Bu senenin “En iyi yabancı film” Oscar adaylarından Un Prophète (Yeraltı Peygamberi), ödülü kaptırsa da akıllarda uzun süre kalacak bir film. 2005’de Jacques Audiard’ın, “De battre mon coeur s’est arrêté” (Kalbim Bir An Durdu) isimli filminde “Konser piyanisti olmaya karar veren suçluyu” izlediğimden beri bu yönetmenden şiddet seviyesi yükseltilmiş bir film bekliyordum. Eh, film 5 sene gecikmeyle olsa da geldi.
“Un prophéte” 19 yaşında vasat suçları nedeniyle tutuklanan, okuma yazma bilmeyen, hapis hayatı için oldukça çelimsiz, Müslüman-Arap asıllı ancak dinle pek bağı olmayan Malik Djebena’nın, Fransa’da bir hapishanede geçirdiği 5 yılda nasıl gerçek bir suçluya dönüştüğünün hikayesini anlatıyor.
Hapishaneyi yöneten Korsikalı çete liderinin emri ile ilk cinayetini işleyen Malik, yavaş yavaş güçleniyor ve değişiyor. Başta “korku” motivasyonlu bu değişimin Malik için bir yükseliş mi, yitiş mi olduğunu bilemiyoruz. Karakterimiz hapishane içinde tam bir “tarafsız” profili çiziyor, herkese çalışıyor, herkese iş yapıyor, bir yandan çok tutarlı bir yandan tek başına kaldığında öldürdüğü kişinin hayali ile konuşacak kadar aklını kaybetmiş…
Filmde Malik’in güçlenme ve liderliğe ilerleme sürecinin yanı sıra bir de İslam temelli bazı “tavırlar” fark ediyoruz, mesela arkadaşının kendisine yolladığı fotoğrafı hücresindeki duvarına asınca, yanındaki açık saçık kadın resimlerini kaldırıyor. Kendisine özellikle hücre hapsi verdirmesinden sonra ekrana yazılan “40 gün 40 gece” ile direkt olarak Hz. Muhammed’in inzivasına (mağaralar, tekkelerde ve hücrelerde yapılan uzlet ve riyazetten oluşan kırk günlük çile) gönderme yapması benim kafamda tamamen oturmamakla birlikte herhalde Malik’in liderlikte güçlenirken bir yandan da maneviyatta güçlendiğine, “hidayete erdiğine” işaret ediyor.
Özetle Audiard, bizzat senaryosunu yazdığı filmde masumiyetin suça, vicdan azabının kine dönüşebildiği bir ortamda toyluktan liderliğe evrilen bir suçludan anti kahraman yaratıyor ve siz onu sevip sevmediğinize bir türlü karar veremiyorsunuz. Filmin son sürprizi ise, (Merak etmeyin sonunu söylemeyeceğim) Brecht-Weill ikilisinden çıkma “Üç kuruşluk opera”da, aynı şekilde kızacağınızı mı yoksa seveceğinizi mi bilemediğiniz başkarakter Macheath’e adanmış “Mack the knife” baladı ile sonlanması.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.