Three Billboards Outside Ebbing, Missouri: Anormalin Anomalisi

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, ismini ilk duyduğumuzda “Ne biçim bir film ismi bu?” diye sorduğumuz, sonra yönetmenin adını duyduğumuzdaysa “Haa, normal!” diye beklemeye başladığımız bir yapımdı. McDonagh ve onun yolunda giden kardeşinden normal bir sinema filmi beklemek zaten yönetmenin tiyatro kökenini incelediğinizde boş bir uğraşı…

“In Yer Face!” tiyatro akımı en basit açıklamasıyla “sarsan, vermek istediği mesajı anlatana kadar izleyiciyi rahat bırakmayan, anormalin ve anomalilerin normal sayıldığı” bir tür. Akımın öncüleri Sarah Kane, Mark Ravenhill ve Anthony Neilson ile takipçileri Simon Block, Jez Butterworth, David Eldridge, Tracy Letts, Martin McDonagh, Joe Penhall, Judy Upton, Naomi Wallace veya Richard Zajdlic’in bir oyununa gittiyseniz o gece uyumanız zor. Ülkemizde Murat Daltaban’ın DOT’unda önemli örneklerini izleme fırsatı bulduğumuz akım sarsarken düşündürüyor, düşündürürken güldürüyor, güldürürken üzüyor, üzerken sevindiriyor. Bir yanağınızı sevgiyle öperken, diğerini tokata boğuyor.

Martin McDonagh’ın “In Bruge” veya “Three Billboards Outside Ebbing, Missouri”yle ortaya koyduğu sinema grameri, izleyicilere yeni ve aykırı gelse de, tiyatro izleyicisine bu yüzden yabancı değil. Peki nedir bu akımın sahnedeki ve perdedeki temsilcilerinin suratımıza vurmak istedikleri. Niye karşımıza çıkıp “In Yer Face” diye bağırıyorlar? Bu sorunun yanıtını, bu akımdan bir eser izlemeden kavramak biraz zor. Martin McDonagh’ın karakterlerini ve öykülerini soktuğu formlar, verilmek istenen mesajın ne olduğunu az çok anlatıyor.

(Yazının bundan sonrası spoiler içerir)

Bir McDonagh filmiyle karşılaştığınızda ilk aklınıza gelmesi gereken cümle “Hmmm, birazdan anormal bir karakterle tanışacağım” olmalıdır. Bu yetmez, zaten her yönüyle anormal karakterimiz bir de hayatının akışını değiştiren bir anomali yaşamıştır. In Bruges’da zaten normal sayılmayacak tetikçi karakterimiz Ray, bir de üstüne bir çocuğun ölümüne neden olmuştur. Three Billboards Outside Ebbing, Missouri’de her haliyle sıradışı bekar annemiz Mildred, tecavüz edilerek ve yakılarak öldürülen kızına hayatının geri kalanında hiç unutamayacağı bir şekilde veda etmiştir. İkisi için de hayatın zaten çok az bir anlamı varken, yaşadıkları son büyük olayla gerçek hayatla hiçbir bağı kalmayan Ray alkol, Mildred da kızının katilini bulma çabasıyla kendini avutmaya çalışırlar.

Normal bir insanın başına gelse kafayı yedirtecek, delirtecek olaylar, (biz perdede bu olayları görmemiş olsak da), ana karakterimizin hayatına girivermiştir ve onları “Niye ben? Neden? Neden?” diye düşünürken izlemeye başlarız. Fırtınalı ve dev dalgalı bir denizde bulduğumuz karakterlerimiz, ağlayarak, yakınarak, öfke patlamaları yaşayarak sığınacak bir liman aramaya başlar. Bu fırtınalı öykülere bir de kurtarma ekibi katılır. Ancak kurtarma ekibimizin filikası küçük, ana karakterimizin dertleri çok büyüktür. In Bruges’da Ken, Three Billboards’ta Şerif Willoughby emsalsiz iyiliklerine rağmen fırtınada savrulan, batmak üzere olan gemilere yardım edemezler. Ve garip bir şekilde okyanusun dibini ilk gören de onlar olur.

