The Heiress: Tahakküm Altındaki Kadınlar

Eşini yitirmiş bir baba ile kızının ilişkisini anlatan 1949 çıkışlı “The Heiress”, yazar Henry James’in “Washington Square” adlı romanından uyarlanan etkileyici ama usta yönetmen William Wyler’ın başyapıtlarının gölgesinde kalmış, çok da bilinmeyen bir film. Google’da filmi araştırırken sadece bir adet Türkçe eleştiriye(1) denk geldim, ki belirttiğim gibi bunun nedeni pek de bilinen bir film olmaması. 40’lar ve 50’lilere damgasını vurup unutulmayacak filmlere imzasını atan Wyler’ın yönettiği “The Heiress” benzerlerinin arasından rahatlıkla sıyrılmayı başarıyor. Bu da azımsanmayacak bir başarı. Zira o dönemde de “kavuşamayan aşıklar” teması sıkça kullanılıyordu. Önce filmin konusundan bahsedelim.

Catherine Sloper  (Olivia de Havilland) evlilik çağına gelmiş bir kadındır. Babasıyla (Ralph Richardson) aynı malikanede yaşayan ve annesinden miras kalınca bir hayli zenginleşen Catherine bir sürü sorundan muzdariptir. Catherine tam bir asosyaldir Evin dışına çıkmayı hiç istememekte, tanıdıklar dışında hiç kimseyle iki çift laf edememektedir. Üstüne üstlük çekici de değildir. Eşini kaybettiğinden beri daha da aksileşmiş babası ise kızından ve kızının bu durumundan utanç duymaktadır. Tek kaygısı kızının evlenecek birisini bulamamasıdır. Bir gün Catherine bir davette Morris (Montgomery Clift) adındaki fakir ama iyi giyimli bir adamla tanışır. Morris, Catherine’e aşık olduğunu açıklar, Catherine de Morris’e tutulur. Babası ise Catherine’e Morris’in para peşinde koşan bir adam olduğunu, ona güvenmemesi gerektiğini, parasını bu adama kaptırmayacağını söyler. Catherine ile babası Austin arasındaki ipler bir bir kopmaya başlar.

heiress 2

“The Heiress”in merkezinde dört karakter yer alır: Catherine, Morris, Doktor Austin ve Lavinia (Miriam Hopkins). Ama aslında sadece Catherine’in hikayesi anlatılır, Catherine daha çok önemsenir ve Catherine’in dönüşümüne odaklanılır. Babasının tahakkümü altında yaşayan, babasından sevgi ve şefkat görmeyen, bunun yerine babasının “Ne de çirkinsin!” bakışlarına sürekli sürekli maruz kalan, babasının hep eşiyle karşılaştırdığı ve belki bu aşağılamalar, hor görmeler yüzünden içine kapanan, hayallerini gerçekleştirememiş Catherine’in kabuğunu kırıp susan, konuşamayan, utangaç, mutsuz bir kadından kendisini ezdirtmeyen, güçlü bir kadına dönüşümü başarıyla işlenmiş. Olivia de Havilland’ın babasının yanında mutsuz ve ezik, sevgilisinin yanında bir çocuk kadar mutlu olan Catherine rolündeki performansı diğer oyuncuların performanslarından daha iyidir. heiress 1

Ama şimdi dönemin en ünlü ve önemli aktörlerinden Montgomery Clift’in de hakkını yemeyelim. Aktör, Morris Townsend rolünde oldukça iyi oynamış. Yeri gelmişken Morris’e de değinmek gerek. Filmde her karakterle ilgili bilinmesi gerekeni biliriz de bir Morris’i tam tanıyamayız. Morris, Catherine’e aşık mıydı, yoksa sadece parası ile mi ilgileniyordu? Film bununla ilgili net bir cevap vermez. Clift de bu durumu açığa çıkarmaz. Yani Clift’in yüzünde Catherine’i kandırdığına dair bir mimik yakalayamayız. Ama aslında film “aşık mıydı, paranın peşinde miydi?” muğlaklığından daha fazlasını sunar seyirciye. Oyunculuklarından sekanslarına, diyaloglarına ve filmin farklılaşmasını-benzerlerinden ayrılmasını sağlayan finaline kadar oldukça başarılı bir film “The Heiress”.heiress 3

William Wyler’ın her açıdan başyapıt “Ben-Hur”, “The Desperate Hours”, “Detective Story” gibi filmlerinin gölgesinde kalmış, bu filmler kadar güçlü olmasa da dönemin muhafazakarlığına, babalarının tahakkümleri altındaki kadınlara değinen ve böylelikle önemli hale gelen “The Heiress”a bir göz atılmalı bence. Bu filmden elli sene sonra aynı kitabı temel alan “Washington Square” adlı filmin çekildiğini ama bu film kadar güçlü olamadığını, Jessica Chastain’in de “The Heiress”ın Broadway’e taşınmış oyununda Catherine’e hayat verdiğini bir küçük not olarak ekleyeyim.

Not: (1) The Heiress/Sivri Sinema

Yorum Gönderin