Tarantino, Şiddet ve Anlamsız Bir Çağ

Django üzerine uzun uzun analizler yapmaktansa, bugünün insanını, bu zamanları ve bu zamanı yaşayanların şiddetle kurduğu ilişkiyi anlamak gerek. Yoksa Tarantino’yu sıradan bir yönetmeni anlatır gibi anlatmak gerekir ki; bu hiçbir şey anlamadığımız anlamına gelir.

“Hatay’ın Dörtyol İlçesi’nde 31 yaşındaki Fatma Mercan, kucağındaki kızı iki aylık Nazlı Mercan ile katilinden kaçarak sığındığı bir evin kapısında altı kurşunla öldürüldü. Anne olayın gerçekleştiği yerde hayatını yitirirken, kafasına bir kurşun isabet eden iki aylık bebek Nazlı Mercan, tedavisi için kaldırıldığı Dörtyol Devlet Hastanesi’nde can verdi.”

Django’yu izleyip, DVD okuyucuyu kapattıktan sonra televizyon açıldı ve karşımızda yukarıda metnini okuduğunuz haber vardı. Bir süre haberin karşısında donup kaldık, sonra kanalı değiştirdik, izlemek istemedik.

İçinde bulunduğumuz bu tuhaf zamanların en başarılı anlatıcılarından biri Tarantino. Kendisi filmlerine fazla anlam yüklenmemesini istemişti zamanında, derinlikli bir anlatıcı olmadığını açıklamıştı. Bu açıklama film eleştirmenlerinin üstüne kapaklandığı bir argüman oldu, herkes Tarantino’nun B sınıfı filmler yaptığında uzlaşıverdi. Özellikle Tarantino’nun Kill Bill sonrası dönemini Tarantino’nun şiddetle kurduğu kişisel yakın ilişkiye bağlayan çok fazla yazı yazıldı, yazılmaya da devam ediyor.

Oysa sinema üzerine fikir üreten insanların, sanatı üreten kişilerin söylediklerinden çok yaptıklarını ciddiye almaları gerekmez mi? Tarantino gibi bir dehanın yaptığı işler ortadayken, “zaten B sınıfı film yapıyor” argümanının üzerine yatıp ahkâm kesmek en kibar tabiriyle kolaycılık değil mi?

Şimdi ilk paragrafa geri dönelim. Django’nun DVD’sini okuyucudan çıkarır çıkarmaz bu akla ziyan habere maruz kalmaya başladık. Bir adam, katil, belinden silahı çıkarıyor; karşısında bir kadın ve bir bebek var. Kadını öldürmek istediği belli ama bebek de ölürse pek umrunda olmayacak. Sonra tetiği çekiyor, bir daha çekiyor, bir daha, bir daha, bir kurşun daha, bir kurşun daha… Sonra kurşunlardan birinin bebeğin kafasına geldiğini de görüyor. Bunu yapan kişi etten kemikten bir insan; şu anda hayatta, yaşıyor, soluk almaya devam ediyor. Her insan gibi bir şeyler yiyor, bir şeyler düşünüyor, uykusu geliyor, uyuyor, uyanıyor… Hayat hepimiz için olduğu gibi, onun için de devam ediyor. Üstelik buna benzer hikayeler barındıran onlarca haberi, sadece geçen Şubat ayı içinde okuduk. Okuduk ve geçtik. Geçmediysek, google’a “Evinin önünde öldürüldü”, “şiddet gören kadın”, “evini bastılar” yazdık ve karşımıza çıkan yüzlerce sayfa ve haberden dehşete düştük. Ya da düşmedik.

Şimdi Django, Soysuzlar Çetesi, Kill Bill gibi filmleri bir kenara bırakırsak, tamamen gerçek hayatın ürünü olan bu katilin yaşamından bir senaryo çıkarmayı aklınızdan geçirebilir miyiz? Şiddetin, cinayetlerin, işkencelerin, sınıf farklılıklarının manasızca, arsız bir virüs gibi dünyaya yayıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Tarantino hangi zamanın, hangi dünyanın, hangi insanların yönetmeni? Soysuzlar Çetesi sizce Hitler Almanyası’nı, Django 1800’ler Teksas’ını anlatan dönem filmleri mi, yoksa Tarantino’nun, dünyanın işlediği büyük insanlık suçlarının intikamı gibi görünen basit yönetmen mastürbasyonları mı?

Ya da bugünün dünyasının virüsleri tarafından kuşatılmış, bugünün artık iyice anlamsızlaşan şiddet temelli dünyasının diliyle yapılmış, eski dönem üzerinden bu çağın röntgenini çeken filmler olarak mı görülmelidir? Bana kalırsa Tarantino sinemasının gerçeği tam olarak bu: bugün. Tarantino, kimsenin yapmadığı kadar bugünü, bugünün insanlarını anlatıyor. Bizleri, şiddet görmeye alışmış sinema izleyicileri olarak görüyor ve üzerimizde deneyler yapıyor. Kan görmeyi, ölüm görmeyi, işkence görmeyi normalleştirmiş, acı sinirleri köreltilmiş koca bir insanlığın bugünkü halini bizlere gösteriyor.

Tarantino, filmlerini izleyen insanların hâli üzerinden filmler yapıyor. Burada B sınıfı olan tek şey, Django gibi silahla uçurulan, çekiçle parçalanan ya da köpeklere öğle yemeği niyetine sunulan insan kafalarının havada uçuştuğu bir filmi rahat bir şekilde izleyebilme hissizliğine “erişen”, şiddeti hayatın rutinlerinden biri olarak görmeye alıştırılan bizleriz.

Yorum Gönderin