Kuşkusuz 2016 yılının en büyük sürprizlerinden biriydi Koreli genç yönetmen Na Hong-jin’in The Wailing (Kara Büyü) isimli filmi… Arka planına Kore – Japonya halklarının 100 yıla dayanan tarihsel nefreti ve paranoyasını alarak bunu şamanizm, batıl inançlar, gerilim ve korku öğeleriyle kusursuzca harmanlayan The Wailing, Cannes Film Festivali’nde ilk gösterimini yaptığında tam bir gövde gösterisi yapmıştı.
Aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan, yönetmen Na Hong-jin gerçekten ortaya çok büyük bir iş çıkardı. Senaryonun ve yönetmenliğin uyumu takdire şayan. Oyuncu yönetimi çok iyi, ışıklar ve renk paleti göz alıcı. Özellikle yağmurlu sahnelerdeki görüntüler inanılmaz. Burada tabi ki görüntü yönetmeni Kyung-pyo Hong’u da tebrik etmek gerekiyor. Kendisi bu filmden iki yıl sonra yine 2010’lara damgasını vuracak başka Güney Kore başyapıtları The Burning, Parasite gibi yapımlarla da çitasını iyice yükseltti. Başrollerde Do-won Kwak, Jung-min Hwang, Jun Kunimura, Woo-hee Chun ve Hwan-hee Kim büyük iş çıkarıyor. Hepsinin birbirleriyle uyumu ve performanslarının dozu çok yerinde, hiçbiri birbirinin önüne geçmiyor ki zaten burada senaryonun yazılışındaki ustalık başrolde.
Tarihsel Arka Plan
1910 yılında Japonya işgaline uğramasının ardından Kore’de çok büyük bir Japon nefreti ve paranoyası baş göstermeye başlar. O zamanlar Güney – Kuzey diye ayrılmamış olmalarına rağmen Kore insanının Japonlara duyduğu nefret ve öfke, Amerika ve olası bir Sovyet nefretinden çok daha fazladır. Bunun da elbette birden çok nedeni vardır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte Kore kadınlarının Japon ordusu tarafından seks kölesi yapılmaları, bu esnada 10 binlercesinin hayatlarını kaybetmeleri, ülke içi ticaretin sonlanması, Kore tüccarlarının adeta yok edilip tamamen Japon ticaretinin ülkeye egemen olması, kültürel soykırımlar vb gibi sayılabilecek daha onlarca sebep bu iki halk arasında günümüzde halen süren düşmanlığın doğmasında neden oldu.

Günümüzde Kuzey Kore, Japonya Devleti’yle halen hiçbir şekilde anlaşmıyor ve onları yok sayıyor. En ufak bir ticari ilişki, iç – dış politikaya dair bir istişarede bulunmuyorlar. Güney Kore ise günümüzde kısmen biraz daha yumuşadı ancak sadece hükümetler bazında… Halkların travması halen sürüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ise, 1945’te Japon Ordusu Kore’yi tamamen terk etti. Amerika ise Kore’yi günümüzdeki haline getirerek Kuzey – Güney Kore şeklinde ikiye böldü.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Güney Kore’de, Gokseong köyündeyiz. Jong-Hoo orta halli bir polis çavuşudur. Ancak pek becerikli ve zeki değildir. Bir sabah köyde bir cinayetin yaşandığı suç mahalline gittiğinde ise gözlerine inanamaz, şoka uğrar. Olay yerinde birden fazla ceset bulunmaktadır ve hepsi olabilecek en vahşi şekilde öldürülmüşlerdir, adeta bir intikam gibi. Hınçla. Yapan ise ailenin küçük çocuğudur. Tüm bunlar Hoo’yu ve polisi dehşete düşürürken bir başka ayrıntı da hayatta kalan kurbandadır. Yüzünde ve bütün vücudunda kıpkırmızı bir yara ve şişlikler vardır. Zehirlenmiş veya salgın bir hastalığa yakalanmış gibi gözükmekte olan bu kişi ilk başta çok dikkat çekmez. Sonrasında aile yemeğine döneriz, evin babaannesi de olayı duymuş ve hemen kendince gelenekçi, bağnaz düşüncelerini ortaya dökerek şaman geleneği ve birçok başka tedavi şekliyle bu insanların iyileşebileceğini söyler. Ancak Jong-Hoo’nun aldığı bir diğer cinayet ihbarı artık her şeyi daha başka bir noktaya getirecektir. Yine sağ kurtulan biri vardır ancak bu kişi polislere saldırarak onları ısırmaya çalışmaktadır ve bazılarını da ısırabilmiştir. Polislerin aklına bu kez dağlardaki zehirli mantarlar ve köyün ücra köşesine yeni taşınan bir Japon olan ‘yabancı’ gelir. Japon dışında başka bir arguman da bir de birçok kişinin dillendirmeye başladığı beyaz elbiseli genç bir kadın hayaletin de hep olay yeri çevresinde görüldüğüdür.
