Sinemada, reklamlarda veya dizilerde seslendirme olanaklarımızın ne kadar iyi olduğunun pek çoğumuz farkındayızdır. Seslendirme sanatçılarımız işlerine sadece seslerini değil, kendilerinden ve birikimlerinden çok güzel şeyler katıyorlar. Ülkemizde yüksek standartta yapılan işlerden biri seslendirme sanatçılığı… Bu işte çalışan kadroların ne kadar yetenekli olduğunu görmek sevindirici. Seslerini pek çok yerde duymamıza rağmen, kendilerini tanımıyoruz; ne severler ne sevmezler, sinemaya dair düşünceleri nelerdir gibi veya benzeri konularda fazla fikrimiz yok. İşte bu yüzden hem kendilerini daha yakından tanımak adına, hem de belirli konularda düşüncelerini öğrenmek için röportajımızın konuğu seslendirme oyuncusu Zencan Sakal.
Kendisini hiç tanımayanlar için Zencan Sakal; Akdeniz Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinden mezun…
Zencan Sakal’ı Yabba Dabba Dinazorlar adlı çizgi film ve oradaki Çakıl karakteri ile, Gigantosaurus’taki Tiny ile, League Of Legend’da ise Zoe karakteri olarak da tanıyoruz. Kendisini DC karakteri Stargirl ve birkaç gün sonra Netflix uyarlaması ile yeniden yayınlanacak Baby Sitters Club’daki Claudia Kishi karakteri olarak da dinleyebileceğiz. Ben kendisine birkaç soru sordum, Zencan hanım da elinden geldiğince bana cevaplarımı vermeye çalıştı. O halde fazla uzatamadan ilk sorumuz ile başlayalım.
-Netflix hakkında düşüncelerinizi alabilir miyim? Çekilen Türk dizileri olsun, Netflix’in genel dizi çekme mentalitesi olsun. Nasıl buluyorsunuz?
Zencan Sakal: Türk yapımı yeni dizilerin çoğunun çekimlerin, senaryolarını ve kendilerini kötü buluyorum. Firmanın yurt dışı dizileri fena değil, hatta İspanyol dizileri iyi bile denilebilir. Bunlara örnek vermek gerekirse; Control Z, Visapis, La Casa De Papel iyi yapımlardı diyebilirim. Fakat iyi olmalarına rağmen genel olarak hikayelerini kısır buluyorum. Daha iyisi olabilirlerdi. Ezber bozanlar arasında ilk aklıma gelen dizi Alman yapımı olan Dark, bana göre en iyisiydi. Onun dışında Stranger Things’de çok sevdiğim dizilerden birisi oldu. Animasyon dizi anlamında da Bojack Horseman gayet başarılıydı.
– Evet çoğu kendince hoş yapımlardı. Özellikle Bojack Horseman özlediğim yetişkin animasyonu ve bu tür animasyonlarda bulunan kara mizah açlığımı tatmin etti. Bu tip animasyonların birinciliği çeken örneklerini hala izleme fırsatımız olsa da izleyici olarak ister istemez farklı bir hikaye çevresinde gelişen bir şey görmek istiyor insan. Aslında Netflix’in benim için sevilesi bir yanı olduğu kadar eleştirilecek yanının da fazlasıyla olduğu gerçeğini inkar edemem. Fakat bir firma olarak ne kendisine ne de yapımlarına herhangi bir ön yargı beslemediğimi de belirtmek isterim. İzleyicilere farklı yapımlar sunmaya çalışması gayet açık, fakat eleştirilesi yanından bir örnek vermek gerekirse: belirli bir ikon tuttuğu zaman fazla çekiştiriyor kendileri. Mesela La Casa De Papel tek sezonda hayranları tarafından gayet iyi bir yere sahipken, yeni sezonlara girişilmiş olması hakkındaki düşünceleriniz neler?
Zencan Sakal: Ben ikinci sezon finalinden sonra izlemedim, bu yüzden ne yazık ki pek bir yorum yapamıyorum
-Anlıyorum, bence en iyisini yapmışsınız. Tadında bırakmışsınız, şahsen ben dizinin ve dizi içeriğinin gerektiğinden fazla abartıldığını düşünmüşümdür. Fakat renkler ve zevkler tartışılmaz elbette. Peki Sıkılmadan “Tekrar izleyeyim” dediğiniz, sizin için bu kadar özel olabilen bir film veya dizi var mı?
Zencan Sakal: Yüzüklerin Efendisi, benim için en özelinin o olduğunu söyleyebilirim. “Ömrün boyunca tek bir film izleme hakkın var, ne izlersin?” diye sorsalar cevabım yine aynı olurdu. Bence en iyi kitap uyarlaması filmin de Yüzüklerin Efendisi olduğunu söyleyebilirim. Hazır Yüzüklerin Efendisi demişken Ian Holm’ü de analım, huzur içinde uyusun sevgili Bilbo Baggins.
–Sözlerinize fazlasıyla katılıyorum, serinin filmi gerçekten özel bir film olmayı fazlasıyla hak ediyor. Gerçekten büyük risklerin altına girerek böyle özverili bir çalışma yapmak hem zor hem de çok emek isteyen bir şey. Sevgili Peter Jackson sağolsun Tolkien’in mirasına gerekli yerlerde farklı açılardan da bakarak çok güzel eklemeler de yaptı, elbette bu durum filmin setinde bulunan herkes için geçerli. Sevgili Bilbo Baggins’imiz de istediği gibi, başka bir macerada artık… Hazır Yüzüklerin Efendisi konuşuyorken Hobbit serisini de sormak isterim size. Hobbit serisi neden Yüzüklerin Efendisi gibi olamadı sizce? Hatta bu durumda “neden olamadı?” demek daha doğru olur. Yani ben kendisini başta uyarlama olmak üzere başarı konusunda sıkıntılı görüyorum, pek çok Middle Earth hayranı da bu konuda benzer düşüncelere sahip. Sizin düşünceleriniz nedir?
Zencan Sakal : Açıkçası ben de başarılı bulmuyorum Hobbit serisini, bir kan uyuşmazlığı var sanki. Serinin ruhunu yakalamadığı için beğenilmedi sanırım. Zaten dikkat ettiysen, genelde bizim gibi Yüzüklerin Efendisi hayranları Hobbit serisini beğenmezler. Kitabı güzeldi ama keyif almıştım yani okurken. Yüzüklerin Efendisi çekildi ve aradan yıllar geçtikten sonra Hobbit serisi çekildi, zamanlama anlamında da sıkıntılı bir durumdu. Aslında tek bir filmde de toplayabilirlerdi hikâyeyi, fakat bir üçleme yapmaları saçma gelmişti bana. Üstüne fazla olay yok ve gereksiz uzatılma durumu var, durum böyle olunca haliyle hikâyeyi de öldürmüş oldular.
-Haklısınız; tek kitaplık bir filmi üçlemeye çevirmek, kitapta adı geçmeyen karakter kullanmak veya yan bir olayı ana olay gibi göstermek biraz filmin zararına oldu. Tolkien’in kitapta bahsettiği mekan tasvirlerini de yakalayamamıştı ne yazık ki, üstüne ciddi olunması gereken yerler biraz fazla rahatlaştırılmış gibiydi. Ayrıca Yüzüklerin Efendisi film serisinde oyuncuların da birbiriyle çok uyumlu kimyalara sahip olduğunu düşünüyorum, fakat Hobbit serisinde bu uyumu da pek yakalayamadılar.
