Sin Nombre: Kaçmış Fırsatlardan

DİKKAT: Bu yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.

“True Detective” dizisinin ilk sezonundaki performansıyla göz dolduran, dizinin dördüncü bölümündeki plan-sekansla yeteneğini iyice ortaya koyan, Kaliforniya doğumlu sinemacı Cary Fukunaga ilk sinema filmi olan “Sin Nombre”yi 2008’de kotarır. Bağımsız bir film olan “Sin Nombre” 2009’un ocağında Sundance Film Festivali’nde yarışır ve yönetmene ve görüntü yönetmeni Adriano Goldman’a birer ödül getirir. Daha sonra film sene boyunca ödülleri toplar. Bol ödüllü bu “kesişen hayatlar” temalı film dendiği kadar iyi mi, bir bakalım.

Fukunaga yazıp yönettiği bu filminde vizörünü Meksika’nın fakir mi fakir mahallelerine çevirir ve paralel ilerleyen iki öykü anlatır bizlere. Daha sonra Alejandro Gonzalez Inarritu’nun ilk üç filminde yaptığı gibi bu iki öykünün başkarakterlerinin yollarını kesiştirir. İlk öyküden başlayalım. Acımasız bir çetenin üyesi olan Casper âşık olduğu kız yüzünden çetedeki görevlerini savsaklamaktadır. Gününü bu kızla geçiren, geri kalan zamanında kızı düşleyip duran Casper liderden fırça yer. Gün gelir, Casper’a “kankam, kardeşim” diyen lider onun sevgilisine tecavüz etmeye yeltenir, başaramayınca kızı öldürür. Casper olanları öğrenir. İkinci öyküye geçelim. Babası tarafından küçükken terk edilen Sayra, babasının kendisini ABD’ye götürmek için yola çıktığını öğrenir. Bir süre sonra Casper ile Sayra’nın yolları kesişir.

Sin-Nombre

Konuyu anlattık. Gelelim sorunlara. İlk öykünün çarpıcı tarafları var. Nedenleri açıklanmasa da çocuk/genç bir sürü kişi bu çeteye dahil olup adam öldürmektedirler. Çocukları da kendi amaçları için katil yapan, Rakel Dink’in söylemiyle “bir bebekten katil yaratan” bu çeteyi filmin başlarında biraz olsun tanırız. Fakat ne yazık ki Fukunaga bu öykünün fırsatlarını bir süre sonra tepmeye başlar. Bayağı güçlü olan, başka çetelerle de çatışan, Fight Club’tan aparma kuralları olan (çeteden bahsetmek yasaktır) bu çeteyi derinlemesine işlemez. Bu çete üzerinden Meksika’nın sosyoekonomik durumuna değinmez. Bu çetenin çocukları kullanmasını gösterir ama bunu da yüzeysel bir şekilde işler. Burada da derine inmez. Halbuki dediğimiz gibi elde fevkalade bir öykü vardır. Aşka, cinselliğe tabii ki yer verilecektir. Yer verilmesin demiyoruz. Ama Fukunaga ne yazık ki aşkı bütün bu önemli meselelerin önüne geçiriyor ve bütün fırsatlar heba edilmiş oluyor. Güzelim öykü, Casper ve onu öldürmeye çalışan çetesinin arasındaki kaçma-kovalamacaya heba ediliyor. Böylelikle ne devletin çökmüş haline (zira çocuklar dahil herkes istediği gibi adam öldürüp kaçabilmektedir), ne de fakirliğe, suçun artışına, çeteleşmelere odaklanılabiliyor. Varsa yoksa aşk ve intikam. Bu öyküden elimizden kalan yegane şey, aşk oluyor. Bunların işleniş şeklinde de bir özgünlük yok ne yazık ki. Kısacası bu öykü yüzeysel ve klişe bir şekilde işlenir.

sin-nombre (2)

Gelelim ikinci öyküye. Buradaysa sorun daha büyük. Evet, ilk öyküde sadece aşkın işlenmesi üzüyor ama en azından merkezdeki Casper’ın hakkı veriliyor ve onu derinleştirebiliyor. İkinci öykünün merkezindeki Sayra ise kötü yazılmış bir karakter. Babası kızını ABD’ye götürmek istiyor. Fakat Sayra nedense gitmek istemiyor. Çünkü babasının yeni ailesiyle mutlu olamayacağını, kendisini fazlalık olarak görebileceğini düşünüyor. Ama sonuçta o çöplükten kurtulma şansı eline geçiyor. O çöplükte kalmak pek akıllıca değil. Sayra’daki sorun sadece bu da değil. Yolu Casper’la kesişince ona âşık oluyor ve babasını bırakıp Casper’ın peşinden gidiyor. Hiç mi hiç mantıklı bir karar değildi. Fukunaga’nın Sayra’yı işleyiş şekli hayal kırıklığı yaratıyor. ABD’ye gidip hayatını kurtarmak varken bir çete üyesinin peşine takılmak ve bunu da “ilk görüşte aşk”la açıklamak en azından bana inandırıcı gelmedi. O fakir mahallede, her dakika birilerinin öldürüldüğü bir yerde yaşayan genç kızların ABD şanslarını böylesine heba edeceklerine inanasım gelmiyor.

900

Fukunaga bütün fırsatları tepiyor. İlk öyküde çocuk katillere, çeteleşmeye, devletin pasifliğine, fakirliğe, sosyoekonomiye odaklanacağına aşka ve bu aşk yüzünden ortaya çıkan çete içi mücadeleye odaklanmayı tercih ediyor. İkinci öyküde de göçmenliğe, umuda yolculuğa, aile olma çabalarına ve/veya aile olamamaya, Amerikan rüyasına (kabusuna) odaklanacağına yine gidip aşka odaklanıyor. Ne yazık ki filmin çarpıcı ve etkileyici tarafları yok. Buna finalini de dahil ederim. Neyse ki Fukunaga sürükleyici bir film yapabilmiş de hayal kırıklıklarına rağmen sıkılmadan filmi izleyebiliyoruz. Ayrıca “Sin Nombre” her açıdan “City of God”ı hatırlatıyor ama onun kalitesine pek tabii ulaşamıyor.

Yorum Gönderin