Soma’dan Sinemaya, Emek Sömürüsü Her Yerde!

Filmleri ve dizileri, zaman zaman iyi zaman geçirmek, zaman zaman da ufkumuzu açmak için izliyoruz. Kamera önünde olanları, iyi performansları alkışlıyoruz. Ancak bu yönetmen-oyuncu performanslarının arka planında yaşananlar gerektiği kadar ilgimizi çekmiyor.
Her yönüyle gerileyen, her köşesi yozlaşan ülkemizde, sinema-dizi emekçilerinin de yaşadıkları diğer sektörlerde yaşananlardan farklı değil. Bakınız.com olarak yaşananları merak ettik ve sinema dünyasının önemli çalışanlarıyla temas kurduk. Alttaki yazı geçti elimize, beğendik, sayfalarımızda yer verelim dedik.
Sinemamızın önemli ve yetkin isimlerinden birinin elinden çıkan bu yazıyı emekleri sömürülen tüm kamera arkası çalışanlarının sesi olarak okumanızda fayda var. Sadece okumakla, paylaşmakla kalmayın. Eğer izlediğiniz, keyif aldığınız filmlerin, dizilerin birer sömürü aracına dönüşmesini istemiyorsanız, siz de yazının sonundaki çağrıya destek verin…

Üsküdar meydanı… Sabah 07.00. Beykoz’a kalkan otobüs durağındayım. Durakta benimle birlikte bekleyen birileri daha var. İçlerinden biri yabancım değil. Selamlaşıyoruz, “Hayrola!” diyorum, “Bu saatte ne iş?”
-Bir dizi işi geldi, onun dekor hazırlığına gidiyoruz..
-Çok iyi, yaz geliyor… İşler seyrekleşecek piyasada, biraz para kazanırsınız bu ara…
-Yok hocam ne parası ya, hazırlıkta ödeme yapmıyorlar.
-Ne demek o ya, hem işlerini yaptırıp hem para ödememek ne demek?
-Öyle işte. Dizi başlayınca herkes aldığı zaman bölüm başına ne alacaksak alacağız.
– Nasıl yani? Dizi, sizin yapacağınız dekorlar bitmeden başlayamayacaksa, size ödeme yapmamak ne demek? Ne kadar sürecek hazırlığınız?
-En az 1-1,5 ay.
-Yok artık ya? Yaptığınız işin bir değeri yok mu? Ekibin diğer kısmı zaten hazırlıkta çalışmıyor, onlarla sizin aynı zamanda ücret almanız niye? Görüntü yönetmenini ya da diğerlerini bu kadar süre ücretsiz çalıştırmaya kalkabilirler mi?
-Mümkün mü hocam, görüntü, ışık, set ekibi, takım halinde anlaşıyorlar yapımcı ile… Şimdi onlara bir de bazı setlerde yardımcı yönetmen de eklendi.
-Geriye kim kaldı? Oyuncuları saymazsak, sizin dekor grubu ve kostüm mü?
-Aynen.
– En erken işe başlayıp, en son setten ayrılan emekçi grubu yani. Sendikadan biliyorum, oyuncuların ayrı sendikaları var zaten. Görüntü yönetmenlerinin, ışıkçıların, setçilerin üyelikleri iyice azaldı. Çıkarları için yapımcıya yalakalık yapıp, aynı işteki arkadaşlarını yalnız bırakmak çok hazin değil mi? Herhangi bir haksızlıkta direnmeye kalksanız yanınızda kimseyi bulamayacaksınız yani?
-Prodüksiyon görevlilerini unuttun. Yapım sorumluları(!), prodüsiyon amirleri(!) filan. Çoğu ortaokul, çok azı lise terk filan olup, bir işletme fakültesi mezununun zor bulunduğu tipler. Çoğu şöförden bozma oluyorlar. Getir götür derken, doğru dürüst adama para vermek yerine bunlara para ve seti emanet ediyor yapımcı. Genellikle altlarına araba da veriliyor. Kendini daha da önemli zannediyor o zaman. O kadar komik şeyler oluyor ki, bunların asıl işlevleri bütün ekibe prodüksiyon hizmeti vermekken, herkesin kendilerine sorumlu olduğunu zannediyorlar. Geçenlerde bunların birinden “Polizolan” istedik. “O ne?” dedi. Hem malzemeden bihaber hem de “Sizden biri gelsin, beraber gidelim almaya’’ demez mi.? “Niye beraber gidiliyor? Sana ne gerek var?” Zavallı, herkesi kendi gibi fazla fiş, fatura kestirenlerden zannediyor.
