300 ve Watchmen filmleriyle Hollywood’un aranan aksiyon yönetmenlerinden olan Zack Snyder’ın son filmi Sucker Punch birkaç hafta önce gösterime girdi. Snyder, bu filmiyle de 300 ve Watchmen’den farklı bir yola sapmıyor. Tam tersi 300 ve Watchmen’le görselliğin dibine vurduğu yönetmenliğini aynen devam ettiriyor. Başrole Emilly Browning, Abbie Cornish, Vanessa Hudgens ve Jena Malone’u taşımış. Bu kez senaryo ve hikayeler ona ait; herhangi bir çizgiromandan esinlenmemiş. Gelgelelim ortaya çıkardığı yapım yine de çizgiroman estetiğinde.
Sucker Punch’ı çirkin, çok çirkin bir kadına yapılan makyaja benzetebiliriz. Kadın, ne kadar makyaj yaparsa yapsın çirkinliğini örtemeyecektir, bunu değiştiremeyecektir. Snyder da hikayesindeki boşlukları görsellikle, efektlerle kapamaya çalışmış ama nafile. Onca görsellik ve efektten de hikayedeki boşluklar belli oluyor. Sonuçta da ortaya son 10 yılda çokça çekilen efektli boş filmlerden bir tanesi çıkmış.
Hikayeyi bilmeyen yoktur herhalde. Babydoll, Türkçesiyle ‘taşbebek’ annesini sonsuzluğa uğurladığı gün babasının saldırılarına maruz kalır. O esnada küçük kardeşi de yaşamını yitirir. Bunun üzerine babası, kızı deliler hastanesine yatırır. Baskının egemen olduğu, hastaların vücudundan yararlanıldığı bu hastaneden kaçış yollarını aramaya başlar ve kendisine fantastik bir dünya inşa ederek buradan arkadaşlarıyla beraber kaçmaya çalışır.
Sadece hikayenin özetini okuyunca bile akla Guillermo Del Toro’nun Pan’s Labyrinth filminin gelmemesi imkansız. Filmin bazı yerlerindeki yaratıklar Peter Jackson’ın “Lord of the Rings”inden çarpılmış, fark etmemek elde değil. Finaliyle bir Shutter Island etkisi yaratılmaya çalışılmış, doğal olarak da başarılı olunamamış. Karakterlerden yana da sorun çok. Karakterler derinleştirilmemiş, belki böyle bir ihtiyaç hissedilmemiş.
Gelelim ayrıntılara… Del Toro’nun filminde küçük kız Ofellia faşizan bir baskının olduğu dönemde annesiyle faşist üvey babasının çiftliğine gider. Komutan olan ve etrafı askerlerle dolu olan baba, kıza baskı uygulamaya başlar. Bu baskıdan bunalan Ofellia da çareyi kendisine fantastik bir dünya kurmakta bulur. Ne zaman ona baskı uygulansa o zaman bu dünyaya kaçar. Snyder’ın filmi, Del Toro’nun filmini epey hatırlatıyor. Ama Del Toro’nun filmindeki kalite ne yazık ki Sucker Punch’ta yok. Bunun nedeni Snyder’ın ortaya bir gişe canavarı aksiyon filmi çıkarmak istemesinde yatıyor. Gişe sonuçlarına baktığımızda da 82 milyon dolarlık bütçesini 5 hafta geçmesine rağmen çıkaramadığını görüyoruz. Şimdilik 52 milyon dolar kazandırmış film. Yani bir gişe canavarı da olamamış Sucker Punch. Benzerliklerden devam edelim. İki filmde de başkarakterler sorunlu kızlar. İkisi de kendilerine fantastik bir dünya inşa ediyorlar. Sucker Punch’taki dünyaysa çok sorunlu. Buna değineceğim.
Snyder, 300 ve Watchmen filmlerinden görsellik anlamından geri kalmayan bir iş yapmış. Hikaye ve karakterlerin gelişimine de aynı ölçüde önem verseydi belki ortaya bu denli kötü bir yapım çıkmayacaktı. Görsellik hakikaten şahane. Efektler de öyle. “Watchmen”de yarattığı Satürn gezegenini burada da görüyoruz. Karakterlerse derinleştirilememişler. Başkarakter Babydoll dışındakilere orijinal hikayeler yaratmaya tenezzül edememiş. Jamie Chung’ın canlandırdığı karakter Amber, Vanessa Hudgens’ın kotarmaya çalıştığı “Sarışın” karakteri, öğretmenleri Madam Gorski derinleştirilememişler. Keza filmde sadece beş dakika gözüken Jon Hamm (Mad Men’in Dropper’ı) de boş bir karakteri kotarmaya çalışmış. Snyder sadece Babydoll ve Cornish’in kotardığı “Tatlı Pea”yi önemsemiş. Babydoll, Alice’in (Alice in Wonderland’in Alice’i) eli tabanca ve kılıçlı bir hali olması da gözden kaçmıyor.
