1977 yapımı Suspiria, Giallo türü denince akla gelen ilk filmlerden biridir. Dario Argento’nun hem Three Mothers üçlemesinin hem de kariyerinin şüphesiz en ünlü filmidir aynı zamanda. Özellikle görsel dili, şiddeti ve müzikleriyle hafızalarda yer etmeyi başarmıştır bu kült film. Her ne kadar artık 2018 yapımı, Luca Guadagnino‘nun ipleri tamamıyla eline alarak yönettiği aşırı serbest ve bir o kadar da kötü yeniden çevrimimsi ile akıllara gelse de Suspiria, sinemaya ilgi duyan herkesin kesinlikle izlemesi gereken özel bir film. Bu yazıda odağım, filmin başlı başına bir klasik olan müzikleri olacak.
İtalyan Progresif Rock grubu Goblin tarafından bestelenen müzikler, filmin ilginç ve garip havasına çok yakışıyor. İlk olarak Profondo Rosso filminde beraber çalışan Argento ve Goblin, müziklerin aldığı övgüler ile Suspiria’da tekrardan çalışmaya karar veriyorlar. Bu müzikler aynı zamanda Halloween’in müziklerine de esin kaynağı olmuş John Carpenter’ın belirttiği üzere. Alışılmışın aksine, film çıkmadan önce Argento ile ortaklaşa bir çalışma sonucu bestelenen müzikler, filmden bağımsız olarak da ele alınabilir halde oluyor böylece. Bu durum ayrıca filmin müziklere değil, müziklerin filme kimlik katmasının da yolunu açıyor. Film için hazırlanan müziklerin sette oyuncuları tedirgin edebilmek ve havaya sokabilmek için sürekli çalındığı da hem Argento hem de Goblin’in lideri Claudio Simonetti tarafından belirtilmiş.
Albüm (tıpkı film gibi) Suspiria isimli parçayla açıldığı anda da bu fikrin çok yerinde olduğu anlaşılıyor. Adeta bir ninni söyleyen ve gözünüzü kapattığınızda yanınızda cadılar olduğuna inandırma potansiyeli olan rahatsız edici vokal, buzuki isimli Yunan çalgısının tekinsiz notaları ile birleşiyor ve ortaya muazzam bir giriş çıkmış oluyor. Şarkının ikinci yarısında ise gitar ve synth devreye giriyor. Albümün ilk 4 şarkısına hakim olan havayı tek başına sergiliyor ilk şarkı. Bu dört tekinsiz şarkının ardından adını filmdeki Helena Markos’tan alan Markos geliyor. Tam bir karmaşa olan bu şarkı, albümün en başına buyruk parçası. Synth’in coşkusu ile bilinmezliğe sürüklüyor dinleyiciyi.
Black Forest ve Blind Concert ise progresif rock’ın tüm gerekliliklerini yerine getiren ve filme tezat şekilde yüksek ritimli, eğlenceli parçalar. Bass ağırlıklı olmalarının bu durumda etkisi oldukça yüksek. Albümün kapanışını yapan Death Valzer ise dinleyiciyi filmdeki dans sahnelerine taşıyor. Albümün en zayıf ve özel olmaktan uzak şarkısı bu. Ancak filmde sahnesine uyum sağlıyordu. İnanılmaz girişinin ardından bir süre dinleyicinin psikolojisiyle oynayan albüm, sonlara doğru zayıflasa bile filmden bağımsız olarak bile bir başyapıt.
Çok iyi ve kaliteli bir soundtrack olmasının yanı sıra Goblin’in bu albüm ile film müzikleri dünyasını değiştirdiği iddia edilebilir. O zamana kadar orkestra ve enstrümanların ötesine gitmeyen film müziklerinin aksine synth kullanımı var bol bol bahsettiğim üzere bu albümde. Bu tercih ile enstrümanlardan istenen şekilde sağlanamayacak olan atmosferik hava müziklerde yer ediyor, Markos gibi parçalar ortaya çıkıyor. Ayrıca buzuki gibi farklı müzik aletleri ve yüksek deneyselliği ile benzer albümlerden ayrılmasını sağlıyor bu albümün. Böylece hem günümüzde bile taze hissettirirken filmi izlemeyen bir dinleyiciyi bile etkisi altına alabilir, cadılara inanmasına sebep olabilir.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.