-Fatura dedin de, geçenlerde yapımcının çalışanlardan aldığı ücret karşılığı fatura istediğini duydum. Var mı böyle bir şey?
-Olmaz mı? Yapımcı bizleri sigortalı yapmaktan kaçındığı için fatura istemek kolayına gidiyor. Bazılarını maaşa bağlayıp, sadece şirketinde çalışanların sigortalarını ödeyip -ki bunların coğu prodüksiyon elemanları- bizlerden de fatura istiyor..
-Şaka mı bu? Sizler onlar gibi neyinizi gider göstereceksiniz? Kazandığınızın tamamına yakını kar yani… Sigorta yok, size ödediği ücretlerin vergisini ödemek yok. Çok iyiymiş. Bir de bizler bu işler SOMA’da olunca kıyamet koparıyoruz di mi? Bu yapımcıların Soma daki taşeronlardan ne farkı var? ASIL PATRON diziyi sipariş eden TV. Dizi yapımcısı da taşeron olmuyor mu bu durumda.? TV PATRONU Bölüm başına 5 veriyorsa, yapımcı 1’e 2’ye maletmek için ekibin canını çıkarıyor. Sabahlara kadar çalışma, bölüm bir haftada da çekilse iki haftada da çekilse bölümbaşı ödeme diye bir ödeme şekliyle zaten sömürüyor. 90 dakikalık bir uzun metraj film 6-8 hafta gibi bir sürede çekiliyorken, aynı sürelerdeki bir bölüm dizi bu kadar kısa sürede nasıl çekilebiliyor zaten. Taşeronu SOMA’da, PAMUK tarlalarında, BELEDİYELER’de mi aramalı sadece?
-Neyse hocam, sabah sabah sizin de keyfinizi kaçırdım bu sorunlarla.
-Neyin keyfi kaldı ki, uzayda mı yaşıyoruz, gözümüzün önünde her şey çok açık değil mi? Yeter ki bakınca görmeyi becerebilelim. Soma, taşeron filan diyince aklıma bizim bazı dizi oyuncuları geldi. Gezi’de aslanlar gibi Taksim’de, ve Soma’da. Gösterdikleri tavrı bu dizi taşeronlarına niye gösteremiyorlar? Birlikte çalıştıkları dizinin yer altındaki ekip arkadaşlarını göremiyorlar mı acaba? Aldıkları ücret mi engel? Neyse aklıma geldi sadece, vardır herkesin bir bildiği…
-Hocam ben size bir şey söyliyeyim mi.? Bence artık Türkiyede sinema bu diziler yüzünden en kötü dönemini, çöküşünü yaşıyor. Ne dersiniz?
-Sinemayı 7.sanat sayıyorsak, diziyi nereye koyacağız.? Dizinin sinema sanatı ile uzak yakın bir alakası yok. En azından bizim ülkemizdekilerin. Gerçi buna benzer pek çok ülkede de benzer garabet örnekler var. SANAT en kaba tanımıyla “Dünyanın estetik anlatımı” ise, kaynağı belli olmayan mekan aydınlatmaları, kocaman kocaman kafalardan nerede çekildiği belli olmayan planlar, rastgele gece ışıkları, kameranın suyuna bakılmadan alelacele çekilmiş yamuk görüntüler, ayakta yan yana dizilmiş sırayla konuşan oyuncular, boyu kısa oyuncunun kendinden daha uzun boylu oyuncuya yukarıdan baktığı planlar, doğru dürüst görsel eğitim almamış, çerçeve yapmaktan bihaber, bazı görüntü yönetmeleri ile eğitimi zaten hakgetire bazı ışık şefleri ile hangi estetik anlatımdan bahsediyoruz? Hele cahil-i cühela dizi yönetmenleri ile olay daha da vahim halde. Hayatında story boardla tek bir kısa film bile çekmemiş, sadece kendisine “yönetmen” denilmesinin kasıntısı ile yaşamına bir anlam katacağını zanneden zavallılar topluluğu. Kendini entelektüel zannedip, ama asıl sinemanın temel kuralları ile ilgili bilgisinin bu işi kotarmaya yetmeyeceğinin farkında olmadan, her açıdan tekrar tekrar plan çekip montajda en iyisini bulacağını zannetmekle hangi estetik anlatıma ulaşabileceğiz? Hele dönem filmlerinde, bilmediği bir aksesuar için sanat Yönetmenine dönüp, “O dönemde bu var mıydı?” diye sorup, “–Vardı tabi ki.” yanıtını almaya doymayanları görünce 7.Sanat kimlere emanet diye niye düşünüyoruz? Çok konuştum galiba? Ama bitmedi. Biraz önce yapımcıyla toplu anlaşan gruba yardımcı yönetmen diye birilerinin de katıldığını mı söyledin, yoksa ben mi öyle anladım.?
