Selamlar bakiniz.com takipçileri. Bu yazımızda Christopher Nolan’ın yeni filmi Tenet hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşacağız. Yazı belli bir noktaya kadar spoilersız olacak. Spoilerlı incelemeye geçmeden önce sizi tekrardan uyaracağım. Açıklamamızı yaptığımıza göre filmin spoilersız incelemesine başlayabiliriz.
Tenet filmi, Christopher Nolan’ın filmografisine hayranlık duyan, genç bir Hollywood yönetmeninin elinden çıkmış gibi. Eğer filmi yönetenin Nolan olduğunu bilmeseydim, ‘Çakma Nolan’ yaftasını yapıştırırdım. Çünkü; karakterlerle herhangi bir bağ kuramıyoruz. Karakterlerin geçmişi, motivasyonu ve kişiliği hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Bunların üstüne bir de kötü karakterimiz fazlasıyla tek taraflı ve karikatürize olunca, seyirci olarak sırtımızı aksiyon sahnelerine dayıyoruz. Fakat aksiyon sahneleri de beklentilerimizi karşılayamıyor. Müzik kullanımı bakımından Nolan’ın en kötü filmi diyebilirim. Herhangi bir sahnede çalan müzikler, hiçbir şekilde akılda kalmıyor. Sıradan bir Hollywood aksiyon filminin müzikleri kadar vasat bir müzik kullanımıyla karşı karşıyayız. Müzik kullanımı dışında da beklediğimiz aksiyon sahnelerini göremiyoruz. Sadece bir noktada, içinde bulunduğumuz koşulları daha net anlayabiliyoruz. O sahne de pek uzun sürmüyor.
Bunların yanı sıra kusursuzluk abidesi olarak gördüğümüz Nolan, bu filminde yönetmenlik açısından pek de iyi bir iş ortaya koyamıyor. Özellikle filmin ilk yarısında birçok sahne yarıda kesilmiş gibi. Sıradan bir konuşmanın ortasında direkt başka bir sahneye atlıyoruz. Bu sahneleri gördükten sonra filmin daha uzun olduğunu ve Nolan’ın sahne çıkarmak zorunda kaldığını düşündüm. Çünkü söylediğim olay çok fazla oluyor. Herhangi bir es vermeden sahne geçişi yaşanıyor. Seyirci olarak afallıyoruz çünkü aynı karakter bir saniye sonra bambaşka bir noktada karşımıza çıkıveriyor. Sahneler fazla keskin bir şekilde kesilmiş ve bu da seyirciyi çok yoruyor. Diğer bir takıldığım nokta ise devamlılık problemi. Yolda yürürken konuşan iki kişinin konuşması bir anda kesiliyor ve bir sonraki açıda karakterlerimiz duruyor ve konuşmalarına kaldıkları yerden devam ediyorlar. Aynı karakterler konuşmalarına devam ederken sahne yine sert bir biçimde kesiliyor ve karakterlerimiz bu sefer yürüyerek sohbetlerine devam ediyorlar. Bu devamlılık sıkıntıları özellikle ilk yarıda fazlasıyla seyirciyi yoruyor. Bahsetmeye çalıştığım olay sadece karakterlerin konuşmalarının keskin bir şekilde kesiliyor oluşu değil. Karakterlerimizin duruşu ve fiziksel görünümü de sekteye uğruyor.
Filmi bütün olarak pek sevemedim. Kötü karakterimizin motivasyonu hem duygusal açıdan hem de mantık bakımından bana geçmedi. İyi tarafta olan karakterlerimizde de aynı problemi yaşadım. Hikaye büyük büyük önümüze sunulurken pek öyle olmadığını her geçen dakika daha iyi anlıyoruz. Sıradan bir Hollywood aksiyon ve gerilim filmi gibi. Esasen Nolan benim inanılmaz derecede sevdiğim bir yönetmen değil. Ortaya koyduğu işlere inanılmaz saygı duysam da çok sevdiğim filmleri de var, pek hoşlanmadığım filmleri de. Lakin hoşlanmadığım filmlerinde dahi olayları sindirebiliyordum. Bu filmdeki hikayeyi çok sönük buldum.
Oyunculuklara gelecek olursak; John David Washington, elinden geleni yapsa da karakteri bizlere benimsetemiyor. Oyunculuk açısından fena durmuyor lakin bazı sahnelerde vermek istediği duyguyu seyirciye tam anlamıyla aktaramıyor. Kenneth Branagh’ın performansını hiç beğenmedim ve bu tamamen karakterle alakalı bir durum. Karakter fazla klişe ve tek yönlü. Cast açıklandığı zaman Robert Pattinson ismini duyunca çok heyecanlanmıştım. Son yılların en gözde isimlerinden biri olan Pattinson, bu filme ve karaktere fazla geliyor. Karakterin gidebileceği ve yönelebileceği alan çok dar olmasına rağmen Pattinson bu dar alanı sonuna kadar kullanıyor ve bazen karakterinin dışına çıkıyor. Bu durumda karaktere karşı bir antipati yaratıyor. Bana göre kötü bir performans değil ama karakterle pek uyuşmayınca beklentilerin altında kalıyor. Elizabeth Debicki ise filmin en iyi performansına sahip oyuncusu olarak karşımıza çıkıyor. Bazı sahnelerde abartıya kaçan oyunculuklar sergilese de bütünüyle en beğendiğim oyunculuk performansını, Elizabeth Debicki bizlere sunuyor. Oyunculukların toplamı vasat bir sonuç çıkarıyor. Çünkü senaryo fazla vasat ve hatta vasat altı duruyor. Karakterlere özgür bir alan bırakmayınca mekanik oyunculuklarla ve bazen anlamsız diyaloglarla karşılaşıyoruz. Senaryonun çokta uzun olmadığını düşünmüyorum. Film ortalama olarak 150 dakika sürse bile senaryonun 90-110 sayfa arasında olduğunu düşünüyorum. Hatta daha az bile olabilir.