Filmin bir artısı müzik kullanımıydı. Özellikle bir kaç parça filmin atmosferine uyuyordu. Bazı sahnelerde kullanılan şarkılar etkileyiciydi. Özellikle filmin başlangıcındaki şarkı…
Filmin neredeyse yüzde sekseni aksiyonla doldurulmuş. Ama filmin hikayesinde de aksiyonunda da zeka parıltısının olmaması bu sahnelerin izleyende bir heyecan yaratma olasılığını çok çok düşürüyor. Karakterlerimiz dövüşürken bizler bomboş gözlerle onları izliyoruz. Finalde bir kaçının öldürülmesi de bizi üzmüyor ya da şoke etmiyor. Çünkü Snyder nasıl hikayede ve karakter gelişiminde bocalamışsa duyguyu perdeden izleyiciye geçirmede de bocalamış. Zaten bu yüzden karakterlerimizin maceralarına heyecanlanmıyoruz. Babydoll kaçmaya çalışırken tırnaklarımızı yemiyoruz. Halbuki “Shutter Island”da durum öyle miydi? Teddy’nin adadan kaçmaya çalışmasını heyecanla ve istekle izlemiştik. Tabi birinin arkasında sadece 4 film çeken bir Snyder, diğerinde bir Scorsese bulunuyor. Snyder, hastaneden kaçışı bile heyecanlı hale getiremezken finalde şaşırtmaya çalışmasına ancak gülebiliyoruz.
Gelelim Babydoll’un o şenlikli fantastik dünyasına. Aslında Babydoll, babasıyla dövüşürken, daha doğrusu babasının saldırılarından kurtulmaya çalışırken küçük kardeşini öldürüveriyor; istemeden. Bunun şokuyla hastaneye postalanıyor. Derin bir şokta. Bunun üzerine doktor (Hamm), ona lobotomi uyguluyor. Lobotomi uygulanmadan esas kızımız kendisine bir dünya kurup hastaneden kaçtığını hayal ediyor. O yüzden doktor ona lobotomiyi uygularken gülümsüyor. Gelelim dünyasına…
Gene hastanedeyiz. Deliler hastanesinde. Buranın sahibi ve yöneticisi Mavi (Blue), buradaki hastaları başkanlar ve para saçan adamlar için kullanıyor. Hastalar bu türden önemli ve zengin konuklar geldiğinde sahneye çıkıp dans hünerlerini sergiliyorlar. Bizim Babydoll da provalarda herkesin aklını başından alarak dans ediyor (tabiki bize gösterilmiyor dans edişi, insan merak ediyor haliyle nasıl dans etmiş ama bu da önemsenmemiş). Patron da onu kullanmak istiyor. Her neyse… Öyle bir dünya yaratmış ki kendisine Babydoll, herkes jartiyerli, etekli, baldır bacak dolaşıyor (bkz. afişler).
Kızlar yerleri silerken veya yemek yaparken bile üzerlerinde onları seksi gösterecek kıyafetler mevcut. Kendisine yarattığı hastanede de yukarıda belirttiğim gibi hastalar başkanlar için kullanılıyorlar, onları tatmin ediyorlar. Soruna gelelim. Karakterimiz, annesinin toprağa verildiği gün kardeşini yanlışlıkla öldürüyor. Şokta… Böyle birisi hastanedeyken kendisine herkesin seksi göründüğü, baldır bacak dolaştığı, kadının aşağılandığı bir hastane yaratır mı? O hastanede de kendisine fantastik bir dünya kurması akla geçen yaz izlediğimiz Inception’ı getiriyor. Cobb ve çetesi rüyadan rüyaya atlıyorlardı. Burada Snyder, karakterine bir dünya hayal ettiriyor. O dünyadayken de fantastik bir dünya inşa ediyor. Yani Inception’ın etinden sütünden yararlanıyor. Peki bizi şaşırtıyor mu bu? Bahsettiğim filmler izlenmişse tabiki şaşırtmıyor. Babydoll’un kendisine böyle bir dünya hayal etmeyecek durumda olması bizim bu dünyayı sorgulamamıza yol açıyor. Sonuçta da oradaki Babydoll’un dünyası değil, Snyder’ın dünyası. Belliki filmi yazarken etrafta göbeği açık-mini etekli bir kızla göğüslerin, bacakların teşhir edildiği kızların olmasını istemiş. Yani olması gerekeni yazmamış, oluşturmamış. Zaaflarına ve/veya gişe kaygısına yenik düşmüş. Olması gereken nedir? Mesela Babydoll konumundaki birisi kendisine böyle bir dünya oluşturmaz. Ofellia kendisine yaratıkların ona yardımcı olduğu, perilerin olduğu bir dünya inşa ediyordu. Teddy kendisini adaya bir kaçışın arka planını aydınlatmaya gelen bir adli polis olarak hayal ediyordu. Buradaysa hayal edilenler anormal. Sadece bununla bile filmin ne kadar rezil olduğunu görebiliyoruz. Çok geçmeden farkına da varıyoruz: Bizler Snyder’ın fantazilerini izliyoruz. Babydoll’un dramını ve savaşını değil. Böylelikle Snyder berbat filmi Watchmen’den sonra daha berbatını çekebilme başarısını göstermiş, kutlarız…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.