-Evet, ben söyledim.
-Al sana, bir zavallı sıfat daha. Bu uydurma sıfatla kendisinin ciddiye alınacağını zannetmenin ruh hali nedir o insandaki acaba? Bunu açalım. Dünyanın hiçbir ülkesinde, sinemada bizden çok ileride olanları kastediyorum, “yardımcı yönetmen” diye biri yok. Bu işi yapan insanların adı: “First assistant director”dür. Yani 1.reji asistanı. Son yıllarda çekilmiş, 10 amerikan, 10 fransız, 10 alman, 10 ingiliz, 10 rus filmine bakın bir tanesinde bile böyle uydurma bir sıfata kimse rastlayamaz. Peki bu nereden çıktı?
Dizilerin ilk başladığı yıllarda dizi yönetmenleri, daha çok sinemada deneyimli eski Yeşilçam yönetmenleri idi çoğunlukla. Yapımcılar hem daha az ücret ödeyecekleri hem de işler ilerleyip iki ekip kurmak zorunda kalınca, reji asistanlarına daha az parayla iş yaptırmak için bu sıfatı uydurdular. Böylece, kendini bişey zannedenip ortalıkta cart curt bağıran tipler peydahlandı.. Haaa, reji asistanından yönetmen olmaz mı? Olur elbette. Ama bu cehaletle değil.. Dönemden, kostümden, mekandan, estetikten anlamayanlardan değil. Bir de bunlar yapımcıya yaranmak için iş programlarını, hazırlık ekiplerine şans tanımadan hazırlar ki, ne kadar kısa sürede iş bitirdik demenin arkasında “Yönet-m-en” olabilme şansları artabilsin. Yazık, ne kadar güzel, ne kadar kaliteli, ne kadar estetik bir işi, ne kadar doğru bir sürede çıkardık demek yerine, ne kadar kısa sürede çektik demekle övünmek, yazık!!!
-Hocam, aklı başında iş yok mu.?
-Var mı.? Biz bu dizilerdeki gibi mi yaşıyoruz? Bir tane dişe dokunur konusu olan var mı? Bizim sorunlarımızdan eser var mı bu dizilerde? cinayet, adam vurma, (geçenlerde bir dizi izledim, adam arabanın içindeki herkesi öldürüyor… Tak tak tak.. İniyor, kontrol noktasındaki polisleri de öldürüyor… sonra devam) Bu ne ya? Legalize olmuş IŞİD militanı mübarek. Mafya, aldatma, dolandırıcılık, iktidara yalakalık olsun diye çekilen tarihi diziler. Kkardeşin kardeşe kalleşliği, birbirini aldatan sevgililer. Saçma sapan kakara kikiriler. Zaten sinema yapımcıları da kendilerine gelen bu halkın sorunları ile ilgili tek bir projeye para vermiyor. Ne kadar az söyleyecek lafın, ya da “mış” gibi yaparsan, belki. SANAT, SANATÇI OLMAK BU MU.? Halkın için söyleyecek bir zeminin KURUTULMASINA SEYİRCİ KALMAK.?
-Ama halk bunları istiyor, raytingler filan diyorlar.