Martin McDonagh’ın paralellik taşıyan iki filminde sıra öyküye kafa karıştırıcı bir “kötü” koymaya gelir. In Bruges’da Harry, Three Billboards’ta da Dixon’ın varlığı, izleyiciyi biraz daha sarsmak, nefret, şaşkınlık ve “Adam haklı bir yandan” hissini birlikte yaşatmak için gereklidir. Bütün kötülüklerine rağmen değer anlayışları ve bu anlayışlara bağlı olarak yaptıklarıyla filmin sonunda nefretle birlikte bir takdir hissi uyandırırlar.

Normalde “Yaa, yeter bu kadar saçmalık” diye salondan çıkabileceğiniz öyküler, sağlam bir mizahla, her an ters bir çalım yiyip yere kapaklanmanızı sağlayabilecek bir senaryoyla sürüp gider. İnsanların normallerini, dini, siyasetçileri, gereksiz bir şekilde ciddiye aldığı birçok olguyu dalgaya saran akıllı diyaloglar McDonagh filmlerinin alamet-i farikalarındandır.

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, Martin McDonagh’ın tiyatro kökeniyle ve öykü anlatma biçimiyle yakından bağlantılı olsa da ayrıldığı yerler de var. McDonagh bu sefer çok katmanlı bir öykü anlatım biçimini seçmiş. Frances McDormand’ın karakteri Mildred’ın öyküsünü izlesek de Peter Dinklage, Woody Harrelson, Sam Rockwell, Caleb Landry Jones, Abbie Cornish’in karakterlerinden de ayrı birer film çıkabileceğini gözlemlemek mümkün. Özellikle hastanede portakal suyu sahnesinde “Bu başka bir filmin son sahnesi olabilirdi” hissinden kurtulamıyorsunuz.

Film, bir portakal suyu gibi tatlı ve ekşi sahnelerle ilerleyip, karakterler açısından tahmin edilebilir ama yine de şaşırtan bir sona bağlanıyor. “Raped While Dying” (Ölürken Tecavüz Edildi), “And Still No Arrests” (Ve Hala Bir Tutuklama Yok) “How Come Chief Willoughby?” (Nasıl Olur Şerif Willoughby?) yazılı üç billboard Mildred’la ilgili görülse de aslında iki polisin yaşamlarında bir dönüm noktası oluşturuyor. Kanser hastalığının son safhalarını yaşayan Bill Willoughby, son bir veda etmek için cesaretini o panolar sayesinde topluyor. Dixon ise tüm “white trash” özelliklerini taşıyan annesinin yarattığı kafesten, yine o panolar sayesinde kurtuluyor.

Ben Davis’in özellikle açık hava/geniş plan sahnelerde harikalar yaratan sinematografisi, Carter Burwell’in, senaryosu, karakterleri, olayları, herşeyi karışık filmin hissiyatını başarıyla yansıtan müzikleri, Martin McDonagh’ın kamera önü kadar arkasına da ne kadar hakim olduğunun göstergeleri… Yönetmen, öykülerine uygun oyuncu seçmekte yetenekli ve şanslı bir yönetmen olduğu için de modern zaman başyapıtlarını izleyen şanslı izleyiciler haline geliyoruz.

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri, sinemadan beklentiniz, “Şöyle güzel bir güleyim, eğleneyim, kendimi kahramanla özdeşleştirip, dünyayı kurtarayım, filmin mutlu sonuyla zihinsel mastürbasyon yapayım” şeklindeyse pek size göre değil. Ama “Suratıma sağlam bir tokat yiyip, biraz uyanmak, silkinmek istiyorum” diyorsanız, McDonagh’ın her filmi doğru adres…

Yorum Gönderin