2010’lar Türkiye Sineması düşünüldüğünde hiç kuşkusuz aklımıza gelebilecek ilk yönetmenlerden biridir Emin Alper. Bu yazımızda inceleyeceğimiz filmi olan Tepenin Ardı ile Berlin Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış ödülünün sahibi olacak olan Alper, ulusal – uluslararası alanda tanındı. 2015’te çektiği ve yine çokça ses getiren Abluka ve 2019 yapımı olan Kız Kardeşler ile de artık rüştünü
tam anlamıyla ispatlayan bir yönetmen oldu.
Etrafı dağlar, tepelerle çevrili olan bir köyde baba ziyaretine gelen Nusret ve oğullarının büyükbaba Faik ile geçirdikleri birkaç güne odaklandığımız Tepenin Ardı bize tam anlamıyla günümüzde geçerliliğini koruyan bir Türkiye alegorisi sunuyor. Filmde 3 farklı jenerasyondan karakter bulunmakta. Dede Faik 12 Eylül öncesi ve 60’lar ile 70’lerin Anadolu insanını sembolize ediyor. O dönemlerde ülke olarak yaşanan tüm olumsuzlukları görmüş ancak bunlara artık göğüs geremeyecek derecede sinirli, ırkçı ve şövenist bir dünya görüşüne sahip olan Faik’in oğlu Nusret de 12 Eylül’ün hemen öncesinde ve sonrasında doğup aileleri tarafından huya suya dokunmayacak şekilde apolitik yetiştirilen jenerasyonu temsil ediyor. Dünyadan bir haber olan Nusret’in kendi içinde de bu yaşanmamışlıklardan mütevellit çektiği bir duygu açlığı var ve bunun en çok olanının da filmi izlerken elbette cinsellik olduğunu görüyoruz.
Şimdi gelelim en önemli karakter olan Zafer’e. Zafer de aslında babasının devam jenerasyonu gibi apolitik yetiştirilen neslin bir üyesi ancak o askerlikten dolayı çekmekte olduğu psikolojik ağırlıklı rahatsızlıklarıyla mücadele ediyor veya edemiyor. Zafer karakteri filmde tam olarak 90’ları temsil ediyor. Şizofren olduğunu gördüğümüz Zafer’in görmekte olduğu yakılan köy halisünasyonları, sözde eski asker arkadaşlarıyla operasyon konuşmaları gibi anlar da bu tezimizi destekler nitelikte…
Şimdi artık burada başlıkta da görmüş olduğumuz, filmin karakterlerine de hakim olan şövenizm kavramına gelebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sistemi ve alt sınıf aile yaşantısında çok önemli bir yer tutar şövenizm kavramı. Özellikle Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından sonra tamamen bu ideolojiye dayalı olarak yoluna devam eden eğitim sistemi, 80’lerden sonraki ilkokul çocuklarına tarihin başlangıcı olarak Anadolu’ya ilk Türk devletlerinin girişini aldı. Selçuklu & Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi olmak üzere bu başlıklar tamamen şövenist bir bakış açısıyla anlatıldı çocuklara hayat bilgisi ve tarih derslerinde… Bu başlıklardan da tahmin edileceği üzere benim de içinde bulunduğum ve önceki jenerasyonlar hep önce şahlanan, 7 düvele haddini bildiren, bu yüzden sürekli iç ve dış hayali düşmanlarla uğraşan yüce Türk ırkının tarihine şahit olduk ve okuduk. Kuruluş, yükseliş, çöküş ve sonra yeniden kuruluş, yükseliş çöküş olarak bir kısır döngüde devam eden bu tarih anlatımı insanlar üzerinde çocuk yaşlardan itibaren filmde çok gördüğümüz düşman yaratma ihtiyacına ve içten içe yükselen bir ırkçılığa ön ayak oldu.
Filmde sürekli dede Faik’in sözüm ona kendine ait arazisine başka köylüler giriyor, onun yemeğini, hayvanlarını çalıyorlar veya onları öldürüyorlardı. Buna müteakip Faik de kendince savunma sistemini kurarak omzunda tüfeği ile bu hayali düşman olan köylülerle savaşıyor. Arada bir gidiyor film boyunca görmediğimiz çünkü aslında var olmayan düşman köylülerin hayvanlarını öldürüyor Faik. Bu düzlemde ilerlemekte olan hikaye Zafer’in erkek kardeşi Caner’in de, hayvan sürülerini gezdiren Süleyman’a da köylü ve Kürt olmasından dolayı sürekli uzak davranması, köpeğini öldürmesi de Türkiye’nin azınlık politikasının bir yansıması olarak gözümüze çarpıyor. Filmin en önemli taraflarından biri de kesinlikle mekan seçimi. Etrafı dağlar tepelerle çevrili bir köyün seçilmiş olması da milliyetçi – şoven dilde hakim olan 3 tarafı deniz, 4 tarafı da düşmanlarla çevrili Türkiye söyleminin bir metaforu… Finalde ise arka fonda çalmakta olan askeri marş eşliğinde Dede Faik, Nusret, oğulları hep birlikte silahlanıp tepe tırmanmaya başlıyorlar ve ekran kararıyor. Türkiye’nin bu kısır döngüde devam ettiğinin, edeceğinin bir yansıması olarak yüzümüze çarpıyor tüm bu gerçeği Emin Alper.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.