-Halkın bi talebi mi var? Bize bunları izletin diye, ne verirsen onu izliyor. Eskiden Yeşilçam’da seks filmleri furyası vardı. Yine video patronları aynı gerekçeyi söylerlerdi. “Ne yapalım, halk bunları istiyor.” o furyanın ardından ‘’eşkıya’’ diye bir film çekildi.Milyonlarca izleyici yaptı. Halk dilekçe verip “Bize eşkıya diye bir film çekin’’ mi demişti? Halkın kültür düzeyini yükseltmektir sanatçının görevi. Zaten onu kendi hayat kavgasının içinde bastırılmış kültürü ile bırakırsan, seçimlerde de gider iktidardakileri seçer.
-Yurt dışında da izleniyor dizilerimiz diyorlar..
-Kim izliyor? Genellikle taassubun kol gezdiği Ortadoğu ülkeleri ile etrafımız(!) Neden? İktidar bu diziler marifetiyle konut ve mal satıyor. Geçenlerde Dubai’de “Parfüm fuarında” bir türk parfümcü, dizilerin buralarda satışları nasıl patlattığını anlatıyordu. Eee, iktidar ülkemizde tüketim malzemelerinin %80’nini yurt dışından ithal etmeye başlayınca, buğday’ı, pamuğu bile… “Kentsel dönüşüm” ayağı ile, yıkıp yeniden yapacak ki ekonomi ayakta kalsın, ucube konutlar satıp taksitle, kredi kartıyla, sen de “bunları ödüyeceğim” diye, kafanı bile kaldıramaz ol, toplumsal her cinayete. Onun için dizileri ve yapımcılarını hararetle destekliyor iktidardakiler. “Satalım satalım, yurt dışına konut satalım, parfüm satalım, sanatla ne alakası var şimdi bu dizi denilen garabet yapıların?
-Bir de dizi reyting yapmadı mı, hemen yenisi giriyor devreye. O zamana kadar paranı alamadın mı, gitti. Cevap: “Patladı iş, biz de kanaldan alamadık paramızı”
-Yesinler onları. Bir gün öyle bir patlatacak ki bu halk onlara..
-Eee napalım hocam, bu durumda çalışmayalım mı?
-Tam tersine, iş bulduğumuz her yerde çalışacağız elbette. Özel sektörde çalışırken seçim yapma şansımız mı var? Biz emeğimizi satıyoruz. Çalıştığımız her işte, bir onurlu emekçi arkadaşımızı kazansak yeter. Ayrıca, madem ki senaryolarımıza yapımcı bulamıyoruz, derdimizi kısa filmlerle anlatalım. Bir ülke sineması kısa filmlerinin kalitesiyle gelişir zaten. Onların iğrenç dizilerine bizim de sanatımızla verilecek yanıtlarımız var. Örgütlenelim, bir çatı altında, sendikalarımızda, her yerde. Söyleyecek lafı olanların korkusu olmaz..
ÇOK AKLI BAŞINDA, YÖNETMEN olma hevesi olmadan çalışan REJİ ASİSTAN arkadaşlar yok mu.? VAR…! AKLI BAŞINDA, BU DURUMUN farkında olan, OYUNCU, GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ, IŞIK ŞEFİ, YAPIM ŞEFİ yok mu.? VAR..!
ONLARDAN BİR SONRAKİ YAZIMIZDA SÖZ EDECEĞİZ….
– DÜRÜST, EMEĞİNE VE ARKADAŞLARININ EMEĞİNE SAYGISI OLAN BÜTÜN SİNEMA EMEKÇİLERİNİ, DÜZENİN YALAKASI SİNEMA YAPIMCILARINA VE DİZİ TAŞERONLARINA BAŞ KALDIRMAYA ÇAĞIRIYORUZ!
-SÖMÜRÜYÜ, TAŞERONLARI UZAKTA ARAMAYIN… ONLAR BURNUMUZUN DİBİNDE…
-ONURUMUZ İÇİN ÖRGÜTLENELİM..! YARATAN BİZİZ..
“SİNEMA SANATININ ONURU İÇİN HACKER’LER”

Yayım tarihi
seçki olarak sınıflandırılmış

Yorum Gönderin