The Wrestler: Etrafında Kimse Kalmayınca Sadece İsmin Kalır

Darren Aronofsky’nin bir güreşçinin kariyerinin son günlerini anlattığı The Wrestler, birçok yönüyle özel bir film.

KONUSU

Gerçek adı Robin Robinson olan ancak en çok sahne ismiyle tanınan Amerikan güreşçisi Randy’nin bir maçın ardından geçirdiği ağır kalp krizi ona geçmişini, bugününü ve kızıyla olan sorunlu ilişkisini sorgulamaya iter.

ANALİZ

1998’de Pi ile adını duyurduktan sonra 2000 yılında yeraltı edebiyatı yazarı Hubert Selby Jr.’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı Requiem For A Dream’le (Bir Rüya İçin Ağıt) birden bire zirveye çıkan Darren Aronofky, 4.filmi olan The Wrestler’da yine müthiş bir iş çıkardı. Tam anlamıyla bir karakter filmi olan The Wrestler’da Aronosfky, protagonistini derinlemesine sorguluyor. Burada en önemli detaylar elbette senaryo ve oyuncu yönetimi. Oyuncu yönetiminin çok başarılı oluşu, bir de üstüne Robert Siegel’in vurucu senaryosu eklendiğinde ortaya eksik parçası kalmayan bir puzzle gibi kusursuz bir film çıkıyor. Aronofsky’nin özellikle Requiem’de göze çarpan olağanüstü müzik kullanımı bu filmde de tekrarladığını görüyoruz. Bu filmde de Clint Mansell’la çalışarak müzikteki başarısını kanıtlıyor.

Onun dışında özellikle güreş maçları sahnelerindeki kamera kullanımı çok başarılı. Spor filmlerinde özellikle Rocky serisinde duygulara vurgu yapan senaryolar ve oyunculuklar görüyorduk ancak bu 1980 yapımı Martin Scorsese harikası Raging Bull ile değişti. Raging Bull’ın spor filmlerine getirdiği müthiş yenilikçi bakış açısı belli olduğu üzere Aronofsky’nin de dikkatini çekmiş olmalı ki, kendi spor filminde de çok benzer açılar kullanıyor ama yüzeysel ve düz de çekmiyor. Özgün çekiyor.

Gelelim oyunculuklara. 1980’lerde dünyayı kasıp kavuran, defalarca yaşayan en seksi erkek seçilen, 90’larla birlikte özel hayatının çöküşüyle kendini yüz ameliyatlarına veren Mickey Rourke, bu filmdeki performansıyla tam olarak “beni unutmayın” dedi. Hiçbir şekilde teatral ve çok abartılı olmayan, çok doğal bir performans sergiliyor Rourke. Kendisi için olağanüstü bir geri dönüş filmi oldu. The Wrestler; vizyona girdiği 2008’de de Rourke hayranlarının en çok konuştuğu konu buydu. Ancak en büyük şanssızlığı ve herkesin hemfikir olduğu konu Sean Penn’in olağanüstü Harvey Milk performansıyla aynı ödül sezonuna denk gelmiş olmasıydı. Mickey Rourke dışında Marisa Tomei, Evan Rachel Wood da büyük oyunculuklar sergiliyorlar. Özellikle Marisa Tomei günümüzde de halen genellikle komedi filmlerinde çokça canlandırdığı karakterlerle biliniyor olmasına karşın bu filmde tabuları yıkan çok güçlü bir striptizci kadın karakter olan Cassidy’ye hayat veriyor. Oldukça zor ve cesaret isteyen sahnelerden alnının akıyla çıkmasını da biliyor. Jenerasyonunun en sevilen oyuncularından Evan Rachel Wood da aslında 2003’te ses getiren filmi Thirteen’dekine benzer ama ondan bazı yönleriyle ayrılan, Randy’le ilişkileri gergin genç kızı Stephaine’yi başarıyla canlandırıyor.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

