M.Night Shyamalan yazıp yönettiği filmleriyle Hollywood’da kendine has bir tarzı kabul ettiren bir yönetmen. Özellikle Unbreakable ve Sixth Sense filmleriyle adını geniş bir kesime duyurarak Hollywood’daki yerini de sağlamlaştırdı. Filmlerinde karakterlerini ayrıntılı bir şekilde tanımlamasının yanısıra karakterlerinin insanî yanlarının ön plana çıkması ise en dikkat çekici özelliklerinin başında geliyor. Belki de bu yüzden Avatar: the Last Airbender filmini onun çekeceği söylentisi çıktığında, çizgifilmin hayranı olan kitlede soru işaretleri oluştu. Zira Nickeledeon tarafından yayınlanan ve üç sezon süren Last Airbender fantastik güçlere sahip Avatar’ın hikayesini çizgifilm diliyle neşeli bir şekilde anlatıyordu. Shyamalan filmlerinde genellikle gergin bir hava ve yavaş ilerleyen temponun hakim olduğunu düşününce bu kaygılara hak vermemek elde değil.
Filmin Amerika’da yayınlanmadan önce başlayan olumsuz eleştiriler ve beklentileri karşılamayacağı yönündeki uyarılar, filmin gösterime girmesiyle birlikte doğrulandı ve film çok geniş bir kitle tarafından beğenilmedi. Sürekli çizgifilmle karşılaştırılan film, izlenme sayısı arttıkça kötülendi ve aslında özellikle çizgifilmi izlemeyenler ve film eleştirilerini okuyanlar için izlenecek hale geldi. Beklenti düştü, çizgifilmi sinemaya taşımadığı anlaşılan bir film olduğu ortaya çıktı.
Bu durum Shyamalan’ı sevenler tarafından kolayca anlaşılacağı üzere, tam da onun istediği bir durumdu. Yıllardır kendi yazdığı filmleri yöneten ve tarzından ödün vermeyen Shyamalan çok sevilen ve hayranları olan bir yapımı kendi tarzıyla sinemaya aktarıyordu. Bu açıdan bakılınca Avatar: Last Airbender Shyamalan tarafından bir riskti ama o filmi izledikten sonra rahatlıkla söylenebileceği gibi bu riskin altından başarıyla kalkmıştı.
Her şeyden önce çocuk hedef kitleye seslenen bir televizyon kanalında üç sezon boyunca yayınlanmış bir çizgifilmi, çocuk hedef kitleyi hedeflemeden sinemaya aktarmanın risklerini üstüne almak, hele de böylesine sevilen bir çizgifilm için gerçekten de büyük bir cesaret. Shyamalan bu cesareti gösterirken aynı zamanda filmi kendi yorumuyla da perdeye taşıma becerisini gösteriyor. Ona yöneltilen eleştirilerin temeli de buna bağlı olarak çizgifilm ile kıyaslayarak başlıyor.
Her şeyden önce çizgifilm ile kıyaslayarak bir filmi eleştirmek, Shyamalan’ın gösterdiği cesaretten de büyük bir cesaret olup nereden geldiği belli olmayan bir özgüven de içermekte. Çizgifilmle, sinema filmini karşılaştırmak elmada neden armut tadı olmadığını sorgulamaktan öteye geçmez. Bu sebeple filmi izlemeden önce Avatar: Last Airbender çizgi filmini dvd arşivlerinde bırakmanın, beklentiyi çizgifilmden alınan keyfi almak üzere şekillendirmenin bir anlamı yok. Ayrıca heyecanla izlenilen harika bir çizgifilm varken aynı keyfi bu çizgifilmin sinema filminden almaya çalışmak da çok anlamsız. Kaldı ki seri tamamlanınca elimizde aynı öykünün iki farklı mecra ve yorumla anlatılmış hali olacak.
Bu ilk filmde yüz yıl önce Avatar olduğunu öğrendikten sonra bağlı olduğu okuldan kaçan ve bir buz kütlesinin içinde kalarak Ateş Ulusunun katliamından kurtulmayı başaran Aang’in, güney su ulusundan Katara ve Sokka tarafından bulunarak kaderinde yazılı olan avarlık mertebesine ulaşması ele alınmış. Filmin sonunda henüz toprak ve ateş bükemeyen Aang, sadece hava bükerek isyan başlatıyor ve su bükerek de Ateş ulusunun ilk büyük saldırısını püskürtüyor. Shyamalan bu ilk filmde, hikayenin de temelini oluşturan, Aang’in Avatar olma ve olmama yolundaki kişilik çatışmalarını, Prens Zuko ile Ateş Lordu Ozai’nin çatışmalarını derinlemesine bizlere aktarma fırsatını buluyor. Ancak tam da bu noktada ilk filmde konuyu bu kadarla tutarak, çizgifilm fanatiklerinin tepkisini artırıyor. Konunun bu kadarla sınırlı tutulmuş olması, bükücülük yeteneklerinin vereceği görsel haz yerine zamanı karakter oturtmaya ayırmak zorunda bırakıyor. Özellikle üçüncü sezonundan kalan tadı vermediği için olsa gerek, görsel efekt fakirliğiyle ve neşesizlikle suçlanıyor. Belki de üçüncü sezondan başlansa filmin gişesi daha yüksek olabilirdi ancak bu da bu hikaye için pek doğru olmazdı. Shyamalan gibi bir zekanın öyküyü çok benimsediği, çizgifilm severlerini de mutlaka tatmin edeceğini söylemek pek yanlış olmaz. Kaldı ki görsel efekt kullanımı beklentiyi karşılamayacak boyutta olsa da filmde devam filmleri için umut verici bir görsel şölen ziyafetinin müjdesi de veriliyor. Özellikle final sahnesi bu beklentiyi heyecanlandıracak güzelliğe sahip.
Birçok noktada çizgifilm fanatikleri tarafından acımasız eleştiriyle suçlanmış olsa da bu ilk filmde M.Night Shyamalan karakterin belirgin özelliklerini vermesi, öykünün başlangıcını net bir şekilde anlatması ve ikinci film için merak yaratması ile çok iyi bir film ortaya çıkarmış. Çizgifilmden alınan keyfi bir kenara bırakarak, öyküyü farklı bir dil ve mecrada tekrar görmek isteyenler için harika bir başlangıç filmi.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.