The Wrestler: Bir Beden İncelemesi

the-wrestler-marisa-tomei-mickey-rourke.jpg

Zamanında garip bir uydurmayla pankreas olarak türkçeleştirilen, sonrasında amerikan güreşi diye evrilen sahte dövüş sporunu, çoğumuz ilkin Hulk Hogan ismiyle öğrenmiştik. Neredeyse iki metrelik boyuyla Hulk Hogan onların güreşiyle bizimkinin bir alakası olmadığını da öğretmişti. The Wrestler herhalde o yüzden Türkiye’de Şampiyon ismiyle gösterime girdi.

Amerikan kültürüne ayna tutan, garip bir spor dalı amerikan güreşi. Dövüşür gibi yapan insanların, sonu belli maçların hayranı kitleler falan… anlamak zor. Gerçi son yıllarda Türkiye televizyonlarında da oldukça iyi reyting getiriyor. Benim yakalayamadığım bir şeyler var sanırım. Yönetmeni Darren Aronofsky’nin hatrı sebebiyle, açıkçası istemeye istemeye gittiğim The Wrestler ise beklentilerimin çok üstünde çıktı. Klişe bir hikayeden bu kadar derin bir yapı çıksın, beklemezdim.

Her sözden önce şunu teslim etmek gerekir. Eğer bu filmi başka bir yönetmen çekseydi çok gereksiz ve klişe bir film olurdu. Belki erken bir teşhis olacak fakat Aronofsky’de kubrickyen bir nosyon görüyorum: bir cümlesi var. Bu cümleyi anlatmak için dünyaya gelmiş gibi yaşıyor. Çekeceği filmin türünün ve hatta konusunun bile önemi yok. İnsanın sonlu hayatındaki çaresiz çırpınışlarına kilitlenmiş ve bunu derinliğini yitirmeden tekrar tekrar anlatıyor. Bu seferki filmde ise en katmanlı ve en yalın işini çıkarmış.

Filmin altmetninde yatan Amerika’nın ortadoğuyla olan ilişkisini şimdilik bir kenara bırakalım. Hâlâ elimizde harika bir film var. Bazılarının yaptığı gibi The Wrestler’ın Rocky serisinin son filmiyle kıyaslanması mümkün değil. Bu eski bir şöhretin kaybediş-kayboluş filmi değil. Bu filmde çok daha kıymetli, kapsamlı ve derin bir konu masaya yatırılıyor: Beden!

İnsanın çaresiz çırpınışlarının bedenle olan ilişkisine daha önceki filmlerinde de giriş yapmış olan Aronofsky, bu filmiyle modern insanın bedenini kapsamlı bir şekilde ele almış. Toplumun değer yargılarının şekillendirdiği bedenler, insan karakterinden bağımsız bir varlık olarak toplumda değer kazanınca ortaya çıkan seçimleri irdelemiş. Mickey Rourke’un çok konuşulan bir performansla canlandırdığı Randy’si ile  MarisaTomei’in canlandırdığı Cassidy karakteri çarpıcı bir paralellik yakalamış.

Her iki karakter de metalaşmış bedenleri sayesinde hayata tutunmuş karakterler. İkisiyle de, bedenlerinin onlara ihanet ettiği zamanlarda tanışırız. Bedenlerindeki kırışıklıklar, dövmeler ve yaralar onların varoluş biçimlerini anlatır bize. Eskiden başkalarının mabeti haline gelmiş bedenler ihanet edince parasız, ilgisiz ve yalnız kalmışlar.

İki karakterin de mesleğindeki gerçeklik düzeyine ve aralarındaki harika paralelliğe bakalım. Cassidy bir şov kızı (show girl). Vücudunu sergiliyor, striptiz yapıyor, dans ediyor ve lapdance (kucak dansı) yapıyor. Cinsel bir güdüye hizmet ettiği için para kazanıyor fakat cinsel güdüyü gerçekte tatmin etmiyor. Müştesi sadece seyirci. Temas kurmasının yasak olduğunu çok kez kendisinden duyuyoruz.  İcra ettiği meslekte suni olsa da, cinsel bir tatmin var kısaca.

