Boston’un Charlestown adlı yerleşimi daha çok işçi sınıfına mensup insanların yaşadığı bir bölgedir. Charlestown’ı benzeri yerleşim alanlarından farklı kılansa adı geçen yörede banka soygunculuğunun neredeyse babadan oğula geçen yasa dışı bir meslek olmasıdır. Doug McRay de mesleğini babasından devralmış bir banka soyguncusudur. Doug daha çocukken annesi evi terk etmiş babası ise hapse girmiştir. Sahipsiz kaldıktan sonra kendisine sahip çıkan ailede, ailenin çocuklarıyla yaşarken bir yandan da onlarla birlikte banka soygunları yapar. Yaptıkları son soygunda bankadan çıkarlarken banka çalışanlarından Claire Keesey’i yanlarına rehin olarak alırlar. Fakat kaçışlarında herhangi bir sorun yaşamadıkları için Claire’yi serbest bırakırlar. Soygundan sonra ekibin en agresif elemanı James Coughlin rehin olarak aldıkları kadının kendi oturdukları yere çok yakın bir yerde yaşamakta olduğunu öğrenir. Bunu bir güvenlik tehdidi olarak gören James ekibe kadının takip edilmesi gerektiğini gerekirse ortadan kaldırılmasının bile düşünülebileceğini açıklar. James’in kontrolden çıkıp yanlış bir iş yapmasından endişelenen Doug, takip işini kendisi üstlenir. Ama Doug’un üstlendiği takip işi düşündüğü gibi gitmez. Doug ile Claire arasındaki takip mesafesi giderek kapanır ve banka soyguncusu ile banka çalışanı arasında bir ilişki yaşanmaya başlar. Olaylar geliştikçe bu ilişki kimsenin sürmesini istemediği bir soruna dönüşecektir.
Yönetmenliğini yaptığı ilk film olan Gone Baby Gone’dan sonra Ben Affleck yine Amerikan toplumunun alt sınıflarına dair bir hikâye ile çıkıyor karşısına seyircinin. İlk filmindeki dramatik çarpıcılığı yakalayamamış olsa da yönetmen bu filminde onu muhtemel yok oluşa doğru götürebilecek yasadışı bir mesleği kendine iş edinmiş nevi şahsına münhasır bir işçi sınıfı çevresine bakış atıyor.
The Town her ne kadar ilk bakışta bir soygun filmi olarak algılansa ve bu algının oluşumuna neden olan birçok klişeye sahip olsa da sahnede gösterilen soygunları gerçekleştiren maskelerin gerisinde o soygunlara katılan insanların dramlarına göndermeler yapan ve özgünlüğünü de bu noktadan alan bir yapım. Doug yaptığı yasa dışı işi sonsuza kadar sürdüremeyeceğini biliyor. Kendilerine herhangi bir sorun çıkarmamaları için takip ettiği Claire’ye karşı duyduğu sevgiyse, ona hayatı boyunca yaptığı hatalardan dönüp her şeye yeniden başlama cesareti veriyor.
The Town yoksullukla didinen, eğitimden yoksun, ruhen sakat bir sosyal yapıyla yetişen insanların bir bakıma sisteme saldırısı olarak kabul edilebilecek soygunların, sonu daha en başta belli olan hikâyesi de oluyor bir bakıma. Filmde anlatılan insanlar yaptıkları soygunlarda en kaba tabirle “köşeyi dönme” hesapları yapan, çaldıkları paralarla ortadan kaybolup yaşamlarının geri kalan kısmını rahat bir şekilde yaşama hayalleri kuran kimseler değiller. Soygunları gerçekleştirseler ve soygunlarla ilgili polisin şüpheliler listesinde yer aldıklarını bilseler de onlar Charlestown’ı terk etmiyor, kendi hayatlarını, sonucu neye mâl olursa olsun sürdürüyorlar. Daha filmin başında gerçek yaşamda bu soygunlara katılmış olan insanların soygunlarla ilgili görüşlerinden alıntılanan ve ısrarla yaptıkları bu işten pişmanlık duymadıklarını ifade eden cümleleri de onların bu konudaki çaresizliklerini, sosyal anlamdaki çıkmazlarını nasıl giderek bir inanca ve hatta inada dönüştürdüklerinin bir göstergesi. Tehlikeli, bir gelecek vaat etmeyen sokaklarla hapishane arasında sıkışan bu insanlar için banka soygunları, onlar her ne kadar yaptıkları işi politik bir duruş ya da eylem olarak belirlemeseler ve algılamasalar da, bir tepki olarak beliriyor.
Filmde Doug, yaşadığı tüm sıkışmışlığı aşmak adına her şeye yeniden başlamak istese de bu o kadar da kolay olmuyor. Kendisini yetiştiren sosyal çevreyi reddetmeye kalkışan Doug daha en başta kendisine kardeşi sayılabilecek kadar yakın olan James’in tepkisiyle karşılaşıyor. Ardından soygun işinin arkasında bulunan asıl adam Fergie, Doug’u yapılacak son soyguna katılmaması halinde Claire’yi öldürmekle tehdit ediyor. Sürdürdüğü yaşamını yarım bırakan ve yokluğuyla kendisine en çok acı veren kaybettiği annesi, yaptığı asıl işi öğrenip kendisini terk eden Claire, peşindeki polisler ve kendisine soygun yapmaktan başka bir şans tanımayan sosyal çevresiyle Doug dört bir yandan çevriliyor.
Hakkında daha önce yazdığım Animal Kingdom ile tema bakımından benzerlik gösteren The Town da kendi toplumunun alt sınıfından hareketle “suç” kavramının arkasındaki sosyal yapıyı irdelemeye çalışsa da dramatik yapısını Animal Kingdom’ınki kadar geliştiremiyor. Buna rağmen üzerine düşündürdüğü bir “meselesi” olması bakımından The Town, 2010 yılının dikkate değer filmleri arasına giriyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.