Soundtrack Raporu: The Fountain

“Ölümle yüzleşmek” sinema seyircisi için oldukça tanıdık bir tema. Komedi filmlerinden en ağır dramlara, korku filmlerinden aksiyon filmlerine kadar birçok türde yer etmiş bir fikir bu. Çok özel filmlerin ana teması olarak bizleri boşluğa düşüren ölümle yüzleşmeyi en özel şekilde işleyen filmlerden biri de Darren Aronofsky’nin yazdığı The Fountain şüphesiz. Başrollerinde Hugh Jackman ve Rachel Weisz’ın yer aldığı bu romantik bilimkurgu film, 3 benzerlikler gösteren zaman çizgisini farklı ve üstüne düşünülmesini gerektirecek bir kurgu ile birleştirir. İzleyiciye kolay bir yoldan ölümü anlatmak yerine ölümle yüzleşen bir çifti farklı tarihsel noktalarda anlatır. Böylece aslında temelinde basit bir tema olan “Ölümle yüzleşmek” ilginç bir yapı ile taze şekilde izleyiciye sunulur. Zamansız bir film yapmak isteyen Aronofsky’den çok yerinde bir tercihtir bu. Bu tercihini filmin diğer kısımlarında da görmek istemiştir Aronofsky. Görsel efektlerinde minimum CGI kullanmıştır mesela. Yazının konusu olan film müzikleri albümü de bu zamansızlık iddiasına katkı sağlar.

Aronofsky ile Pi, Requiem for a Dream, The Wrestler ve Black Swan’da da çalışan Clint Mansell’in liderliği altında Kronos Quartet ve Mogwai tarafından bestelenen film müzikleri, filmin 3 parçalı kurgusuna eşlik eden bir şekilde karşımıza çıkıyorlar. Clint Mansell’in piyano ve elektronik temelli minimalist yaklaşımı, Kronos Quartet’in yaylılardan oluşan modern klasik müziği ile Mogwai’nin Post Rock temelli perküsyon ve gitarı filmin müziklerini oluşturuyorlar. Bu 3 parçalı yapı, filmin epikliğine ve kurgusuna büyük katkıda bulunan bir çatı altında buluşuyorlar. Aronofsky’nin basit bir tema üzerine kurduğu bulmaca gibi kurgu, filmin müziklerinde de hissediliyor. Filmin müziklerini bir tür altında anmak isterseniz yukarıda bahsi geçen 3 isime de tam olarak oturtamıyorsunuz. Hiçbirinin türüne uymayan ancak muazzam bir füzyon filmin müzikleri. Her ne kadar Mogwai, Mansell ve Kronos’a göre daha geri planda olsa da müzikleri özel kılan yapıya büyük bir katkı veriyor.

Albüm The Last Man isimli parça açılıyor. Mansell’in Aronofsky ile daha önceki çalışmalarını andırıyor bu parça. Yoğun yaylı kullanımı ve hafif piyano tınıları Requiem for a Dream’de de bol bol karşımıza çıkmıştı. Albümün en sıradan parçası diyebiliriz The Last Man için. First Snow ve Stay With Me de Mansell’in önceki işlerinden ayrışma konusunda çok başarılı olamayan parçalar ancak The Last Man’in aksine albümün içindeki tempoya ayak uyduruyor ve temaya uyum sağlıyorlar. Albümün ve filmin kapanışını yapan Together We Will Live Forever da aynı temelden geliyor denebilir. Albüm ve film boyunca hissettiklerimizin bir özeti sanki. Hem hüzünlü hem de bir o kadar romantik bir parça. Albümün ikinci parçası Holy Dread!, (Kutsal Korku) adının gerekliliklerini yerine getiriyor. İlk iki dakikasındaki tedirgin edici yaylılar, ona eşlik eden perküsyon ve ürkütme gayesiyle hareket eden korosuyla albümün kalanı için hazırlıyor dinleyiciyi. Son bir dakikasında, albümün sonuna kadar gidecek o tempoya ulaşıyoruz. Mansell ve Kronos Quartet’in ardından Mogwai de devreye giriyor. Sıradaki parça olan Tree of Life, bu tempoyu sürdürüyor ve dinleyiciyi iyice yukarı çıkarıyor. İşte tam da burada albümün en büyük sıkıntısı karşımıza çıkıyor. Bu tempoya bir daha ulaşmamız yaklaşık 20 dakika sürüyor. Stay With Me-The Finish arası bölüm yani albümün ortası, tempoyu düşürüyor ve aynı tınıda ilerliyor.

Albümün orijinalliğine zarar veren bir 20 dakika var burada. Bu parçalar film ile birlikte değerlendirildiğinde yerli yerinde olsalar da albüm içerisinde sıkıntı yaratıyor. Ancak Clint Mansell, buraya çok ince bir dokunuş yaparak dinlemeyi keyifli hale getiriyor. Film müzikleri, türünün çoğu örneğinin aksine kusursuz geçişler yapıyor dinlerken. Bunun ne demek olduğunu anlatayım; eğer müzikleri sırasıyla dinlerseniz parçalar arası geçişleri duyamazsınız. Albümdeki her parça bir önceki ve bir sonraki ile aynı ritmi korur ve dinleyici (eğer çok dikkatli takip etmiyorsa) bütün albümü tek bir parça gibi dinler. Yıllar içinde Pink Floyd ve The Beatles gibi birçok ünlü grup, albümlerini bu şekilde düzenlemiştir. Bu durumun The Fountain’ın müzikleri böylece filmden bağımsız bir şekilde de harika bir dinleme tecrübesi sunuyor. Filme kattığı duyguları ve epikliği görüntüler olmadan da sürdürmeyi başaran müzikler için çok güzel bir ince ayar. Bu sayede Tree of Life ile albümün açık ara en iyi parçası olan Death Is The Road to Awe arasındaki süreyi fena olmayan bir şekilde geçiyorsunuz. Hatta o aralık bizi şahit olacaklarımıza hazırlıyor desek yeridir. Death Is The Road to Awe; Mansell, Kronos ve Mogwai birleşimini en güzel şekilde yansıtıyor ve bu albüm aslında bu temelde hareket etmeliydi dedirtiyor. Tek başına ele alındığında zaten mükemmel bir parça olmasının yanı sıra, filmin climax anına da çok güzel uyum sağlıyor. Film müzikleri açısından ders olarak okutulması gereken bir parça desem abartmış olmam.

The Fountain Film Müzikleri albümü, toplu olarak dinlenmesi gereken bir albüm. Kusursuz geçişleri ve harika climax anıyla tıpkı eşlik ettiği film gibi bir tecrübe aslında. Ancak bu tecrübenin defoları yok değil. Yukarıda da belirttiğim üzere film içinde sırıtmasalar da kendi içinde yeterli farklılığa sahip değil müzikler. Özellikle albümün bestesinde söz sahibi olan üçlüden beklenen orijinallikten yoksun. Albümü bir puzzle gibi düşünebilirsiniz, anlamlı bir görsel için her parça önemli ancak bazı parçaların sundukları diğerlerinden daha önemli. Mansell’in endüstrideki alışılagelmişin aksine film çekilirken bestelediği müzikler, insanın ruhuna seslenmeyi gaye edinen bir filmin ruhunu yakalamış. Kendi sözleriyle “İçgüdü ve filmin size ihtiyaç duyduğunu söylediği şeyi dinlemek” şeklinde anlattığı bu sürecin sonunda filmi başarıyla dinlediğini söyleyebiliriz.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın