Teksas doğumlu Amerikalı yönetmen Joshua Oppenheimer’ın film Act of Killing, politik soykırım ve katliam filmleri arasından, geçmişe bakış ve sorgulama tarzıyla gerçek üstü bir objektifliğe erişiyor. Film, canavar! Goministleri acımasızca öldüren paramiliter şimdinin kocamış tetikçi katillerin omzundan, yönetilenlerinden yönetenlerine kadar herkesin kokuştuğu, bozulduğu bir toplumu gözler önüne seriyor.
The Raid Redemption filmi ile kabaran Endonezya sineması merakımın beni nasıl bir dünya ile tanıştıracağı konusunda inanın pek bir bilgim yoktu. İç denizlerini de katarsak Türkiye’nin 5 katı büyüklüğündeki çoğunluğu Müslüman bu ülke çoğu turist için mistizmin egzotizm ile harmanlandığı bir hayal ülke.
Ama gerçek her zaman ki gibi çok can sıkıcı. 1800’li yılların başından, 1950’li yıllara kadar Hollandalların ciddi anlamda sömürdüğü bir ülke olan Endonezya, Türkiye’ye benzer bir yapıya sahip. Bir çok farklı etnik kökenin yaşadığı ülkede 1965 yılında gerçekleşen bir askeri darbe, ülkenin kaderini değiştirmiş. Bizim 1980 darbesine benzeyen bu askeri darbe ve akabinde başlatılan anti kominist katliamlar ülkenin kaderini değiştirmiş. Hollandalılar’ın ne olursa olsun sömürmek içinde ellerinde tuttukları ülke (kağıt üzerinde Endonezya, bağımsız ama batı yanlısı politikalar 65’de darbe ile başa gelen Sukorna ile başladı ve hala devam ediyor) hem yer altı hem de yer üstü zengilikleri, hala el değmemiş doğası ile batılılar için modası geçmeyen bir cazibe merkezi.
Tüm bu bilgilerin göz önünde bulundurduğunuz da The Act of Killing katil kahramanları Anwar, Herman ve Haji’nin toplumdaki yerlerini, geçmişe olan bakışlarını daha iyi anlamanız mümkün. Filmin yönetmeni Joshua Oppenheimer, giriştiği bu belgesel projesine uzunca bir süre ayırarak gerçekten hikâyeyi tüm boyutları ile anlatan, insanların takındığı surat ifadelerinin yarattığı kırışıkların arasında satırları okuyan oldukça başarılı bir film. Oppenheimer aslında, öldürülen komünistlerin arkada bıraktıkları yakınlarına dair film yapmayı düşünmüş ama hikâyenin içine girdikçe işin özünün Endonezya’da şu an kahraman statüsünde bulunan tetikçilerde olduğunu fark etmiş. Film en çok irdelenen, ruhundaki garip ıstırabı çözülmeye çalışan karakteri Anwar Congo’yu yönetmen 40 katil ile görüştükten sonra bulmuş. Yönetmenin Anwar’ı seçmesinin sebebini ise oldukça basit: Diğerleri arasında en ufak bir pişmanlık duyan kimse yokmuş. Zaten Anwar’ın ıstırabı da çok kişisel bir boyutta.
The Act of Killing, geçmişi sorgulamadan cevap arayan bir film olması da onu diğer benzerlerinden ayırıyor. Geçmişte öldürülenlerin yakınlarının kendilerini açık etmekten korktuğu bir toplumun içinde gezen bu paramiliter hayaletlerin, birer kahramana dönüşürken aynı zamanda kurban olduklarının da altı çiziliyor. Özellikle ana karakterlerden Haji Anif’in “Öldürdüklerimi geri getiremem. Pişmanlığın da ne anlamı olabilir ki?” itirafı, dünyanın acı ama gerçek düzenin kötücüllüğünü ortaya koyuyor.
Anif’ “Yaptıklarınız Cenevre Savaş Suçları Antlaşması’na göre cezalandırılması gereken eylemler” diye sorulduğunda “Cenevre Savaş Suçları Antlaşması savaşı kazananların yaptığı bir anlaşmadır. Burada savaşı biz kazandık.” Açıklaması insanda doğru söze ne denir deme isteği yaratıyor.
Filmin ana karakterlerin sonuncusu olan Herman’ın (Erman okunur) politikaya ısındırılmaya çalışmaları da filmin kısa bir bölümünü oluşturuyor. Milletvekili seçilmek için halkın arasında dolaşan, rozet dağıtan Herman, karısı ve çocuğundan oluşan kampanya ekibi. Maddi imkânsızlıklardan dolayı oy karşılığı hediye verememenin sıkıntısı yaşamalarını izliyoruz. Herman’ın nemrut suratlı karısının “Hediye soranlara, seçimde sonra vereceğiz de” telkini veriyor. Tahmin ettiğiniz gibi Endonezya’nın uyanık çocukları yemiyor bu vaadi. Herman, Anwar’ın da film de belirttiği gibi maddi yetersizlikleri yüzünden seçilemiyor.
Bu sıralar, nispeten güzel ama bir o kadar güdük, hayâsız ülkemiz Türkiye’yi düşünürken bu filmi izlemek bünyede minör depresyonlar yaratabilir. Hiç bir zaman aklından çıkmayan ‘Yönetenlerin yozlaşması yönetilenlerin yozlaşmasındandır” tezi sanırım hem bize hem de Endonezyalı kardeşlerimize uyuyor. Film boyunca, kahramanlarımızın geçmişteki katliamlarına dair kitsch bir dışa vurumculuk perspektifinden çektikleri film ise ecdadımızın kahramanlıklarını anlattığımız Küçük Mücahitli, Battal Gazili, Kara Muratlı, Tarkanlı filmlerden çok farklı değil. Sadece biraz daha renkli, biraz daha cesur…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.