The Dark Knight Rises: Başladığımız Yere Döndük!

Dikkat, yazı spoiler’lar içermektedir.

Batman serisini bu sefer de Nolan’ın ele alacağını öğrendiğimde aklıma gelen ilk soru “neden” olmuştu. Evet, Nolan çok iyi bir yönetmendi. Evet, Nolan sıra dışı işlere imza atıyordu. Ama ortada büyük prodüksiyon bir Hollywood filmi ve bir çizgi kararkterin sinema uyarlaması vardı.

Dünyada varolagelmiş tüm devletler kendi uluslarının ve vatandaşlık bilinçlerinin inşaası için çeşitli şeyler yaparlar. İnsanlara en kolay ulaşmanın yolu ise sanattır. Çünkü, sanat isteseniz de istemesenizde bir şekilde kanınıza girmeyi, zihninizi kurcalamayı başarır. İtalyan ulusunun inşasında kullanılmış olan Edmondo De Amicis’in, Çocuk Kalbi adlı eserinin yine aynı amaçla yeni Türk Devleti için de kullanmış olması çok da şaşılası bir durum değildir. Uzun sözün kısası, ABD’nin en bilinen ve en çok sevilen çizgi karakterlerinden birinin varoluş amacı da Amerikan Devleti’nin temel poltika geleneklerine hizmet etmek olması pek de şaşılacak bir şey olmasa gerek.
Tüm bunları az çok bilen biri olarak Nolan’ın da Batman serisine girişmesinden fazla bir şey beklemiyordum açıkçası. Çok kaliteli aksiyon filmleri ortaya koyacağından, çeşitli akıl oyunlarıyla beğeni kazanacağından şüphem yoktu ama daha fazlasını ortaya koymasını pek de beklemiyordum.

Serinin ilk filmi Baman Begins ile birlikte önyargılı düşüncelerimi az çok kırdı Nolan. Hikayeyi en başına götürürken, sanki yapmak istediğinin saf macera ve Amerikan milliyetçiliğinin pompalanmasından daha fazlası olduğunu düşündürmüştü. İkinci filme sıra geldiğinde ise asıl curcuna kopuverdi. Ben filmi izlemekte biraz geç kalmıştım. Etrafta ise “why so serious?” göndermeleri gırla gidiyodu. Gariptir ki bu replik filmin, hatta Gotham’ın kahramanı Batman’e değil, kötü karakter Joker’e aitti. Joker kaos istiyordu ve bizim aklımıza hemen Fight Club geliyordu. Aslında Joker çok da iyi betimlenmiş bir karakter değildi. Tüm film boyunca, belki Batman’den bile daha fazla gözüküyordu ama neden “kaos” istediğine dair elimizde çok da fazla bir şey yoktu. Kendisi ara ara ipe sapa gelmez hikayeler anlatadursun, bu karakterin çatışmacı kimliğinin altında yatanlara dair çok fazla şey vermiyordu film bize. Tüm bunlara rağmen, kendisi için yazılmış akılcı replikler ve Heath Ledger’ın muhteşem oyunculuğu Joker karakteriyle beraber serinin ikinci fimi Dark Knight’ın da zihinlere kazınmasını sağladı.

Biz serinin son filmini bekleyeduralım, artık önümüzde bir fenomen vardı. Batman, hiç olmadığı kadar griye kaçıyordu. İyi ve kötü kavramlarının altı kalın çizgilerle çekilmemişti bu sefer. Harvey Dent karakteri, yitip giden sevgilisi için karanlık tarafa geçmekte şüphe etmezken. Bir gemi dolusu mahkum, kendi hayatları pahasına karşılarındaki insanların hayatlarını düşünebiliyordu. İyi veya kötü, adalet ya da intikam? Hangisinin doğru olduğunun yanıtı da izleyiciye kalıyordu.
İşte tüm bu düşünceler eşliğinde son filmi beklemeye başladık. Artık biliyorduk ki karşımızda sıradan bir kahramanlık gösterisi yoktu. Her şey siyah ve beyaz değildi. Ne kimse göründüğü kadar iyi ne de kimse göründüğü kadar kötüydü. Hayat ya da içerisinde bulunduğumuz durumlar o kararlarımızı belirleyebiliyordu ki bu güzden kimseyi acımasız bir şekilde yargılamamak gerekirdi.Nolan, zihnimizle oynamıştı, izlediklerimizin bir amerikan hikayesinden fazlası olduğuna bize inandırmıştı.Eğer hazırsanız, sinemseverler için artık rüya bitiyor, Amerikan Rüyası ise tam da şimdi başlıyordu. Kurduğumuz her şeyi yıkma zamanıydı…

Anarşist düşünür Bakunin der ki, yıkıcı tutku yaratıcı tutkudur. Yeniden yaratabilmek için önce yıkmak gerekir. Nolan, hiç Bakunin okumuş mu bilmem ama Dark Knight Rises filmi ile birlikte zihnimde kurmuş olduğu her şeyi yerle yeksan ettiği bir gerçek. İlk 2 filmin aksine tam bir kahramanlık hikayesiyle çıkıyor bu sefer Batman karşımıza. Öyle şaşalı bir hikaye ki onunkisi, sonunda Batman’in heykelini bile dikiyorlar ulu Gotham’a. Evet film aksiyon olarak ne bekliyorsak veriyor. Evet, senaryoda bazı eksiklikler var. Ama film bu sefer her şeyi o kadar yüzeysel ele alıyor ki herhangi bir şeyi kurcalamak bile bana mantıklı gelmiyor. Film öncesi fragmanı gösterilen “The Expendables 2” tadında adeta film. Hiç sıkılmadan izleyeyebileceğiniz ve sinemanın kapısından ayağınızı dışarı attığınız anda unutacağınız bir aksiyon bombası. Diğer yazar arkadaşlarım zaten çoğu karakterin karton kaldığı, filmdeki mantıksal hatalar gibi konulara değinmiş. Ben onlardan bahsetmeye bile gerek durmuyorum. Dediğim gibi, Nolan zihnimde 2005’ten bu yana kendi Batman’i adına ne inşa ettiyse hepsini yıkıyor. Geriye ise Amerikanın kahramanı Batman kalıyor. Bu sefer kötü karakter zihinleri kurcalamayacak kadar saf. Söylenmek istenen de Komünizm ancak böyle mankafalarının düşüncesi olabileceği herhalde. Gotham kentinde her şey yıkılıyor, otorite yıkılıyor ve tüm bunları yapanın aslında sadece aşık bir piyon olduğu ortaya çıkıyor. Bir Amerikan filminden de daha fazlasını beklemek saflık olurdu herhalde. Hele ki işin içinde milyon dolarlar ve yüce Amerikan ulusunun şanlı duyguları varken.
En nihayetinde Nolan 7 yıla yayılan seri boyunca bizi güzel bir gezintiye çıkarıyor ve nereden aldıysa tam da oraya bırakıyor. Aklımızda da en baştaki soru kalıyor, Nolan neden bu seriyi ele aldı ki?
Herkese iyi seyirler.

Yorum Gönderin