Inglourious Basterds: Tarantino Yaptı, Oldu!


Konuk Yazar: Cem Süer

Hollywood’un vazgeçemeyeceği iki önemli altın madeni var. Bunlardan birisi, hâlâ 60 yıl öncesinin korkularını taşıyanlar için İkinci Dünya Savaşı yani Nazi filmleri. Diğeri ise günümüzün en büyük sanat dallarından biriyken, Hollywood ağabeyinden fazla etkilendiği için özgünlüğünü kaybetmeye başlayan çizgi roman sektörü. Çizgi roman filmleri giderek daha iyi olurken, çizgi romanlar Hollywood klişeleriyle dolmaya başladı bile. Peki ya tarihe ne demeli? İkinci Dünya Savaşı tarihini sadece Hollywood filmlerinden öğrenen günümüz insanı, sırf Nasyonel Sosyalist Almanya’da yaşadığı için o dönem insanlarının hepsini canavar olarak görüyor. Yanlı filmler sayesinde, baskıcı rejimin kurbanları bu insanlar, izleyicilerin gözünde beyin yiyen zombiler ya da anlamsızca üzerimizde deney yapan uzaylılar kadar tehlikeli. Sırf bu dayatmacı görüş yüzünden, geçtiğimiz aylarda gösterime giren Valkyrie adlı film, tarihi bilgisayar oyunları ve filmlerden takip edenler için büyük sorun olmuştu. Gerçek bir hikâyeyi daha kurgusal şekilde anlatmasına rağmen, insanların en büyük tepkisi “İyi Nazi olmaz” lafıydı. İnsanların gözünde Nazi partisinin yönettiği Hitler dönemi, sanki cehennemden bir kapı açılmış da oradaki zebaniler topluca Almanya’ya tatile gelmiş gibi. Tabii gelmişlerken bir de dünyayı ele geçirelim diye niyetlenmişler. Kaç tane tarihi filmde Nazi’lerin böyle gösterilmediğini gördük? Sayısını söylemek gerçekten zor… Özellikle birçok filmde Hitler konuşurken, arkada giren gerilimli müzikler ortamı günümüz korku filmlerinden bile daha etkileyici hale getiriyordu. En büyük klişe ise, Hitler konuşurken arka planda gelen şeytani sesler. En büyük örneğini merak edenler, Hitler Rise of the Evil adlı televizyon dizisini izleyebilirler. Tarihin bu kara lekesini gerçekten irdeleyip yanlışlarını anlamadığımız sürece, insanlığın kaderi hep aynı şeyleri yaşamaktır. Belirli grupların ve şirketlerin para kazanmak için sürdürdüğü Nazi paranoyasını biraz mizahi dille eleştirmediğimiz sürece gerginlik de hep devam edecek…3

İşte Tarantino aynı düşüncelerle, yeni filmi Inglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi) cesur bir iş ortaya koymuş. Öncellikle böyle cesur bir filme bu kadar naif bir isim seçenleri kutlamak isterim. Küfrü artık noktalama işaretleri yerine kullanan bir millet olmamıza rağmen, filmin adını böyle yumuşak hale getirerek tüm esprisini kaçırdık. Inglourious Basterds, Tarantino’nun tarzını taşıdığı gibi bir o kadar da farklı bir film. Bu filmi anlayıp sevmek için, önce Tarantino’yu anlamak sonra da tarihi iyi bilmek gerekli. Komedi, sosyal eleştiri, şiddet, aşk ve nefret; işte tüm bu karman çorman olaylar hiçbir sınıfa yerleştirilemeyecek bir film çıkartmış ortaya. Quentin Tarantino öncellikle iyi bir filmsever. Zaten geçmişini araştıranlar yönetmenlik macerasının nasıl da video kaset dükkanlarından başladığını görürler. Ancak o sıradan bir filmsever değil. Onunla birlikte sinemaya gittiğiniz zaman, herkes gibi sessiz ve pür dikkat filmi izlemek yerine, gördüğü detayları hemen orada söyleyen ve çenesini bir türlü tutamayan birisi. Zaten oynadığı filmlerde canlandırdığı tipler de hep bu tarz insanlar. İşte Tarantino filmlerini özel kılan en büyük neden budur. Çünkü o filmlerde detayları saklayıp, seyirciyle saklambaç oynamaz, insanın gözüne sokar. Hatta filmi durdurup, bakın bu budur der. Bazı yönetmenler vardır ki, onların filme hiçbir katkısı yoktur. İzlerken, o var mı yok mu anlamayız. Sanki oyuncular ve teknik ekip bir araya gelip doğaçlama bir şeyler yapmışlar, birisi onları çaktırmadan kameraya çekmiş gibidir. Tarantino filmlerinde bunun tam tersini yaşıyoruz. Arşivde çürümekten kurtarıp bir iki sahne eklediği Hero filminde bile, onun elinden çıkan sahneler ben buradayım diye bağırıyor. Kısacası Tarantino filmini izliyorsanız, o aslında yanınızdaki koltukta oturuyor ve kendi filmini eleştirip size eşlik ediyor.

