’daki güçsüz ve oturmamış devlet geleneği, aşırı yoksulluk, sosyoekonomik, sınıfsal farklılıklar var ancak savaşların belki de hiç bitmeyecek olmasının veya şu anda da hala öyle görünmesinin kuşkusuz en büyük sebebi ABD. Amerika, bu işin kendi içinde tekelleşmediği sürece düzenli ve kendi devletine zarar vermeyecek şekilde devamının en büyük destekçisi. Çünkü hem sattığı silahları karteller kullanıyor, hem de onların ürettiği uyuşturucular kendi ülkelerinde inanılmaz düzeylerde tüketiliyor.
Analiz
Öncelikle filmi teknik yönleriyle analiz edelim dilerseniz. Sicario için türünün günümüzdeki en kusursuz örneği diyebiliriz. 2013’teki Prisoners, The Enemy filmlerinden sonra kendisini uluslararası arenada da tam anlamıyla ispatlayan Denis Villeneuve’nin yönettiği filmin görüntü yönetmenliği ise efsanevi Roger Deakins’a emanet. Taylor Sheridan’ın benzersiz senaryosuna, Deakins’in sınırsız bakış açısı eklendiğinde ise ortaya gerçek bir başyapıt çıkıyor. Buradaki en önemli nokta ise şu ki buna zaten aşağıda spoiler içeren bölümde açıklayacağım Sicario, dünyadaki uyuşturucu düzenini, Meksika’nın rolünden çok ABD’nin rolünü çok açık, net ve çok cesur bir şekilde anlatan ve bunu henüz sinemada yapmaya cesaret eden tek Hollywood filmi. O yüzden sinematografide de çokça geniş açılı kadrajlar kullanılarak gerçekler seyircinin yüzüne daha güçlü bir şekilde çarpıyor. Villeneuve de tüm bu düzeni kusursuz bir şekilde yöneterek çok büyük bir işe imza atıyor.
Bu denli sert bir filmin ana karakterinin Kate Macer adında bir kadın karakter olması ise gerçekten çok zekice bir karar. Emily Blunt’ın oynadığı Kate Macer film boyunca aslında karteller ile devletlerin dünyasındaki tüm masum insanları ve o insanların saflığını temsil ediyor. Erkekten ziyade kadın olması da hem çok erkek bir dünyada kadın bir FBI ajanı olmanın zorluğunu hem de klasik bir Hollywood filmindeki gibi beyaz erkeğin tüm kötüleri yenmesinin hikayesini anlatmayan, tam anlamıyla ABD’nin dünyayı nasıl ‘dengeli’ bir uyuşturucu ticaretiyle yönettiğinin ifşasının dışa vurulduğu bir filmde kadın karakterle daha güçlü ve etkili verebilmesini sağlıyor. Benicio Del Toro ise rol aldığı her filmde olduğu gibi yine o kendi müthiş aurası ve karizmasıyla filmde boy gösteriyor, Josh Brolin de filmdeki devlet kanadını temsilen, zaman zaman esprili, içten sıcak ama yeri geldiğinde de müthiş ketum, soğuk, ifadesiz anlarıyla çok gerçekçi bir sözüm ona uyuşturucu savaşındaki ‘tarafsız devlet’ portresi çiziyor.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
FBI ajanları Kate Macer ile Reggie, ekiple birlikte yaptıkları bir ev baskınında duvarlara gizlenmiş cesetler, tonlarca uyuşturucu bulduklarında Meksika’daki kartellerin Abd içlerine ne denli inebildiğinin farkına varıyor ve Meksika’da Chihuahua eyaletinin Ciudad Juarez şehrine gönderiliyorlar. Burada eski gizemli eski avukat Alejandro (Del Toro) ve CIA subayı Matt Graver ile tanışan ikili çok geçmeden bu karanlık dünyaya giriyorlar. Aslında hedef Sonora Karteli’nin önde gelen isimlerinden, teğmen olarak görülen Manuel Diaz’ın yakalanmasıdır ancak işin arkasında çok daha başka emeller yatmaktadır.
Ele geçirildikten sonra Diaz’a yapılan ağır işkenceler sonucu kartelin lideri Fausto Calderon ile ilgili bilgilere ulaşan ekip, yeniden Ciudad Juarez’e dönerek operasyonlara başlar. Operasyonlardan birinde Kate Macer, Alejandro ve Matt Graver tarafından kendisine haber verilmeden yem yapılır ve son anda kurtarılır. Bu olaydan sonra Kate, birlikte çalıştığı ve yüksek düzeyli devlet görevlilerinin aslında göründükleri gibi olmadığını anlamaya başlayarak iyice hırslanmaya başlar.
Filmde bu hikayeyle paralel olarak devam eden bir diğer hikayede ise yozlaşmış polis memuru Silvio’yu izleriz. Silvio, Amerika’nın tamamen dışladığı ve beş parasız bıraktığı Meksikalı göçmenler kadar zor şartlarda ailesini geçindirmeye çalışan bir polistir ve kartelin polis içinde kullandığı insanlardan biridir. Aynı zamanda da Alejandro’nun işkenceli sorgu sırasında Diaz’dan öğrendiği, uyuşturucuların geçirildiği tünelde de teslimatlara yardım etmektedir.
Tünele yapılacak büyük operasyonda ise Kate ile Reggie çok açık bir şekilde dışlanırlar, hatta bir ara diğer CIA kolluk kuvvetlerinden dayak dahi yerler. Kate operasyonun sonlarına doğru Alejandro ve Silvio’yu görür. Alejandro, Kate’i çelik yeleğinden vurarak Silvio ile birlikte kartelin lideri Fausto Calderon’un malikanesine doğru yola çıkar. Alejandro önce Silvio’yu, sonra malikanedeki tüm korumaları ve önce Calderon’un karısı ve çocuklarını, en son da Calderon’u katlederek oradan ayrılır. Tüm bunların sonunda Kate, Alejandro’nun eski bir avukat iken Fausto’nun emriyle karısı ve çocuklarının öldürüldüğünü, bu olaydan sonra kendisinin hem Medellin Karteli’nde hem de devletin kolluk kuvvetlerinde belli aralıklarla çalıştığını öğrenir. Bu denli kişisel bir davası olunca da elbette Amerika Birleşik Devletleri’nin ağına girmiş ve sözde uyuşturucuyu bitirme savaşında en ön safta yer almıştır.
Amaç aslında hiçbir zaman kartellerin tamamını temizlemek değil, sadece Amerika’nın çok yakınına veya içlerine kadar gelen kartelleri belli derecede temizlemektir, hiçbir zaman tamamen yok etmek değildir, hiçbir zaman da olmayacaktır zaten. Finalde ise filmdeki en küçük pürüz olan, en küçük karakter Silvio’nun oğlunun, eğitim gördüğü, neredeyse yıkılmak üzere olan bir okulunun bahçesinde çevreden duyulan silah seslerinin eşliğinde top oynadığı bir sekans görürüz. Çocuklar ve onları izleyen aileleri silah seslerini ilk duyduklarında önce bir duraksarlar ancak sonra çocuklar top oynamaya, aileleri de onları izlemeye devam ederler. Meksika topraklarındaki ABD güdümlü uyuşturucu savaşları daima sürecektir. Final işte tam da bunu söyler.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.