Filmin üzerine konuşulacak çok şey var. Anlamadığımız veyahut yanlış anladığımız bir takım olaylar çıkabilir. Film platformlara düştükten sonra tekrardan izlenilebilir, her şeyi anlamak için. Ama ben bu tarz ‘bir seferde anlaşılmaz’ filmlerini oldum olası saçma ve gereksiz buluyorum. Çünkü bir seferde anlaşılmaz diye bir şey yoktur. Bir seferde anlatmak istememek vardır. Bunun farklı nedenleri olabilir ama bana göre iki önemli nedeni var; birincisi seyirciye karşı çok zekice bir iş ortaya koyduğunu hissettirmek. İkincisi ise daha fazla bilet sattırmak. Ben iki yapıyı da gereksiz buluyorum.
Genel olarak Nolan filmografisine kıyasla vasat altı kalan bu yapım, seyirciye elle tutulur, savunulacak herhangi bir done vermiyor. Durum böyle olunca film bir bütün olarak beklentilerin altında kalıyor. Benim filme puanım 4.5/10.
Yazının bundan sonrası SPOİLER öğeler taşımaktadır.
Öncellikle kötü karakterimiz Sator’dan başlayayım. Karakterin elle tutulur hiçbir mantıklı yönü yok. Kötü karakterin Rus silah kaçakçısı olması başlı başına bir sorun. İnanılmaz bir klişe. Karakteri bir Rus’un değil de bir İngiliz’in oynaması ise işin tamamına tüy dikiyor. Çünkü aksan gözle görülür bir biçimde sırıtıyor. Zaten karakterimizin iki boyutlu olması büyük bir problem iken bir de bu karakteri canlandıran aktör Kenneth Branagh, iyi bir performans sergilemeyince ortaya anlamsız yere kötü olan bir karakter çıkıyor. Çünkü yerli dizilerden alışık olduğumuz mafyavari söylemler bana inandırıcı ve mantıklı gelmiyor. Eşine ‘Ya benimsin ya da hiç kimsenin olamazsın’ demesi başlı başına bir saçmalık ve ayrıca dünyayı yok etmesinin nedeni olarak bizlere bu iddianın biraz değişiği olan ‘Dünya, ya benimsin ya da yoksun’ cümlesini bizlere aktarmalarına ben ikna olmadım. Eşine ve dünyaya neden bu kadar öfkeli ki? Motivasyonunu hiç anlamadım. Sator karakterinin dünyayı yok etmek için sözde en mutlu olduğu ana, geçmişe gidip, Venedik’te çocuğu ve eşiyle günbatımını izledikten sonra dünyayı yok etmesi ise karakterin duygusallığıyla hiç uyuşmuyor. Daha çok karakterin bencilliği ön plana çıkartılsaydı, bu sahne daha fazla anlam kazanabilirdi. Çünkü eşine sözde bu kadar değer veren bir insan öyle sözler söylemez veya çocuğuna bu kadar anlam yükleyen bir kişi, onu yok edecek bir sistemi çalıştırmaz. Sadece ve sadece bencil bir insan bunu yapar. Filmde bir noktada bu bencilliğin altı çizilse de üzerinde pek durulmadı. Bu durum da Sator karakterini daha da anlamsızlaştırdı.
Dünyayı yok etmek için gerekli olan sistemin, dokuz parçaya ayrılmış olması da hiç mantıklı gelmedi ve açıklamayı da tatmin edici bulmadım. Çünkü gelecek ve geçmiş arasındaki sistemi yaratan bilim insanı, yarattığı sistemin ne kadar yıkıcı olduğunu anlayınca kimse buna ulaşamasın diye bunları dokuza bölüp, en güvenli bölgelere yerleştirmiş olmasını mantıksız buluyorum. Bu yarattığı gelecek ve geçmiş arasındaki sistemi kullanıp, geçmişe gidip yarattığı sistemi rahatlıkla yok edebilir. Neden geçmişe gidip bunları saklıyor ki? Film bu mantığın üzerine kuruluyken ve bu mantığında anlamsız çıkması tatmin etmiyor. Kat karakterinin yarasının nasıl iyileştiğini ise hiç anlayamadım. Zamanda geriye giderek yara nasıl iyileştirebiliyor bizlere açıklanmadı.