Zamanda alternatif bir yolculuk

Film kendi alternatif zamanında geçiyor. Tarantino kendi bakış açısıyla İkinci Dünya Savaşı’na alternatif yaratmış. Filme adını veren Inglourious Basterds adlı grup Brad Pitt’in oynadığı Teğmen Apaçi Aldo Raine tarafından yönetiliyor. Bu Soysuzların tek amacı var; o da sivil olarak Avrupa’ya sızıp Nazi’leri öldürmek. Tamamıyla bir amerikan klişesi olan bu grup, örneklerini çok gördüğümüz özenle seçilmiş askerlerden oluşuyor. Ve tabii ki, her Tarantino filminde olduğu gibi başta bu soysuzlar ve diğer tüm karakterler, sıradanlıktan uzak kendine göre takıntıları olan tırt tiplerden oluşuyor. Soysuzlar soykırımdan kurtulmuş yahudiler ve kendi ırkını öldürmekten hüküm giymiş eski bir Nazi askerine sahip. Kısacası, onlar Tarantino’nun G.I Joe’ları görevini üstlenmişler. Ancak bu elit askeri grup Rezervuar Köpekleri’ndeki çetenin geyikçi unsurlarını da taşıyor. Aldo Raine, ona karizma katan ve savaş tecrübelerini anlatan yaralarıyla birlikte tam bir amerikan askeri oyuncağını andırıyor. Özgüven akan konuşması, mimikleri ve duruşuyla birlikte bu karakter aynı zamanda amerikan sinemasından fırlamış ideal bir asker tipi. Ancak Brad Pitt’in oyunculuğuyla birlikte bu karakter karizmatik olduğu kadar komik de. Abartılı mimikleri ve tavırlarıyla birlikte Aldo seyirciyi gülme krizlerine sokuyor. Adı bir efsaneden esinlenen ve Eli Roth tarafından canlandıran Yahudi Ayısı ise ekibin en dikkat çekici karakteri…
Film birkaç farklı hikâyenin birleşiminden oluşuyor. Daha sonra bu hikâyeler ilginç bir kurguyla tek bir mekânda birleşiyor. Bu mekân ise bir sinema salonundan başkası değil. Açıkçası, Inglourious Basterds Taranitono’nun en iyi kurguya sahip filmi. Yönetmenin diğer filmlerinin aksine, olaylar kopuk bir şekilde ilerlemiyor. Tarantino o klasik, dağınık çalışma masalarına benzeyen tarzından vazgeçmiş. Bunun yerine, seyirciyi daha da meraklandıran ve beklenmedik sürprizlerle süslü bir film çekmiş. Kill Bill için yönetmen, “İşte bu benim Uzakdoğu ve Western filmim” demişti. Bu mantıkla bakarsak, Soysuzlar Çetesi Tarantino’nun sinema tarihini ve İkinci Dünya Savaşı filmini kendi bakış açısıyla eleştirdiği bir yapıya sahip. Tarantino’nun o dönemin yapısını araştırdığı açıkça ortada. İşgal altındaki Fransa ve insanların davranışları olabildiğince iyi yansıtılmış.

4

En önemlisi ise filmdeki Adolf Hitler ve Joseph Gobels’in bilinen karakteristik özelliklerini en iyi şekilde yansıtılması. Hitler, tarihi yakından takip edenlerin de bileceği gibi, deli bir diktatör olduğu kadar unutkan birisi. Sürekli yanında birilerinin onun arkasını toplaması lazım. Hitler filmde bağırıp çağırıp, nutuklar atarken, arka planda bir gerilim müziği çalmayınca ya da şeytani ses efektleri verilmeyince, bu adamın aslında ne kadar da komik ve aciz olduğu ortaya çıkıyor. Joseph Goebbels’in Hitler’in en fanatik takipçisi olduğu biliniyor. Hatta Hitler’e o kadar inanıyor ki, Führer’i intihar ettiği için kendini ve ailesini öldürdü. Goebbels’in bu aşka varacak olan sevgisi, filmde mizahi bir şekilde anlatılmış. Ayrıca filmdeki ünlü Nazi üst düzey yöneticileri ok işaretiyle gösteriliyor. Posterler, fragman ve konuya bakarak filmin klasik bir macera, casusluk ekseninde döndüğünü düşünebilirsiniz. Ancak Tarantino bu konuda sağ gösterip sağ vurmuş. Film aslında, maceradan çok komedi ağırlıklı bir yapısı var. Hatta bazı sahneler o kadar komik olmuş ki, filmi izlerken gülme krizlerine gireceksiniz.

