Konuk Yazar: Cem Süer
Bir dünya düşünün… Hayatımızı emanet ettiğimiz teknoloji bizi yok etmeye kalkışmış. Skynet adlı süper bilgisayarın kontrolündeki makineler tüm dünyayı kontrol ediyor. İnsan türünü en büyük düşman görüyorlar ve onları yok etmek için her şeyi yapıyorlar. Hayatımızı kolaylaştıran makineler artık en büyük düşmanımız. Çıkan nükleer savaş sonrası hayatta kalabilen az sayıda insanlar ise makineler tarafından avlanıyor. İnsanlığın soyu tükenmek üzere…
Bu kara gelecek senaryosu 1984 yılında James Cameron tarafından beyaz perdeye yansıtıldı. Cameron, 80li yılların en büyük korkusu olan Nükleer tehlikeyi aldı ve o zaman kimsenin beklemediği başka bir olayla birleştirdi. Ona göre daha yeni yeni hayatımıza giren bilgisayarlar ve büyüleyici makineler bir gün hepimizin sonu olabilirdi. Yönetmen daha önce fazla anılmayan bu görüşü The Terminator adlı filmde ustalıkla sergiledi. Film 80’li yılların kült klasiklerinden birisi olurken, Arnold Schwarzenegger ise oynadığı durdurulamaz Terminator rolüyle sinema tarihine geçti.
İnsanlar daha hesap makinelerine yeni yeni alışırken, yakın zamanda hayata gözlerini yuman Stan Winston sayesinde, gelecekten gelen inanılmaz cyborgları da görmüş oldu. 91 yılında ise örneği az görülür şekilde, ilk filmden bile daha iyi sayılabilecek Terminator 2 gösterime girdi. James Cameron seriyi bu film ile noktaladı. Tabii ki aç gözlü Hollywood bunu kabul etmedi ve 13 yıl sonra bitmiş olan hikaye Terminator 3 ile diriltilmeye çalışıldı. James Cameron’un elini bile sürmediği Terminator 3 projesi, hem serinin fanatikleri hem de sinemaseverler tarafından pek beğenilmedi. Ancak filmin ucu açık olduğu için muhtemel bir dördüncü filminde adı ortalarda dönmeye başladı. Stüdyo krizleri ve davalardan oluşan olaylı bir yapım süreci sonunda serinin dördüncü filmi ya da diğer adıyla Salvation (Kurtuluş) nihayet gösterime girdi.
Film, iddialı bir oyuncu kadrosuna ve bunun yanında pek de kayda değmeyen bir yönetmene sahip. Terminator Salvation filmi daha çekim aşamasındayken, yapım kalitesiyle değil de, filmin yıldızı Christian Bale’in sette geçirdiği sinir kriziyle konuşulmaya başlandı. İnternette yayınlanan ses videosunda, oyuncu kendini kaybetmesini ve set işçilerine saldırmasını dinledik. Bu krizin nedenini filmi izledikten sonra daha iyi anlıyoruz…
Felaket sonrası hayatta kalma rehberi
Bu olaylı film, herkesin merak ettiği karanlık gelecekte geçiyor. Skynet’in başlattığı nükleer savaş sonrasında hayata kalmaya çalışan insanlığı görüyoruz. Karşımızda Mad Max gibi bir Post Apocalpytic (Kıyamet Sonrası) filmi var. Kısacası, alışılan tüm Terminator filmlerinin dışında bir çiziye sahip. Modern dünyanın harikası şehirler harabe haline gelmiş. Etrafta insanları soykırıma uğratmak isteyen makineler dolaşıyor. İnsanlar hayata kalmak için bir yerlere saklanmışlar. Bir de makinelere karşı savaşan direniş grubu var. Michael Ironside tarafından yönetilen direniş grubu Skynet’e karşı zafer kazanabileceğini düşünüyor. Bu filmde Christian Bale’in canlandırdığı efsanevi John Connor karakteri daha direnişi yönetmiyor. Ancak diğer filmler sayesinde karakterin gelecek hakkında bilgiye sahip olmasının ona sağladığı avantaj filme iyi yansıtılmış. İnsanlar onu bir kurtarıcı olarak görüyor ve direnişi onun yöneteceğini düşünüyorlar. Tabii ki direnişin mevcut liderleri bu olayı pek beğenmiyor.
