Super 8, bildik Spielberg yapımı bir filmin sahip olması gereken tüm donanıma sahip. Her şeyin yolunda gidiyormuş gibi göründüğü bir kasaba, orta sınıf Amerikalılar, ebeveynleriyle iletişim kuramayan çocuklar, bu çocukların hayal gücü yüksek arkadaşları ve en sonunda yaşanılan çevrede gerçekleşen sıradışı bir olay. Tüm bu malzemeyi artık ne kadar geçerli olduğu tartışmaya açık bir Hollywood görkemiyle harmanlarsanız ortaya Super 8 türünden bir film çıkar.
Filmin yönetmeni J.J. Abrams az önce bahsettiğim tüm bu öğeleri sadece kendisinin değil diğer tüm Hollywood yönetmenlerinin piri sayılabilecek Spielberg’in yarattığı ana akım sinema diliyle anlatıyor. Daha filmin başlangıcındaki tren kazası seyirciye parmak ısırtacak türden görkemli görsel efektlerle geliştirilmiş oldukça başarılı bir sekans. Filmin devamında hikâye anlatılırken kullanılan sinemasal anlatım da oldukça dozunda ve tatmin edici. Söz gelimi filmin gizemli kahramanı olan yaratığın film boyunca seyircinin gözüne gözüne sokulmak yerine oldukça tutumlu bir şekilde filmin zamanına yedirilerek gösterilmesi de gerilimin her daim diri tutulması adına bir anlatım yetkinliği olarak kabul edilebilir.
Super 8’in hikâyesi, babalarıyla -başka bir deyişle hayatlarında karşılaştıkları ilk otoriteyle de diyebiliriz- iletişim kurmakta zorlanan Joe ve Alice üzerinden ilerliyor. Joe ve Alice’nin de dâhil olduğu küçük bir arkadaş grubunun çekmeye çalıştığı zombi filminin bir tren istasyonu sahnesi çekimlerinde hava kuvvetlerine ait bir tren raylardan çıkar ve ortalık birden karışır. Amerikan ordusuna ait olan bu tren aslında oldukça tehlikeli bir yük taşımaktadır. Bu yük uzaydan gelen bir yaratıktır. Bu yaratık kazadan sonra kapatıldığı vagondan kurtulup kaçmayı başarır. Filmin bu bölümünden sonra kasaba halkının anlam veremediği tuhaf olaylar meydana gelmeye başlar. Joe, Alice ve arkadaşları da kendilerini bu sıradışı olayların içinde bulurlar.
Super 8’i ortalamanın üzerine taşıyan niteliklerinden biri de, işte filmde geçen bu yaratığın bir bakıma Joe ve Alice’nin yaşamlarında aileleriyle kuramadıkları iletişim yüzünden ergenliğin eşiğinde, içinde bulundukları hayata giderek yabancılaşmalarının bir çeşit tezahürü olabilmesi. Çünkü sonuçta filmde geçen yaratık da onu bulan orduya -ki ordu da bir çeşit otorite kurumudur, meramını anlatamamış, onu inceleyen bilim adamları daha en başta ona sırtlarını dönmüşlerdir. Bu yönüyle Super 8 karşılıklı konuşmanın, insanın karşısındakini, bu ister uzaydan gelen bir “yabancı” ister sizin çocuğunuz olsun, anlama gayreti içinde olmanın da önemi üzerine göndermeler yapmayı başarabilmiş bir film. Bu anlamda film aynı zamanda çocuk kahramanlarının kendi çevreleriyle kurmaya çabaladıkları iletişimi geliştirmeleri ve en sonunda çocuk hallerinden kurtularak ergenliğe geçişlerinin süreci olarak da algılanabiliyor. Bu sürecin sonunda herkese “işte biz buradayız fark edin bizi” mesajını haykıran çocukların öteki durumlarını ortadan kaldırmalarıyla filmdeki uzaylı “yabancı”nın dünyayı meseleyi fazla dallandırıp budaklandırmadan terk etmesine de denk gelmesi de tesadüf değil.
En nihayetinde Super 8 bugün artık Hollywood ancak gişe canavarı olmaya aday filmlerin kullanmaya yeltendikleri ana akım sinema anlayışına uzaktan bir selam gönderen ve seyircinin sıcak yaz günlerinde ayarı genelde kontrol edilmeyen klimalarla, serinletmek demeyelim de, dondurulmuş salonlarında eğlenceli vakit geçirmesini sağlamayı amaçlayan ve bence bunu da başarabilen bir film.