İyi asker, kötü Nazi, güzel kadın

Inglourious Basterds’ın askeri hikayesi dışında bir de film içinde çekilen ayrı bir filmi anlatıyor. Buradaysa devreye Tarantino kadınları arasına yeni katılan fransız güzel Mélanie Laurent giriyor. Kendisi yahudi olmasına rağmen ajitasyon yapmayan Shosanna Dreyfus adlı karakteri canlandırıyor. Entelektüel ve güçlü bir karakter olan Shosanna filmin en önemli karakterlerinden. Laurent saf güzelliği kadar oyunculuyla da seyirciyi büyülüyor. Daniel Brühl’ün canlandırdığı Fredrick Zoller adlı kahraman Nazı askeri ise, bahsi geçen filmin yıldızı. Zoller, Goebbels’in propaganda dehasının son ürünü. Güya kahraman olan bu askerin, Shosanna abayı yakmasıyla birlikte filmin kaderi de değişmeye başlıyor. Zoller’ın jest olsun diye başrolünü oynadığı filmin galasını Shosanna’ın işlettiği sinemada yapmak istemesiyle birlikte Soysuzlar Çetesi’nin esas konusu başlamış oluyor. Bir yanda Soysuzlar grubu, öteki yanda Nazi cephesi ve bunların arasına serpiştirilmiş birbirinden ilginç yan karakterler…
Christoph Waltz’ın canlandırdığı Hans Landa karakteri, filmin işlediği tüm hikâyeler arasında bir köprü görevi görüyor. Landa kesinlikle filmin en ağır toplarından. Waltz’ın başarılı oyunculuğu sayesinde bu karakter, seyirciyi, hem güldürüyor, hem geriyor hem de öfkelenmesini sağlıyor. Türevi filmlerin aksine Soysuzlar Çetesi, Nazi’lere farklı bir bakış açısı getirmiş. Filmdeki Nazi karakterler, amaçsızca kötülük yapan korkutucu tipler değiller. Bunun yerine, hepsinin kötülük yapma nedenleri var. Nazi’ler sahip oldukları müthiş iktidar nedeniyle, istedikleri gibi davranan kibirli insanlar. Gerçekçi şekilde bu karakterler, egoları ve hırsları nedeniyle insanlara kötülük yapıyorlar. Özellikle Zoller’ın film boyunca çizdiği aşırı romantik ve anlayışlı karakterin istediğini elde edemeyince bir anda canavarlaşması bunun en büyük göstergesi…

1

Tarantino deyince, uzun uzun replikler akla gelir. Yönetmen bu tarzını Soysuzlar Çetesi’nde de devam ettirmiş. Karakterler arasındaki uzunca süren ve çoğu zaman geyik muhabbetine dönen konuşmalarla birlikte yönetmen birçok konu hakkında eleştiri yapıyor. Bu repliklerle, Tarantino Nazi’lerin üstün ırk teorilerine birçok eleştiri de bulunmuş. Öte yandan birçok Nazi propaganda filminde imzası olan ünlü kadın yönetmen Leni Riefenstahl’ı kullanarak sinema tarihi hakkında bir yorum da yapmış. Filmin tek siyahi karakteri için sarf edilen replikler ise yine Nazi’lerin üstün ırk teorisine yapılan göndermelerden birisi. Ancak Tarantino’da hiç gönderme biter mi? Soysuzlar Çetesi Scarface de dâhil birçok ünlü filme açık açık göndermede bulunuyor. Ancak bunları görmek için iyi bir film zevkine sahip olmak lazım. Inglourious Basterds’ın içerdiği en büyük parodi casusluk filmlerinde hep atlanan bir detayla dalma geçmesi olmuş. Bu tarz filmlerde düşman hattına geçen casus ya da askerler, çat pat dil öğrenip düşmanlarını bu şekilde kandırırlar. Onla o kadar karizmatik davranırlar ki, filmlerin kötü karakterleri gibi seyirciler de aksan denilen önemli detayı unutur. Tarantino bu detayı unutmamış ve düşmanların aksanını kıvıramayan karakterlerin kara mizah örneği durumlarını sinemaya yansıtmış. Üstelik hem yönetmen hem de oyuncular bu olayla o kadar iyi dalga geçmiş ki izleyenler gülmekten yerlere yatıyorlar. Tarantino filmlerinin bir başka vazgeçilmezi ise geniş konuk oyuncu yelpazesidir. Diane Kruger’ın oynadığı alman film yıldızı ufak bir rolü olmasına rağmen filme casusluk tadı katıyor. Mike Myers’in canlandırdığı general karakteri, gözüktüğü kısa süre içerisinde biraz zayıf bir oyunculuk gösterse de, insanları gülümsetmeyi başarıyor. Tarantino da olmasa kendisini sinemada pek göremediğimiz güzel oyuncu Julie Dreyfus’da bu filmde yerini almış. Dreyfus, Kill Bill’e kıyasla bu sefer ekranda daha fazla görünüyor ve rolü daha aksiyonlu. Michael Fassbender ve Til Schweiger’ın canlandırdığı askerler, kült sınıfına girecek karakterler. Samuel L. Jackson bu sefer görüntüsüyle olmasa da sesiyle Taranitono’yu yalnız bırakmamış…