Randy ise bir amerikan güreşçisi. Gladyatörlükten türeme spor dalında rakipler maç öncesinde mizansenlerini tartışıyor, ringde de dövüşür gibi yapıyorlar. Şiddet dürtüsünü tatmin eden bu güreşçilerin aslında dövüşmediklerini herkes biliyor. Yine de kitleleri salona toplamayı ve şiddet dürtülerini sahte mizansenlerle tatmin etmeyi başarıyor.

İki meslek de ‘gibi’ yapmasıyla bilinmesine rağmen karakterlerde açtıkları yaraları daha filmin başında öğreniyoruz. İsa peygamberin bedenine çektirilen ceza benzetmesi üzerinden aktarılan bilgiden iki şey anlıyoruz. Birincisi bu yaraların sebebinin toplum olduğunu; ikincisi İsa’nın çektiği işkence ile Randy’nin ya da Cassidy’nin çektiği işkence arasında bir ilişki kurmamız gerektiğini. Randy’nin sırtında bulunan kocaman İsa peygamber dövmesi de bunu pekiştiriyor. Ortak nokta ise hepsinin yaralarının başkaları yüzünden açılmış olması.

Foucault’nun detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştığı iktidar-beden ilişkisi bu filmin her karesinden sızıyor. Tahakküm altına alınan bedenler ekonominin çarklarından biri olarak, eğitimli bir makine parçasına dönüşmüş. İşlemez duruma geldiklerinde ise sökülüp yerlerine yenisi takılıveriyor. Makineye sözde sahip olan kişi ise bu yolda harcadığı değerlerini yeniden kazanmanın peşine düşüyor. Cassidy bedeninin hapishanesinden çıkar gibi yapsa da hemen geri adım atıyor. Çocuğunun babasının bahsinin hiç geçmemesinden anladığımız kadarıyla Cassidy bu hatayı bir kez yapmış ve dışarıda bir kimliğinin olmadığını idrak etmiş görünüyor. Bedeni haricinde kendini tanımlayabildiği tek alan olan anneliği ise Cassidy’ye en azından bir gün işi bırakma ve yeni bir eve taşınma hayali kurma imkânı veriyor.

Randy ise önce bedeninden vazgeçmeyi deniyor. Cassidy’ye dans ediyor; 80lerin şarkılarını söylüyor. Yıllardır görmediği ve kendisinden nefret eden kızıyla eski bir otel harabesinde, gerçekte varolmayan bir şarkıyla dans ediyor. Marketin şarküteri bölümünde, göğüs kartına yanlış yazılan Robin ismiyle tavuk kızartıyor. Hepsinde hüsrana uğrayan Randy bedenine mahkûm olduğunu idrak ediyor. Gerçek olmasa da ilgi görebildiği, kimliğine kavuşabildiği tek yer olan ringe dönüyor. Gerçekte varolmayan bir kimliğe yeniden kavuşabilmenin hayaliyle hayatını riske ediyor. Gerçek olmayan bir rakiple, gerçek olmayan bir güreşe girişiyor. Her sahte şey gibi, bunun da bazı gerçek sonuçları oluyor… Reconstructionda dediği gibi: “Everything is constructed. Still it hurts.”

Çarpıcı iki meslek ve iki hayat üzerinden giden film, çerçevenin aslında dar tutulmaması gerektiğini de küçük göndermelerle belirtiyor. Bedenlerimizdeki tahakkümün sadece güzel ya da güçlü vücut dayatması şeklinde olmadığını ayrıca kıyafet ve cinsel kimlik gibi bedenin önplanda olduğu konulara da göz kırpıyor.

