Tepenin Ardı’nı Beyoğlu sinemasında tamamen dolu bir salonda (hatta son dakikada gittiğimiz için en ön sıradan alabildiğimiz biletle) izleyebildik. Filmin yorumuna geçmeden önce bu sevindirici ve umut verici gelişmeyi aktarmak istedik. Filme girerken yaşadığımız mutluluk, Emin Alper’in filminde gördüklerimizle de arttı.
Anton Çehov’un kendi dile getirmediği ancak birçok eleştirmenin kendisinin ardından kuramlaştırdığı kuralı bir kez daha hatırlatalım: “Birinci perdede duvarda dolu bir tüfek asılıysa, üçüncü perdede o tüfek mutlaka patlar.” Sinema ve tiyatro tarihi boyunca pekçok sanatçı bu kuralı yorumladı, kendi eserlerine uyarladı. Tüfek veya tabanca metaforu kullanılarak toplumların geneline mesajlar verildi, yaklaşan tehlikeler konusunda uyarılar yapıldı.
Emin Alper de Tepenin Ardı’nda aynı tüfeği eline almış. Ve yazdığı senaryoda ülkemiz adına çok doğru bir tespitle “patlayan tüfek kuramını” yerelleştirmiş. Türkiye’de duvarda dolu bir tüfek varsa, o tüfek patlamak için üçüncü perdeyi beklemez. Patlar, durmadan patlar, eline alan herkes tetiğe basar, patladıkça patlar, patlamaya devam eder, bıktırana kadar patlar, argo deyimiyle patlaya patlaya yalama olur.
Tepenin Ardı, ülke insanımızın artan hastalıklarını mükemmel bir şekilde gözler önüne seriyor. Klinik akıl hastalığı düzeyine varan şüphecilik, bir kez gaza gelince kendini kontrol edebilme melekelerinin kaybolması, ötekiden düşman yaratma, her suçu yaratılan ötekinin üzerine atma… Emin Alper, uçsuz bucaksız bozkır ve kozmosun altında kurduğu mikrokozmostan toplumumuza ayna tutuyor. Bunu yaparken karakterlerin doğallıklarını kaybetmesine izin vermiyor. Dramatik yapı, verilmek istenen mesaja kurban gitmiyor. Olaylar ustaca örülüyor, olay örgüsünden ortaya ülke insanımızın üstüne cuk oturan bir kazak çıkıyor.
Filmin karakterleri özenle seçilmiş. Emin Alper’in mikrokozmosunda Türkiye’yi sonu bir türlü gelmeyen felaketlere taşıyan, her anlamda dip noktalarını görmemizi sağlayan her kesim temsil edilmiş. Emin Alper, bu temsil formülünü bilerek mi kurdu bilmiyoruz. Ancak akademik kişiliğinden dolayı ülkedeki sosyo-psikolojik dinamikleri bildiği için şu tartışılmaz gerçeği Tepenin Ardı’na çok iyi yedirmiş: Türkiye’de hangi sosyal çevrede olursa olsun bir araya gelen bir topluluğun başına kötü birşey gelirse, gerisi domino taşı gibi gelir. Küçük felaketler büyür, akıl ve mantık yitirilir. Erkek kaynaklı şiddet ve kontrolsüzlüğün yol açtığı büyük felaketler her yeri sarar. Yakın tarihimize de baktığımızda her darbe girişiminde, her katliamda, insanların toplu olarak canının yandığı her olayda senaryo hemen hemen Tepenin Ardı’ndaki gibidir.
Bu felaket hallerinin aktörleri de üç aşağı- beş yukarı bellidir.
İktidarsız “Alpha” Erkek: Tepenin Ardı’nda emekliliğini taşrada yaşayan dede Faik’le karakterize edilen, devlet memurluğuyla boşa geçmiş bir yaşam hikayesinin başkahramanı, tatminsiz, iktidarsız, liderlik ettiği grubun önünden gideceğine arkasına saklanan baskın erkek Faik. Dilimizde ingilizcede “leader” yani “yön veren, yönlendiren” anlamı taşıyan kelimenin karşılığının “idareci” yani “durumu idare eden” olması boşuna değil. Tepenin Ardı’nda da grubu ve durumu idare etmeye çalışırken akıl ve mantıktan yoksun olduğu için herkesin burnunu boka batıran kılavuz karga halini alan idarecimiz iyi resmedilmiş. Ülkemizin yönetici/politikacı sınıfı Faik’le temsil ediliyor.
