Guy Ritchie parlak iki filmden sonra irili ufaklı kaydadeğer olmayan filmlerle uğraşırken, bir anda bir sıçrama yaptı. Sherlock serisinin modernize edilmiş hali, ana akım seyircilerin gözdelerinden oldu. Böylece kaybolmaya yüz tutan kariyerini iki filmle kurtardı. Tabii bundan sonraki hamlesi merakla bekleniyordu. Yine mizah dolu bir iş mi yapacak, yoksa daha ciddi işlerle ödüllere mi göz kırpacaktı? Bunun cevabını çabuk aldık. Karşımızda “The Man From U.N.C.L.E.” var. Guy Ritchie yine bir dönem filmiyle bizlerle ve bu sefer bakalım gözlerimizi boyayabilecek mi
Filmin konusuyla başlarsak, gizli bir suç örgütü nükleer bombalarıyla ülkeleri tehdit etmektedir. Bu yüzden Amerikan hükümeti ve Rus hükümeti her ne kadar soğuk savaşta olsalar da işbirliği yapmaya karar verirler. Amerikan ajanı Solo ve Rus ajanı Illya bu tehdidi savuşturmaya çalışırken, bir yandan da Gaby adlı kızı paravan olarak kullanarak bu örgütün arasına sızmaya çalışırlar. Ajanlar arası rekabet nasıl sonuç verecektir?
Eski usul ajan filmleri, son dönemde Bond serisi dışında çok da popüler sayılmaz. Arada denemeler olsa da, son derece başarısız örneklerin art arda gelmesi sonucunda çekiciliğini kaybetmişti. Televizyon dünyasında ise “The Americans” dizisi bu boşluğu gayet başarılı bir şekilde doldurduğundan, Guy Ritchie’nin bu alana sarkacağını çok az kişi tahmin etti. Böyle bir filmle, seyircilerin karşısına çıkması beklenmese bile, Sherlock serisinden bildiğimiz gibi dönem filmlerine hâkimiyeti umut vaat ediyordu.
Tabii bu da neticesini verdi. Son derece ince bir mizaha sahip olan senaryosu, son derece başarılı aksiyon koreografileri, tatlı bir ajan rekabeti ve femme fatale diyebileceğimiz ama o kadar da ileri gitmediğini düşündüğüm bir kadın başrol oyuncusunun yanı sıra, Rus ve ABD hükümetlerinin bir anlamdaki sidik yarışı zekice bir mizahla seyircilerin önüne sunulmuş. Tabii bu kadar artının bir araya gelmesi, ister istemez seyircinin gözlerinin bayram etmesine yol açıyor. Çünkü son derece eğlenceli bir ajan filmiyle, Guy Ritchie adeta yükselişini sürdürüyor.
Başrol oyuncuları Henry Cavill, Armie Hammer ve Alicia Vikander adeta oyunculuk gösterisi yaparken döktürüyorlar. Üstelik bunu kasıntı bir tarzla değil, gayet eğlenerek yapıyorlar. Kurulan mizansenlerin başarısı ve ritim olarak son derece dengeli tutturulan kurgu, filmin süresini hissettirmemesine neden oluyor.
Filmin olumsuz yanları tabii ki var. Bazı teknik dokundurmalar abartılı bir şekilde o döneme ait durmuyorlar. Örneğin denizdeki kapışma sahnesindeki kamyonun içindeki piknik sahnesi her ne kadar eğlenceli olsa da, fazla kurmaca havası yaratıyor. Ek olarak Armie Hammer’ın canlandırdığı Illya karakterinin arka planı zayıf bırakılarak, Amerikan bakış açısının her ne kadar Rusları iyi gösterse de, klişe bir şekilde uzaktan baktığını söyleyebiliriz. Filmin İngiliz – Amerikan ortak yapımı olması, belki de Rusları daha fazla kötülemeyi engellemiştir. Bunu tam olarak bilmiyoruz.
Sonuç olarak bu yılın en iyi filmlerinden birisiyle karşı karşıyayız. Mizah dozunu iyi ayarlaması, aksiyon sahnelerinin hikâyeye ettiği hizmet, eğlenceli bir ajan filmi olmasıyla beraber iyi sözleri hak ederek sınıfı geçiyor. Filmin finaliyle de devam filmlerine göz kırptığını söyleyebiliriz. Beklenen gişe başarısı elde edilirse, bu ekibin yolu açık gözüküyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.