Bir sahnede geçmiş ile bağ kurulmasını sağlayan mekanizma hakkında bizlere bir bilgi veriliyor. Cümlesi cümlesine hatırlamasam da bu minvaldeydi ‘mekanizmaya giriş yapmadan önce camdan yansımanı görmen gerekiyor’. Bu cümlenin önem arz ettiğini düşünmüştüm. Birtakım olaylar silsilesinde karakterlerimizden biri dalgınlıkla cama bakmadan mekanizmanın içerisine girecek ve geçmişte hapsolacak diye düşünmüştüm. Fakat böyle bir olay yaşanmadı. Filmin sonuyla beraber kendini feda ettiğini anladığımız Neil karakteri keşke kilidi açmak adına böyle bir hamle de bulunsaydı, daha anlamlı bir bütünlük sağlanabilirdi.
Mavi ve kırmızı takıma ayrılan iki ekibin, Sator karakterinin askerleriyle olan savaşı fazla yüzeysel ve tanrı bakış açısıyla çekilmiş. Karakterlerin gözünden olaylara bakmış olsaydık, hissiyatı daha farklı olabilirdi. Çok karmaşık duruyor. Ellerinde bu denli olanak varken bunları kullanmamaları bana mantıklı gelmiyor.
Spoilersız inceleme yazısında belirttiğim devamlılık probleminin örneğini sizlere anlatmak isterim. Priya ve Protagonist karakterleri şehrin ortasında yürürlerken, sahne bir anda kesiliyor ve elleri sabit olan Protagonist, bir anda durmuş bir biçimde el hareketleriyle sahneye devam ediyor. Hemen ardından sahne tekrardan kesiliyor, Protagonist ve Priya karakteri yürüyüş yaparak sohbetlerine devam ederken, Protagonist karakterinin elleri tekrardan sabit bir biçimde bizlerin gözlerine sokuluyor. Bu sahneler sıradan bir yönetmenin filminde gördüğümüz devamsızlık problemlerine çok benziyor. Fakat isminiz Christopher Nolan ise ve teknik açıdan kusursuzluğunuzla ön plana çıkıyorsanız bu sahneler fazlasıyla göze batar ve eleştirilir. Ayrıca sahnelerin anlamsız yere keskin bir şekilde kesilmesi ve sahne geçişlerin aynı keskinlikle devam etmesinin herhangi bir mantığı yok.
Filmin temel unsurlarını eleştirirken, bir ayrıntıyı da es geçmemek gerektiğini düşünüyorum. The Protagonist olarak anılan baş karakterimiz ve Neil karakterinin bankaya gidip tabloyu çalmaya çalışma sahneleri, filmin en gereksiz sahnesiydi. Çünkü amaçları Sator karakterine ‘Sahte tablo almışsın, ben de sana bunu açıklayan adamım. Hazır tanışmışken gel birlikte bir iş yapalım’ mantığı akıl almaz derecede vasat duruyor. Bu noktada The Protagonist’in bütün bunları, Kat karakterini Sator’un elinden kurtarmak adına yaptığını söyleyebilirsiniz ama çözümü bu kadar komplike bir olay değil bu. Kat karakteri rahatlıkla olayı yalanlayabilir. Sator’u dolandırmadığını söyleyebilir. Hatta bu konunun bu kadar filmin merkezinde olmasını bile anlayamıyorum. Ayrıca tablo çalma sahnelerindeki en kötü sekans bu değildi. Sonradan anladığımız üzere The Protagonist’ın kendisiyle dövüştüğünü gördüğümüz o sahne, herhangi bir fizik kuralıyla açıklanamaz. Bir kişi aynı anda iki yerde olamaz. Kendisiyle birtakım etkileşimler kurması ise mümkün bile değil. Predestination filmi bu mantığın üzerine kuruluydu. Bu mantığın çok saçma olmasından ötürü film hiç dikkate değer bir yapım olamadı. Nolan gibi bilim kurgu meraklısının ve ilgilisinin böyle popülist bir hamle yapmasına ise çok şaşırdım. Filmin bir diğer sorunlarından birisi ise tam olarak bu. Film tamamen bir fikir üzerine kurulu. Bu yüzden karakterlerimiz iki boyutlu. Fikir üzerine kurulu olan bütün yapımlar kalıcı olamaz. Parlak bir fikir ve parlak bir senaryo gereklidir. Fikir ne kadar parlak olsa da çekimler ne kadar güzel gözükse de sadece parlak bir fikirle peynir gemisi yürümez.
Muhtemelen üzerine düşündükçe ve sahneleri hatırladıkça film hakkında daha olumsuz öğeler aklıma gelecektir. Bu yazıda iyi bir film için gerekli şartlar olan unsurlar üzerinde durmaya çalıştım. Ayrıntılı bir inceleme yapabilmek için filmi iki veya üç kez izlemek gerekebilir. Böyle bir durum söz konusu da olmadığı için beğenmediğim temel unsurlar üzerinden eleştirimi yapmaya çalıştım. Katıldığınız ve katılmadığınız noktaları, sizin film hakkındaki görüşlerinizi bekliyoruz.
Sağlıcakla kalın…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.