Filmin işlediği konulardan birisi de John Connor direniş de kendi bölüğüne sahip bir komutanken, nasıl insanlığın son umudu haline geldiği mevzusu. Bale için müthiş bir askeri kostüm tasarlanmış. Kendisi modern bir yürüyen cephanelik gibi duruyor. Kostüm hem etkileyici hem de karakterin savaşçı ruhunu gösteriyor. Açıkçası filmin ilk iki Terminator’lere kıyasla pek elde tutulur bir senaryosu yok. Kendini tam bir Terminator hayranı olarak tanımlayan yönetmen McG, bu film ile birlikte seriye kendi tasarladığı bir karakteri de ekliyor. Marcus Wrigt adlı bu karakter Sam Worthington tarafından canlandırılıyor. Kendisi idam edilmek üzereyken bedenini bir araştırmaya bağışlıyor. Bunun sonucunda Skynet tarafından, canlı iç organlara ve gerçek bir kalbe sahip bir makineye dönüştürülüyor. Ancak Marcus bunun farkında değil. Bu karakter büyük ihtimalle Bale’in sinir krizi geçirecek kadar gergin olmasının nedeni. Çünkü sözde başroldeki karakter John Connor’ken, yönetmenin Terminator evrenindeki kadrolaşma çalışmaları nedeniyle Marcus daha ön planda. Sam Worthington filmde kayda değer bir oyunculuk çıkartmış. Karakterini mümkün olduğunca iyi yansıtmış. Büyük ihtimalle izleyiciler John Connor’dan çok bu karaktere sempati duyup beğenecekler.
Filmin bir diğer ana karakteri ise kilit adam Kyle Reese. Genç ve yetenekli oyuncu Anton Yelchin tarafından canlandırılan karaktere aslında hiç de yabancı değiliz. Kyle, ilk Terminator filminin ana karakteriydi. Kendisini en son Star Trek’te izlediğimiz Yelchin, karakteri müthiş şekilde canlandırmış. Konuşması ve davranışlarıyla 1984 yılındaki orijinal karaktere benziyor. Ancak ilk filmde bu karakteri canlandıran Michael Biehn’in altında ezilmek yerine, yeteneği sayesinde ben buradayım diye bağırıyor. Filmin zengin oyuncu kadrosu ortalamanın üzerinde bir oyunculuk çıkartmış. Ancak ne yazık ki, kötü montaj nedeniyle bunu yeterince göremiyoruz. Daha önce Charlie’nin Melekleri filmleriyle adını duyuran yönetmen McG’nin filme neredeyse hiçbir katkısı yok. Ancak gereksiz şekilde etrafta dönen kameralarda ve haddinden fazla uzayan aksiyon sahnelerinde yönetmenin orada olduğunu fark edebiliyoruz. Yönetmen bu denli ciddi bir proje için çok zayıf kalmış. Eğer seri devam edecekse ki bu olacak gibi gözüküyor, Ridley Scott gibi savaş ve bilim kurguya alışkın bir yönetmenin filmin başına geçmesi lazım.