Film ilerledikçe kimin iyi kimin kötü olduğu, gerçeklik ile rüyalar iç içe girecek ve filmin tamamında sürecek olan müthiş bir mistisizm ortaya çıkacaktır. Jong Hoo’nun kızı da aynı hastalığa yakalandığında artık herkes gizemli Japon’a kafayı takmaya ve onu taciz etmeye başlarlar. Bazı anlarda da Japon’un ormanda cesetleri yediği kısa sekanslara şahit oluruz ancak bunlar bilerek yönetmen tarafından filme konulmuştur. Sekansların gerçekliği bilerek muğlakta bırakılmış, bu sayede Kore halkındaki Japon paranoyası ve nefretine gönderme yapılmıştır. Sahnelerin gerçekliği kesinlikle net değildir.

Sonrasında Jong-Hoo, annesine uyarak kızını iyileştirmesi için eve şaman getirir ancak her şey daha da karmaşık hale gelir. Hoo’nun kızı Hyo-jin, şamandan çok rahatsız olur ve iyice psikopatlaşmaya başlar ve evdeki ilk cinayetini de işler. Bundan sonra artık çok kapsamlı ve sert Şaman ayinlerini izlemeye başlarız. Bu ayinlerle aynı anda Japon’un da bir nevi ayin yaptığı kesitleri görürüz. Burada Japon’un Budist mi, Katolik mi olduğu muğlaktır. Japon’a saldırılar artmaya başlayınca da Japon artık gizlenmeye başlar ve öldü süsü vererek Jong-Hoo’yu, polis arkadaşlarını bir nebze rahatlatır ancak gerçek öyle değildir.
Gizemli hayalet kadın, Japon ve Şaman Il Gwang arasında gidip gelmeye başlayan filmin finali ise gerçekten çok etkileyici. Finalde hiçbir şekilde bir kesinlik yok, kim iyi kim kötü, tamamen muğlakta bırakılmış. Bu elbette yönetmenin seçimi ve burada yapmak istediği kesinlikle bu. Film boyunca bağnazlığa, batıl inançlara, şamanizme gömülmüş bir köy halkı panaromasına şahit oluyoruz. Hastalananların hastaneye son hamle olarak geç taşınmaları, herkesin kendince anlamsız ve saçma sapan tedavi yöntemleri önermeleri, Japon’a ve mantarlara olan takıntıları gibi daha birçok cahilce davranış ve düşünceye maruz kalıyoruz. Yönetmenin finaldeki muğlaklık seçimi de buradan kaynaklanıyor. Komplo teorilerine, ırkçılığa, korkuya ve batıl inançlara dayalı toplumlarda tarih daima tekerrür edecek ve böyle şeyler yaşandığında kimse aynı filmi izleyen bizler gibi kimse hakkında kesin bir hükme varamayacaktır.
Sonuç olarak The Wailing, gerçek anlamda bir başyapıta dönüşüyor. Filmi bitirdikten sonra da aklıma gelen ilk kelime katman oldu. The Wailing gerçekten inanılmaz derecede çok katmanlı bir film. Bu onu bir yönden epik janrına da yakınlaştırabiliyor. Öte yandan korku-gerilim türünde olmasına rağmen içinde yukarıda da belirttiğimiz gibi çok şey barındırıyor. Tarihsel alt metinler, şaman kültürü, bağnazlık, ırkçılık, korku paranoya ve daha birçoğu. Eğer böyle bir film arıyorsanız The Wailing’de çok şey bulacağınıza eminim. İyi seyirler.
Yararlanılan Kaynaklar
https://www.otekisinema.com/the-wailing-toplumlarin-nefreti/
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.