Buried’i ilgi çekici kılan yanı bütün bir filmin tek bir kişinin bir tabutun içindeyken başından geçenleri başka hiçbir mekan kullanmadan anlatmasının yanı sıra o tabuta atfedilen metaforik anlamdır. Buried sadece Irak’ta kaçırılıp fidye için yerin altında bir tabutun içinde tutulan ve yaşamla ölüm arasında kalan bir adamın hikâyesini anlatmıyor. Buried’in derdi kahramanının nezdinde daha kapsayıcı bir savaş eleştirisi yapmak aynı zamanda.
Toprağın üzerindeki yaşamla olan bağını şarjı bitmeye yüz tutmuş ve tam olarak sinyal alamayan bir cep telefonuyla kurmaya çalışan Paul Conroy kendisine yardım edebileceğini düşündüğü yerlere ulaşmaya çalışıyor. Bunlardan ilki de bir Amerikalı refleksi olarak 911 oluyor. Ama 911’in sadece Amerika sınırlarında bulunan vakalarla ilgilendiğini öğreniyor. Daha sonra dışişleri bakanlığını, çalıştığı şirketi ve FBI’ ı arıyor. Aslına bakılırsa en başından beri Paul içinde bulunduğu dehşeti, kaygıyı ve korkuyu kendisiyle paylaşan seslerle karşılaşmıyor. Paul’un telefonda görüştüğü her kurum çalışanı olaya ilk başta kendi açısından bakıyor. Herkes bu olaydan bir bakıma kendisi için en az zararla çıkmaya gayret ediyor. Örneğin Paul’un çalıştığı CSI adlı taşıma şirketi Irak’ta yerin altında bir tabutun içinde hayatını kurtarmaya çabalayan çalışanını, büyük ihtimalle öleceğini düşünerek, çalışma arkadaşı olan kadın görevliyle ilişkisi olduğunu öne sürerek işten atıyor. Bunu da Paul’e, Paul tabutun içindeyken bildiriyor. Şirketin amacı elbette ki çalışanının ölmesi durumunda Paul’un ailesine ödemek zorunda kalacağı tazminattan kurtulmak. Ordunun kurduğu ve bu tür kaçırılma durumları ile ilgilenen takımın lideri ise Paul’u kaçıranların kendisinden cep telefonuyla çekmelerini istediği fidye videosunu çekmemesini istiyor. Kurtarma ekibinin videonun çekilmemesini istemesinin nedeni ise çekimin hemen ardından dünyanın en büyük video paylaşım sitelerine düşecek olan görüntülerle Amerika Hükümetinin bütün dünyaya rezil olmasını önlemek. İşte tüm bu karmaşa içinde filmin mağduru olan Paul’a hiçbir kurum yardım etmiyor veya edemiyor. Daha da kötüsü içinde bulunduğu trajik duruma karşın Paul kendi devlet sisteminin hasıraltı etmeye çalıştığı bir ayrıntıdan ibaret olarak kalıyor. Bir anlamda insan, artık kontrol edilemediği iyice ayyuka çıkan bir savaşta herkesin görmezden geldiği bir ayrıntıdan ibaret olarak kalıyor.
Filmde kahramanın bulunduğu zor durumdan kurtulmak adına yaptığı telefon görüşmeleri, Irak Savaşını yönetenlerin, kişilerden çok kurumlar olduğunun da altı çiziliyor bir bakıma. Hatta bu kurumların sadece devlete ait kurumlar olmadıkları bazılarının da devlet adına çalışan savaştan kendi paylarına düşen kazancın peşinde olan şirketler olduğu da fark ediliyor. Her ne kadar Paul Conroy’un bünyesinde çalıştığı CSI adlı taşıma şirketi kurmaca olsa da filmde adı geçen ve Irak’ta Amerikan devleti adına bulunup, hiçbir ahlaki kuralı ve değeri umursamadan savaşan “Black Water” adlı güvenlik şirketi ve bu şirketin emsali sayılabilecek onlarcası Amerika’nın bu savaşı zamanla nasıl özelleştirdiğinin ve savaşa bambaşka vahşet boyutu kazandırdığının da bir göstergesidir. *
Paul Conroy’un kendisini kaçıran direnişçilerle yaptığı telefon görüşmelerinde ısrarla sadece bir sivil olduğunu belirtmesi ve sivil oluşunun onu savaşın dışında tutmaya yetecek bir sebep olarak algılaması, hatta direnişçilerin de onun bu mazeretini kabul edip onu bırakmalarını ısrarla istemesi, Amerikalıların Irak’ta yaşanan savaş hakkında ne kadar da saf ve gerçeklerden uzak bir algı geliştirdiklerinin bir göstergesi olabilir. Başladığı andan itibaren eli silah tutan her umutsuz insanı acımasız bir savaşçıya dönüştüren savaş, bir mizansen olarak düşünüldüğünde sahnesine masum olarak çıkan insanlara biçtiği “kurban” ve “kahraman” rollerinin ve bu rolleri oynamak zorunda kalan insanların yaşadıkları çaresizlik duygularının ortaya çıkardığı kinin ve nefretin de savaş denilen yıkımın ruhu olduğu vurgulanıyor.
Tüm bu anlatılanların yanı sıra Buried’de çarpıcı olan şey de sivil bir Amerikalı ve onun gıyabında bütün bir Amerikan halkının Irak Savaşı karşısındaki kayıtsızlığının ve etkisizliğinin vurgulanmasıdır. Kendilerinden binlerce kilometre ötede dilini, yaşayışını, hayat değerlerini bilmedikleri, anlamadıkları ve hatta anlamak istemedikleri bir ülkede bir bakıma kendi adlarına da sürdürülen bir savaşın hiçbir yerine konumlanamayan Amerikalılar o savaşın altında kalıyorlar. Nitekim tabut metaforu bu anlamda etkisizliği gerçek yaşamdan soyutlanmışlığı ve çaresizliği çok etkili bir şekilde temsil ediyor.
Buried’in asıl başarısı, tek bir asker, tek bir savaş sahnesi göstermeden sadece masum sivil bir kurbandan hareketle başından sonuna kadar yanlış olan bir savaş hakkında oldukça çarpıcı belirlemeler yapması ve bunu daha önce sinema tarihinde belki de hiç denenmemiş bir şekilde anlatmasıdır. Her ne kadar tabuttaki o dar alan ve boğucu sıkışmışlık duygusu Amerikan halkının, kendileri adına da sürdürülen savaş karşısındaki acizliğini vurgulasa ve filme bir kendine özgü olma durumu katsa da film bu görsel kısıtlılığı yüzünden bazı sahnelerinde bir radyo oyunu olarak bile algılanabiliyor. Film boyunca kendine her defasında yeni bir kamera açısı bulmakta hayli zorlandığı belli olan Rodrigo Cortés bence yine de kendi hikâyesini oldukça yetkin bir biçimde anlatmayı başarıyor ve sinema tarihine benzeri olmayan oldukça özgün bir film eklemeyi başarıyor.
——-
Bakınız: *Ntvmsnbc
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.