Somewhere: Over The Rainbow?!?

Francis Ford Coppola’nın kızı Sofia Coppola’nın üçüncü filmi Somewhere (Başka bir Yerde), Eylül ayında Venedik Film Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan’ı kazanmış bir film. Bayan Coppola’nın (kendisi de ünlü bir babanın kızı olduğundan) çocukluk anılarından esinlendiği filmin başrolünde Blade’in kötü vampiri Stephen Dorff yer alıyor. Dorff, çılgın ama amaçsız bir hayat yaşayan Hollywood yıldızı Johnny Marco’yu canlandırıyor.

Johnny, Los Angeles’da Chateau Marmont Oteli’nin bir odasında yaşamakta olan ortalama şöhretli bir star. (Süper karizmatik olan bu otel, aynı zamanda sessiz film döneminin efsanesi Greta Garbo’nun yaşadığı, John Belushi ve Helmut Newton’un öldüğü oldukça ünlü bir yer)

Otelde her türlü hizmet mevcut; kat görevlisi Johnny’nin diyetini takip ediyor, bir diğeri istek üzerine Elvis’ten ona şarkı söylüyor. Evinde habersiz partiler veriliyor, kadınlarla kolay ilişkiler yaşıyor, yapacak hiç bir şeyi olmadığında ya bir yarış pistinde -fiyakalı arabasıyla- gaza basıyor ya da –evine, aslında şovları pek de harika olmayan!- ikiz striptizcileri çağırıyor… Ve uyuya kalıyor…

Johhny hayatında bir şeylerin eksik olduğunu biliyor, “bir yere” (somewhere) gitmek istiyor… Ama nereye onu bilmiyor…

Ta ki eski karısı arayıp, “çocuk yetiştirme” işine biraz ara vermek istediğini söyleyene kadar. 11 yaşındaki kızları Cleo (Elle Fanning) ilk kez uzun süreli olarak onun yanına geliyor. Gerçek bir baba figürü olmayla ilgisi olmayan Johnny -zorunlu da olsa- ilk kez kızıyla baş başa kalıyor, onunla zaman geçirmeye başlıyor, dahası kendi hayat biçimi konusunda da –içinde- bir şeyler değişiyor.
 
Film, şöhretin getirdiği handikaplarla ilgili bir taşlama olarak özetlenebilir. Coppola, (kendi vekili olan) Cleo’nun gözünden bu hayatın eğlenceli tarafını çocukça anlatırken başka bir tarafta ilişkilerin, aslında ne kadar yüzeysel ve anlamsız olabileceğini gösteriyor. Tabii ki bu film, sıcak bir aile komedisi değil, yani babasının yanına giden küçük kızın her şeyi düzeltmesi ve hep birlikte mutlu olmaları gibi tipik bir anlatı da yok. Hatta bazı yerlerde başrolün içine girdiği sıkıntılı ruh halini direk içinizde hissediyorsunuz. Bazen hiçbir şeyin olmadığı, konuşulmadığı tamamen uzun sessiz kareler filme hakim oluyor. Örneğin yüzünün kalıbı çıkarılan Johnny’nin yaklaştıkça canavara dönüşen görüntüsü… Az kıpırdayan kamera, sizi önce karakterin olduğu mekana, sonra da içinde bulunduğu sıkıntılı ana hapsetme gücünde… (Tam da bu noktada, gösterimde gördüğüm Nuri Bilge Ceylan’ın da filmi beğendiğini düşünmüştüm)

Coppola, geç de olsa kendini keşfetmeye karar veren hedonist bir adama, kendince yol gösteriyor. Özellikle yönetmen hanımın da anne olduktan sonraki ilk filmi belirtelim… Başladığı gibi bitmeyen! bu filmden şahsen anladığım; eğer bir çocuğum olursa, hayatımı nasıl geçireceğim konusunda sapmak istemeyeceğim bir haritam olacağı… Sanki “Fazla düşünmeye gerek yok” diyor yönetmen, karışıklıklar ve engeller aklınızı karıştırmasın. Çocuğunuzun olduğu tarafa gidin….
“Cleo’s heart is his true home. She is the “somewhere” he needs to get to!”

Yorum Gönderin