Thor: The Dark World, geride bıraktığımız 1 Kasım haftası içerisinde vizyona girdi ve konu olarak da kendine çekiçli tanrı Thor’un, Kara Elf Malekith ile olan savaşını seçti. Konuyu bilenler için yazıyoruz, değineceğimiz birkaç kusurlu hareket var.
Açıkçası doğrudan söylemek gerekirse, ilk filmden daha izlenebilir fakat nihayetinde benzer klişeleri uygulayarak bildiğimiz mutlu sona ulaşan bir film olmuş. Nankör abisi mahpuslarda tutsak tutulurken, Thor’un diğer evrenlere barış getirme gayretiyle başlıyor film. Aslında eğlenceli de ilerliyor ilk başlarda fakat karakter derinliğinin neredeyse hiç yansıtılmadığı ve sadece önemli olayların gelişimlerinin özet geçilip, görkemsiz sonlarının sunulduğu bir hal alıyor bu durum.
İyi adamları biliyoruz. Thor’un Asgard’daki dostları artmış, davasında kendini ortaya atacak fedailer edinilmiş. Farklı bir açıdan bakarsak, kötü karakter olarak Malekith, yapısal bağlamda doğru bir tercih fakat bu denli güçlü olarak lanse edilen bir karakterin sadece ortaya çıkışı ve tasvir edilen gücünün temsil edemeyeceği şekilde yenilişi biraz hevesi kursakta bırakan cinsten. Kara Elf’lerin akıbeti daha epik ve bir bakıma gülünç olmayan bir sonla sunulabilirdi. Davasında bu kadar ciddi ve inançlı kötü adamların daha özenli yansıtılması gerekir ki seyirci kötülüğün ciddiyetine varsın, ki Malekith de karakterli bir kötüyü oynuyor ama bunu göremiyoruz haliyle. Thor ve Jane’in pembe sahneleri, tam olarak girizgahı hazırlanmayan yardımcı karakterler, zaten herkesin tanıdığı Loki ve Thor ilişkisinin üzerinden duygusallık fışkırması gibi uzantılar filmin sonunu basitleştiren elementlerden. Fakat hakkını vermek gerekirse ilk filmde kısa rol vererek hakkını yedikleri Heimdall’a yani Idris Elba’ya gereken süre armağan edilmiş fakat pek tarzı olmasa da biraz konuşkan ve hareketli bir karakter olmuş.
Bazı filmlerde bazı ilerlemelerin gerçekleşmesi için o “bazı” olayların olması gerektiğine değinmiştik çok uzun zaman önce. Thor için de aynı durumdan bahsedeceğim. Jane’in Londra’daki portalı keşfetmesi kabul edilebilir bir şey, sonuçta karakterin mesleği bu, FAKAT portalların fiziksel özelliğine aykırı şekilde ve kişiye özel muamele yapmadığını varsayarsak, tam tersi hareket edip Jane’i rüzgar uğultuları ve yaprak hışırtılarıyla kendi içine çekmesi ve Jane’in rastgele teleport olduğu evrende uzun yıllardır saklanan yasaklı gücün kucağına düşüp, farkında olmadan da bu gücü kendi içine alması eminim ki sadece bana komik ve zoraki rastlantı olarak gelmemiştir. Böyle olgular filmleri basitleştiren ve izlenim sırasında keyfi kaçıran gereksiz detaydan başka bir şey değil kanımca.
Yapımcı stüdyo Marvel zaten uzun süredir kartları açık oynuyor. Ironman, Thor, Captain America gibi devam filmlerinin mutlu sonla bitmesi ve ufak ipuçlarıyla The Avengers 2’nin yolunu yapması kimsenin bilmediği bir sır değil artık.
Genel olarak izlenesi bir film gibi dursa da Thor: The Dark World, genel klişelerden kaçamayarak eğlenceli fakat vasatın üzerine çıkamayan bir film olarak kalıyor gözümüzde.
Bakınız, yine de her ihtimale karşın iyi seyirler diler.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.