Kontrolsüz “Beta-Gama-Epsilon” Erkek: Aslında böyle bir tanım yok tahmin edersiniz ki… Tepenin Ardı’nda babasının olmayan iktidarının arkasına saklanan, hayatla ilgili hiçbir amacı, hayali olmayan, keyfinin ve afedersiniz sikinin dikine giden, sefa pezevengi baba Nusret karakterini tanımlamak için latin alfabesinin harfleri yetersiz kalıyor maalesef. Ülkede ne yöne baksanız gördüğünüz, Emin Alper’in de usta bir ironiyle “öğretmen” rolü biçtiği Nusretler, olaylar hızla kötüye giderken müdahale edemeyen, sonunda da kayıplarının ardından ağlayan kesim… Aziz Nesin’in de %60’la ifade ettiği topluluk… Memleketimizin büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesim zeka olarak aptal değil tabi ki, ama sosyal konularda verdiği tepkiler o kadar yetersiz ki, aldığı kararlarda, seçtiği kişilerde pek IQ’ya rastlanmıyor.
Ülkenin “Katatonik” Gençliği: Ülke olarak birbirimize tekrarlamaktan en çok zevk aldığımız yalanlardan biri “dinamik genç nüfusumuz”dur. Tepenin Ardı’nda ülkemizin “genç geleceği”nin gerçek hali o kadar güzel resmedilmiş ki üzerine çok söylenebilecek birşey yok. Caner, ülkemizde ergenliğin 10 yaşında başladığının ve hiç bitmediğinin kanıtı olarak karşımızda duruyor. Merakları bastırılmış, özgürlükleri kısıtlanmış gençliğin bir ülkenin geleceğine nasıl zarar verebileceğini görmek istiyorsanız Tepenin Ardı’ndaki Caner’e bakın. Ülkemizin dinamik gençliği diye bahsettiğiniz, o salak çocuk işte…
“Adı Yok” Kadınlar: Tepenin Ardı’nda sadece bir kadın karakterin ve küçük kızının bulunması rastlantı değil gibi… Filmdeki kadın sayısı, kadının ülkemizdeki rolüyle doğru orantılı. Ergen ruhlarından sıyrılamamış erkekleri uyaran ancak felaketi engelleyemeyen Meryem, toplumun niye kötü gittiğini de resmediyor. Feodal yapılar erkek egemen gibi görünse de kuralları kadınlar tarafından koyulan, doğru yürümesi de kadınlar tarafından sağlanan yapılardır. Feodaliteden çıkıp kentleşen topluluklarda feminist akımlar aynı oranda gelişmezse, doğan boşluk ülkemizdeki gibi akıl ve mantığı yutan bir kara deliğe dönüşür. Ülkemizde feodalitenin yaşadığı çözülme ve feminist hareketlerin bastırılması ile kadının rolünün silikleşmesi de Tepenin Ardı’nda cisimlendiriliyor. Sinemamızda Aliye Rona ile temsil edilen iktidar sahibi “hökümet gibi” kadınlara, filmde de sosyal yaşamımızda da artık pek rastlanmıyor.
Emekçinin Görünmeyen Gücü: Mehmet, filmde herşeyi üreten, herşeye koşan, aslında herşeyi de hak eden isim. İktidarsız iktidar Faik’in deyimiyle “Kafasında biraz akıl olsa herşeyin sahibi olacak” ülkenin emekçi kesimi. Emin Alper, proleter Mehmet’in açmazlarını o kadar iyi perdeye taşıyor ki Coen Biraderlerin ustaca çizilmiş çaresiz karakterlerinin Ermenek’e ışınlandığını görüyoruz. Ve bize göre ayağa kalkıp hakkını arayamadığı, ortama uyup kendisi de saçmalamaya başladığı için, hem filmdeki ailenin başına gelen, hem de geniş anlamda ülkenin yaşadığı tüm felaketlerin baş sorumlusu…
Kayıp Kuşaklar: Zafer ve Sülü ile resmedilen ülkenin ziyan edilmiş gençliği… Eğitimsiz bırakılan, toplum dışına itilen Sülü ve kişilikleri askerlikten, şiddetten doğan travmalarla örselenmiş milyonları temsil eden Zafer… Ülkemizin sayısız kayıp kuşağına eklenen yeni jenerasyon da Tepenin Ardı’nda yerini buluyor. İzleyici olarak tüm film bittiğinde sadece bu iki gence acımak geliyor elimizden.
Yorumumuzda sadece karakterleri anlattık. Filmdeki olaylarla ilgili pek ipucu vermemeye çalıştık. Filmde yaşanan olayları bizden okumak yerine izlemenizin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu yüzden Tepenin Ardı’nı mutlaka izleyin, izlemekle kalmayın ders alın. Ve yukarıda saydığımız karakterlerin temsil ettiği hiçbir grubun parçası olmamaya çalışın. Ülkemizde yaşanan toplu delilik halinin dışında kalmaya çabalayın.