Zencan Sakal: Bir de Peter Jackson çekmeyecekti sanırım seriyi, Guillermo Del Toro çekecekti sanırım. Son anda yönetmen değişmesi de ciddi anlamda filmin seyrini değiştirdi. Çünkü Peter Jackson Yüzüklerin Efendisi çekileceği zaman uzun uzun çalışmalar yapmıştı. Çok disiplinli ince eleyip sık dokuyan bir insan. Hâl böyle olunca filmin altyapısı için yeterli zaman da olmadı, bu da işleri daha kötüye çekti. Ama en önemlisi de kitaba sadık kalınmamış olmasıydı bence. Hikâyeler değişti, kopukluklar oldu ve bir sürü saçmalık silsilesi birbirini takip etti, başka bir şeye evrildi yani film. Hobbit filmi salt para kazanmak amacı ile çekilmemeliydi, filme ve Tolkien’in mirasına saygısızlıktı bu. Bizim gibi Middle Earth evrenini seven milyonlarca insan için hayâl kırıklığı oldu, son filmi hiç söylemiyorum bile.”
–Evet ne yazık ki çoğu dağıtım şirketi hem kült karakterleri hem de kült filmleri tamamen pazarlama amacıyla kullanıyor. Düşünüldüğünde buna pek çok örnek bulabiliriz, hayatlarımızda yer eden pek çok kült film barındırdığı kült karakterleri ile bir pişmanlık oldu bizler için. Mesela Disney’in Star Wars külliyatını bitirmiş olması veya çok sevgili Clive Barker’ın yarattığı Hellraiser gibi. Star Wars her zaman sinemaya yön veren bir film oldu tarihte, şu an The Mandalorian gibi kemik kitleyi çok memnun edebilen bir dizi ile bile yön vermeye devam ediyor. Seride çok sıkı aile bağları ve bunların nasıl zedelenebileceği, karanlık ve aydınlığın arasındaki o çizgide durmanın bazen ne kadar zor olabileceği gibi pek çok güzel unsur varken, ne yazık ki artık son Star Wars filmlerini sevebilen izleyicilerin var olduğunu bile bile uyanıyoruz. Bir devin nereden nereye geldiğini de görmüş oluyoruz böylece, diğer kötü unsurlara veya “ana karakter” diye önümüze sunulan diğer şeylere hiç girmiyorum. Daha bu şekilde bir sürü film olması da ayrı bir üzücü.
Zencan Sakal: Star Wars zaten kanayan yaramız. Bazı şeylerin yeri ayrıdır dokunmamak lazım, özelliğini korumak gerekir. Bir dokunulmazlığı olmalı, tadında bırakalımcılardanım ben. Terminatör’ün son filmi de rezaletti mesela, resmen seriyi silip atmışlar. Ne bir Terminatör yansıtılmış ne de Terminatör karakterlerine bağlılık içeren bir şey yapılmış. Hatta serinin atmosferinin yansıtılması bir yana, yok demek daha doğru olur. Mesela Arnold Schwarzenegger son filmde emekli albay gibiydi, tonton tatlı bir adama çevirmişler güzelim karakteri. “Nerede o eski Terminatör?” dedirten tarza bir yapımdı yani. Transformers de öyle, son filmleri ilk filmleri kadar kaliteli olmadı Bumblebee hariç. Serili işlerde bu risk hep var, fakat genelde yüksek bir motivasyon ile başlıyor ve sonra da o ışığı yakalayamıyorlar.”
-Ben nostaljik yapımları çok severim, hatta onlar olmasa şu an sevdiğim bir film ya da seri fazlasıyla az olurdu. Bu bir yandan çok üzücü bir durum aslında, çünkü sinemanın iyiye ilerlemek yerine biraz kötüye doğru adım attığını daha net görmenizi sağlayan bir şey. Peki siz nostaljik diyebileceğimiz yapımları sever misiniz?