Son olarak filmdeki bariz Amerika-Irak ilişkisine dair birkaç söz söyleyelim. Yirmi yıl öncesinde başlayan bu krizi harika bir metaforla eleştiren Aronofsky, son tahlilde bu savaşların hiçbirinin gerçek olmadığının altını çiziyor. Irak’ı temsilen varolan Ayetullah karakteri hakkında söylenen her cümle manidar. Asıl adının Bob olması, doğuda yaşıyor olması ve araba ticaretinden iyi para kazanıyor olması bilgilerini Randy’den öğreniyoruz. Menejer ise bu savaş için kesinlikle türbanını yeniden takacağını belirtiyor. Oldukça eğlenceli ve esprili olan Bob (Ayetullah) karakterini kaybedeceğini bildiği maç öncesinde görüyoruz ilk olarak. Maçın başlarında Irak bayrağını sallayarak seyirciyi tahrik eden Ayetullah Randy’nin durumunun kötüye gittiğini hissedince yenilgisini hızlandırmaya çalışıyor. Hakem de film seyircisi olarak biz de takati kalmamış Randy’den maçı bitirmesini bekliyoruz. Kalbi tekliyor Randy’nin. Randy The Ram alkışlarla sarhoş olmuş. Koluna kramplar giriyor, kalp krizi geçiriyor olduğu aşikâr. Kalabalık bağırıyor “Ram Jam!”. Randy son nefesiyle iplere tırmanıyor ve o meşhur hareketini yapmak için Ayetullah’ın tepesine atlıyor… havada görüyoruz onu. İki ülke savaşır gibi yaparken insanlar gerçekten ölüyor.

Daha bahsedecek o kadar konu var ki sığdırmak mümkün değil. En az iki kez izlenmesi gereken filmlerden The Wrestler. Bıraktığı ilk intibaya, basın bülteninde yazan konusuna, hakkında yazılan yüzeysel yorumlara, klişe denmesine, Rocky’ye benzetilmesine sakın aldanmayın. Gerçi 18 kopya gibi gudik bir rakamla gösterime girdiğinden Ankara ve İstanbul dışındaki şehirlerde gösterilmiyor ama ne yapın edin seyredin.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

“The Wrestler: Bir Beden İncelemesi” için 6 cevap

  1. Iraz Şensöz avatarı
    Iraz Şensöz

    güzel film, şahane yazı.

  2. Iraz Şensöz avatarı
    Iraz Şensöz

    güzel film, şahane yazı.

  3. edge avatarı
    edge

    Film beni çok şaşırttı,
    Aksiyon, kan, kavga beklerken bir dram izledim. Ki güzel de bir dramdı. Doğallığı güzel yakalamışlar. Cinsel öğe kullanma gibi bir kaygısı olmadığı görülen filmde cinsel öğeler çok doğal ve sansürsüz kullanılmış.
    IMDB puanını hakettiğini düşünüyorum.

  4. edge avatarı
    edge

    Film beni çok şaşırttı,
    Aksiyon, kan, kavga beklerken bir dram izledim. Ki güzel de bir dramdı. Doğallığı güzel yakalamışlar. Cinsel öğe kullanma gibi bir kaygısı olmadığı görülen filmde cinsel öğeler çok doğal ve sansürsüz kullanılmış.
    IMDB puanını hakettiğini düşünüyorum.

  5. Burak Ata avatarı
    Burak Ata

    Öncelikle şunu belirtmemde yarar var Mickey Rourke’u severim, oynadığı uyduruk filmlere bile bir karizma katardı. Hatta “Hero” şarkısına çekilen klipte şöyle bir gözükmesi bile yetmişti.
    Şimdi dönelim filme, belki son zamanlarda eski tüfeklerin teker teker ortaya çıkıp, “yıkılmadım, ayaktayım” filmleri çekmesinden baydığımdan belki de Mickey Rourke’un yüzünü değil de ensesini görmekten sıkıldığımdan bu filmde aradığımı bulamadım. Kötü bir film değil ancak çok farklı bir film de değil.

  6. Burak Ata avatarı
    Burak Ata

    Öncelikle şunu belirtmemde yarar var Mickey Rourke’u severim, oynadığı uyduruk filmlere bile bir karizma katardı. Hatta “Hero” şarkısına çekilen klipte şöyle bir gözükmesi bile yetmişti.
    Şimdi dönelim filme, belki son zamanlarda eski tüfeklerin teker teker ortaya çıkıp, “yıkılmadım, ayaktayım” filmleri çekmesinden baydığımdan belki de Mickey Rourke’un yüzünü değil de ensesini görmekten sıkıldığımdan bu filmde aradığımı bulamadım. Kötü bir film değil ancak çok farklı bir film de değil.

Bir cevap yazın