2

Müzikler olmadan Tarantino filmleri kesinlikle eksik kalır. Onun filmlerinde müzikler, replikler kadar önemlidir. Sahnelere vurgu yaparken mutlaka hayranı olduğu müzikleri kullanır. Her ne kadar bunlar ikinci el parçalar olsalar da, Tarantino onları filmlerine öyle güzel serpiştirir ki, sanki ilk kez kullanılmış gibi olurlar. Yönetmen yine, Western filmlerinin unutulmaz bestecisi Ennio Morricone’nin parçalarını kullanmış. Daha önce Western müzikleriyle bize uzak doğu filmi izleten Tarantino aynı hınzırlığı Nazi dönemi içinde yapmış. Wagner melodileri ya da senfonik savaş marşları yerine, yönetmen western ve diğer İkinci Dünya Savaşı konulu filmlerin müziklerini kullanmış. Yer yer çalan dönem müzikleri de atlanmamış bir detay. Yönetmenin kan ve ayak fetişi bu filmde de devam ediyor. Ancak Tarantino diğer filmlerine kıyasla bu zevklerini seyircinin gözüne sokmadan yansıtmayı tercih etmiş. Hatta bu sefer, kan ve şiddet sahnelerinde oldukça cimri bile davranmış. Gerçi etrafta filmin şiddet konusunda sansür yediği konusunda bazı dedikodular dolaşıyor. Çıkacak makassız DVD ve Blue Ray’lerle bu dedikodunun gerçeklik payını da öğrenmiş olacağız. Soysuzlar Çetesi, yüksek komedi ve şiddet sosuna bulanmış bir intikam filmi. İzleyeceğiniz en farklı Nazi filmi olacağı da kesin. Uzun süresine rağmen film kendini izletiyor ve izleyiciyi fazla sıkmıyor. Tarantino hayranları dışında, sinemadan zevk alan herkes bu filmi izleyebilir. Tabii ki şiddet içerikli ve kanlı sahnelere tahammül edebilirseniz…


6 responses to “Inglourious Basterds: Tarantino Yaptı, Oldu!”

  1. Christoph Waltz’ın oyunculuğu gerçeten muhteşem. Tarantino filmerline akademi göz kırpar mı bilemeyeceğim ama kendisi benim en iyi yardımcı erkek oyuncu adayım.

  2. Christoph Waltz’ın oyunculuğu gerçeten muhteşem. Tarantino filmerline akademi göz kırpar mı bilemeyeceğim ama kendisi benim en iyi yardımcı erkek oyuncu adayım.

  3. Valla film soysuzlar çetesi diye çevrilmiş ama Inglourious Basterds nasıl çevrilir onu da bilemedim. “Şirefsiz Püçler” filan mı deselerdi :)

    Bu arada tıpkı film gibi uzun ama akıcı bir yazı olmuş.

  4. Valla film soysuzlar çetesi diye çevrilmiş ama Inglourious Basterds nasıl çevrilir onu da bilemedim. “Şirefsiz Püçler” filan mı deselerdi :)

    Bu arada tıpkı film gibi uzun ama akıcı bir yazı olmuş.

Leave a Reply