Zencan Sakal: Sevmem mi bayılırım, hatta ben eski filmleri daha çok seviyorum. Mesela Back to the Future favorilerimden birisidir. Çok şeker bir yapım, izle izle sıkılmaz insan. İzleyiciyi çekip içine alıyor film ve sanırım işin büyüsü bu, aradan ne kadar yıllar geçse de o heyecanı ve canlılığı koruyabiliyor. Bu da çok büyük bir başarı, çünkü düşününce 80’li yıllarda böyle bir film yapmışlar ve üzerinden 35 yıl geçmiş ama hala yeni çekilmiş bir filmin heyecanını içinde barındırıyor.”
-Bir film gerçekten bunu başarabiliyorsa, zaten gönüllerden yeri hiç eksik olmuyor. Back to the Future’da bu filmlerden birisi, 35 yıl geçmiş olmasına rağmen hayranları ve sinema tarihinde popülerliği asla azalmamış bir seri. Ayrıca sinema tarihinde bilim kurgu kategorisinin gelişmesinde fazlasıyla da büyük bir yere sahip. Müsaadenizle film sohbetine çok kısa bir ara verip işiniz ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Bir karakteri gerçekten çok sevip onu seslendirmek istediğinizde, karakterin genel durumundan veya ses tonu uyuşmazlığından tarzında bir sorundan kaynaklı istediğinize ulaşamadığınız oldu mu?
Zencan Sakal: Çok seslendirmek istediğim fakat seslendiremediğim karakterler oluyor illa ki, ama bir sorun olarak görmüyorum bunu. O karakteri başka bir oyuncumuz seslendirmiştir, ben de izlerken denk gelmişimdir ve ahh keşke bu karakteri ben seslendirmiş olsaydım tam bana göreymiş dediğimiz zamanlar oluyor.”
–Anlıyorum, aslında böyle olması çok daha güzel en azından bir hüzün duymamış oluyorsunuz. Mesela bazı filmler vardır ya, izlediğiniz yaşa göre filme olan bakış açınız değişir. Örneğin benim için bunlardan birisi Godfather. Sizin için de var mı böyle bir durum? Varsa neden o film?
Zencan Sakal: Aslında çok var ve seçmek zor. Fakat; Umudunu Kaybetme, Forrest Gump ve Whiplash öne süreceğim birkaçı olurdu. Çünkü bu üç film benim yolumu aydınlatan filmler arasında en üst sıralarda. Ne zaman umutsuzluğa kapılsam, karanlıkta hissetsem veya yolumu kaybettiğimi düşünsem aklıma getirir ve yapmam gerekenleri hatırlatırım kendime. Bir şeyleri başarmanın kolay oladığını, azim, inanç ve kararlılıkla o yolda ilerlemek gerektiğinin çok güzel örnekleri var bu filmlerde. Bu yönleri hep beni etkilemiştir.”
–Bu kadar güzel filmlere hayatınızda böyle güzel anlamlar yüklemeniz gerçekten çok güzel. Aklıma bir soru takıldı, küçük bir Batman muhabbeti yapmıştık sizinle. Benim için son yılların en iyi Batman’inin Christian Bale olduğunu söylemiştim size. Gerektiği yerde Batman ukalalığını, gerektiği yerde de o depresif halleri çok güzel yansıtabildiğini düşünüyorum. Bildiğiniz üzere yeni bir Batman oyuncumuz var sizce nasıl olur? Ve pek çok kişinin anlayamadığım şekilde beğenerek izlediği bir Joker filmi çekildi, sizin bu konudaki fikirleriniz nelerdir?
Zencan Sakal: Robert Pattinson açıkçası nedenini bilmediğim şekilde pek ısınamadığım bir oyuncu, ve Batman oynayacağı için biraz da üzgün olduğumu söyleyebilirim. Her ne kadar kendisine çok ısınamamış olsam da kendisine uygun roller geldiğinde fena işler çıkartmıyor, The Lighthouse filminde olduğu gibi. Fakat yine de Robert’ın Batman’le kimyasının tuttuğunu düşünmüyorum, aynı şeyi Ben Affleck için de söyleyebilirim. Bence en iyisi Michael Keaton’du, izleyiciye adam zirvede bırakmış dedirtiyor. Sonraki Christian Bale olur elbette. İşine aşık bir adam, özverili ve kendi içinde sistematiğini sağlam bir şekilde oturtmuş bir oyuncu. Birçok insana ilham veriyor yaptığı işlerle.
Joker filmi muhteşem denemez ama güzel bir filmdi, izlerken keyif almıştım. Joaquin Phoenix performansını son damlasına kadar kullanmış. Jokerin o hale gelmesinin arka planını aktardılar, belki bu aktarım sırasında aradıkları jokeri bulamamış olabilir insanlar. Bence en iyi Joker Heath Ledger’dır. Muhteşem bir performans ile hafızalarımıza kazındı. Belki de Heath Ledger ile zirvede bırakıldığı için içimize tam anlamıyla sinmedi, ama ikinci olarak Joaquin Phoenix iyi bir tercihti diyebilirim.
–Kendisi gerçekten çok iyi ve özverili bir oyuncuydu, kendisini de saygıyla anmış olduk burada. Joker filmi ayrı bir film olarak az çok iyiydi denilebilir aslında. Fakat DC sever birisi olarak Joker kalıbını tam oturmadım ben filme, ayrı bir psikolojik film gibi olmuş yani. Bence bunun sebebi biraz da Deadpool filmi ile birlikte izleyicilerin antikahramanlara olan sevgisinin biraz artması. Yani Joker gibi altyapısı çok sağlam bir karakteri popüler kültür sevsin diye hiç ettiler benim için. Joker bir kötü karakterdir ve kötü olmalıdır, “ben aslında iyiyim ama insanlar kötü davrandı bu yüzden artık kötüyüm” diye konuşan bir karakter yapmışlar resmen. Elbette ki belirli çizgi romanlarda Joker’in altyapısı az çok buna benzer nedenler olabilir, fakat bu kadar basitleştirilmesi hazırda çok güzel olan bir şeyi alıp çöpe atmak olmuş. Ama yine de Joaquin Phoenix güzel bir tercihti ve çok güzel bir oyunculuk sergiledi gerçekten de. Son sorumuzla birlikte güzel sohbetimizi sonlandıracağız ne yazık ki.
Şu an durum biraz değişiklik göstermiş olsa da sinemadaki tekelleşme ve haksız rekabet hakkındaki düşünceleriniz neler?
Zencan Sakal: Yani bu soruyu şöyle bir örnekle açıklayabilirim. Benim için en sinir bozucu kısmı, hiç altından kalkamayacağı halde bazı rollerin belirli kişilere verilmesi. Hiç olmayacak kastlara olmayacak isimler koyulabiliyor. Sırf daha iyi çevresi olduğu için ya da daha güçlü bağlantıları olduğu için Hollywood’da bazı isimlerin daha çok ön plana çıkması durumu olabiliyor. Hatta sırf o isimler için özel projeler bile çıkartılabiliyor. Açıkçası bu bana çok adaletsizce geliyor, tekelleşmenin en büyük sorunu da bu bence. Bu sorun aşılmazsa çok büyük yapımlar bile anlamsız ve gereksiz yapımlara dönmeye mahkum olma riski ile karşı karşıya kalacak. Belki de son yıllarda çıkan iyi iş sayısında düşüş yaşanmasının bir nedeni de budur.”
Değerli Seslendirme Oyuncumuz Zencan Sakal’a bize vakit ayırdığı, sorularımızı cevapladığı ve yazımıza konuk olduğu için tekrardan çok teşekkür ediyorum. Kendisi gerçekten çok içten, güzel düşünce ve yorumlara sahip bir birey. Kendisine işinde ve hayatında nice başarılar diliyoruz…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.