McG, Marcus karakterini aslında, John Connor’ın yerine geçecek yeni başrol olarak tasarladı. Ancak bu olayın duyulmasıyla birlikte serinin fanatikleri, yönetmenin kararına tepki gösteriler ve çeşitli imza kampanyaları başlattılar. Bunun sonucunda yönetmen kararından vazgeçmek zorunda kaldı. Bu son dakika değişikliğinin acısı filmde çok belirgin şekilde gözüküyor. Kurgu sorunu da buradan kaynaklanıyor. Çünkü film John Connor’a mı yoksa Marcus’un arayış yolculuğuna mı odaklanacağını tam olarak bilmiyor. Daldan dala atlayan bu kurgu nedeniyle çoğu zaman izleyici dikkatini toplayamıyor. Filmin garip bir temposu var, çok yükselip izleyiciyi ekrana kilitlerken, birden tempo düşüyor ve izleyiciler ilgisini kaybediyor. Bunda müziklerin doğru şekilde kullanılamamasının da payı var. Danny Elfman film için müthiş besteler yapmışken, ne yazık ki montaj masasında bu ezgiler etkileyiciliğini kaybetmiş. Serinin diğer filmlerinde, müzik görsel efektler kadar önemliydi…
Modern bir Oz Büyücüsü hikayesi
Terminator Salvation, izleyiciye, kusursuz bir kıyamet sonrası dünya sunuyor. Ancak yeterince karanlık değil. Filmin 13 yaş sınırı alması için yine bir son dakika değişikliğiyle 30 dakikalık bir kısmı makaslandı. Terminator filmlerinin olmazsa olmazı görsel efektler ve robot tasarımları ise filmin en büyük artıları. Aksiyon sahneleri görsel efektlerin gelişmişliği sayesinde dikkat çekerken, yönetmenin zayıflığı ve sahnelerin duygusuz olması nedeniyle kısa süre sonra sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Aslında Salvation’ın en büyük sorunu da buradan kaynaklanıyor. Terminator filmlerini sinema tarihine geçiren en büyük etken filmlerin sahip olduğu derin duygusal alt yapıydı. Diğer filmlerde, aksiyon sahneleri varken seyircinin dikkatini çeken bir ruh da vardı. Ancak bu filmde ruh kaybolmuş gibi gözüküyor. Filmde daha önce hiç görülmemiş ilkel bir Terminator modeli bulunuyor. Bu model hem iri hem de ürkütücü. Her ne kadar filmin en büyük artılarından birisi olsa da, makaslanma nedeniyle yeni model Terminator’ler de çok fazla gözükmüyorlar. Salvation’ın bir de seyirciler için ufak bir sürprizi var. Vali olduktan sonra sinemayı bırakan Arnold Schwarzenegger, filmde GCI (bilgisayarla yaratılmış grafik) olarak gözüküyor. Bu kısa sahne sinemanın geleceğini izleyicilere gösteriyor. Çünkü özellikle onun bilgisayarla yaratıldığını bilerek bakılmadığı sürece Schwarzenegger’ı gerçeğinden ayırmak mümkün değil. Yönetmen filme bunun gibi diğer Terminator filmlerini tamamlayan ufak sürprizler eklemiş. Aynı Arnold Schwarzenegger gibi Helena Bonham Carter’ında filmde ufak ama başarılı bir oyunculuğu sayesinde akıllara kazınacak bir rolü var. Bryce Dallas Howard ise John Connor’ın eşini canlandırmasına rağmen, arka planda kalmış, birkaç kez gözüken bir karakter. Terminator Salvation, efektleri ve sahip olduğu bol aksiyonla yazın en iyi filmlerinden birisi. Terminator 3’ten daha iyi bir film ancak serinin ilk iki filmi yanında çok sönük kalıyor. Artık kimse James Cameron kalitesinde bir film beklemiyor ama Salvation’ın bu haliyle seriye konu olarak pek bir şeye kattığı söylenemez. Ancak yönetmenin yaptığı yerinde göndermeler sayesinde ilk Terminator filmini en iyi şekilde tamamlıyor ve 84 yılından beri herkesin merak ettiği olayları izleme şansı sunuyor. Filmi özetlemek gerekirse karşımızda modern bir Oz Büyücüsü hikayesi var. O hikayedeki gibi ana karakterlerimiz film boyunca bir arayış içindeler. John Connor, insanlığı kurtaracak efsanevi lider olmanın yollarını arıyor. Kyle Reese iyi bir savaşçı olmanın peşinde. Skynet insanlığı yok etme arayışında. Teneke adamımız Marcus ise kalbini bulmuş ama yaşadığı ikinci şansı en iyi şekilde değerlendirmenin yolunu arıyor. Salvation aksiyon sahneleriyle yazın en iyi filmlerinden birisi. Kıyamet sonrası filmler arasında, şimdiden kendine iyi bir yer edinebilir. Ancak yine de çok fazla bir beklenti içerisinde olmayın. Yönetmen değişip aynı kadro korunursa beşinci filmin serinin şanını geri getireceğine şüphe yok.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.