Randy The Ram Robinson, 80’li yıllarda ringlerde fırtına gibi esmiş ancak günümüzde ise artık yaşlanmış ve sağlık sorunları yaşamaya başlamış olan bir Amerikan Güreşçisidir. Buna rağmen maça çıkmaya ve zor da olsa kazanmaya devam eder. Ancak yaşantısı eski şaşaalı günlerinden çok uzaktır. Küçük bir karavanda hayatını zor idame ettiren Randy, aynı zamanda bir de süpermarkette çalışır. Çevresinde sadece düzenli olarak gittiği striptiz barda çıkan Cassidy var. Cassidy’ye beslediği duygular tam olarak karşılıksız da değildir. Müşteri olduğu için Cassidy, Randy’ye olan ilgisini göstermez çünkü onun da hayatı karışık ve zordur.
Randy bir gün kazandığı bir maç sonrası soyunma odasında çok şiddetli bir kalp krizi geçirdiğinde ise hayatı değişmeye başlar.
Doktoru bir daha asla ringe çıkmamasını, sakin ve stressiz bir hayat yaşamasını tavsiye eder Randy’ye. Güreşi bırakacak olmak kendisi için çok üzücü ve zor olsa da Randy ilk başlarda bunlara uymaya başlar. Süpermarkette full time işe başlar, güreşi de bırakır ve terk ederek çok uzun yıllardır görüşmediği kızı Stephanie’ye yakın olmaya çalışır.

İşler bir süre yolunda gitse de sonrasında yeniden bozulmaya başlar. Bir gece çok sarhoş olarak günün tamamında uyuya kalıp Stephanie ile buluşacağını unuttuğunda kızı tarafından yüzüne kapı tamamen kapanır. Cassidy de onu reddetmiştir. Süpermarkette de giymekte olduğu önlükte bile daha önce belirtmiş olmasına rağmen ünlü sahne ismi olan Randy olarak değil Robin yazmaktadır.
Sonrasında bir müşteri kendisini maçlardan tanıdığında sinir krizi geçirir, etrafı dağıtır, müşterilere saldırır ve istifa eder Randy. Artık yapacağı bir tek şey kalmıştır. Son bir güreş maçı. Çünkü o sadece ringde sevilip sayılmaktadır, ringde asla yalnız değildir, seyirci tarafından adı haykırılmakta, genç güreşçiler tarafından idol olarak görülmektedir. Ve Randy maça çıkar, maçın ilerleyen dakikalarında kalbi yeniden tutmaya başlar ancak umursamayarak maçı tamamlayacaktır. Rakibini son kez düşürür, imza hareketi olan Randy atlayışını yapmak için ringin tutunma yerinin köşesine çıkar ve atlayışını yapar. Kendinden geçmiş seyirci bağrışları devam eder, birkaç saniye sonra ekran karararak film biter. Randy’nin sadece atladığını görürüz. Bir nevi artık ölüme atlamıştır Randy. Çünkü zaten maç esnasında kalbi kötüleşmiş, Randy’yi hareket edemeyecek hale getirmiştir.

Filmin değindiği en önemli şeylerden birinin de aslında sınıfsal farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Filmde üst sınıftan neredeyse hiçbir karakter yok. Sadece Randy’nin süpermarketteki patronu ve güreş maçlarını ayarlayan menajerler ancak onların da neredeyse sahneleri bile yok, sadece birkaç cümle ediyorlar. Filmde Randy’nin yaşadığı mahalle, kızı Stephanie’nin mahallesi, Cassidy de tamamen alt sınıfa mensup ‘sadece yaşamaya çalışan, hayatta yaşamdan başka istekleri olmayan’ mutsuz karakterler.
Filmde çok önemli bir sahne var. Randy ve birkaç tane daha güreşçi ring salonunda bir imza günü düzenliyorlar. Neredeyse sadece Randy’nin masasına fotoğraf çektirip imza almaya gelen kişiler oluyor. Bunlar olurken Randy’nin gözü diğer güreşçilere takılıyor. Birinin bacağı sakat, birinin kolu bandajlı, birisinin kafası çok yoğun hasar almış halde. Bu insanların devlet tarafından nasıl terk edildiği anlatılıyor biz seyircilere. Hayatlarındaki tek şey güreş, sadece orada kendilerini yalnız hissetmiyor ve seviliyorlar ancak o da hiç sağlıklı değil. Yani Randy de aslında değiştiremeyeceği bir kaderin içinde sıkışıp kalmış birisi. Darren Aronofsky bu filminde bize sistemin yaratmış olduğu kaybetmeye mahkum insanları anlatıyor ve bunu da çok iyi başarıyor.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın