Vrba: Ne Anlatmak İstediğini Bilmeyen Bir Film


İstanbul Film Festivali’nin çevrimiçi gösterimlerinin on birinci gününde, Vrba adlı Makedonya yapımı film gösterime girdi.

Üç kadın üzerinden gebelik, gelenek, batıl inançlar ve din gibi toplumsal konuları bizlere sunan bu yapım, ilk hikayesinin karanlık, doğal ve vurucu atmosferinden uzak başka iki kadının hikayesini bizlere sunarak, elindeki cevheri kendi kendine yok etmeyi başarıyor.

Orta çağda geçen ilk hikaye, atmosfer, oyunculuklar, batıl inançların hayattaki önemi ve o dönemde yaşayan insanlar hakkında bizlere birçok ipucu veriyor. O dönemde çocukları olmayan bir çiftin, belli başlı büyücülere, cadılara veya bazı ritüellere bel bağlaması dönemin şartları açısından gayet tutarlı ve tatmin edici gözüküyor. Lakin diğer iki kadının hikayesi, içerisindeki metaforu ve anlatmak istediği hikayeyi fazla öğretici bir dille izleyiciye sunuyor.

Gebelik süreci ve kısırlık kavramları üzerinden kadının toplumdaki yeri ve önemi, filmin ana temasını oluşturuyor. Fakat bu anlatım biçimi filmin ana hatlarını oluşturuyor olsa dahi, filmin zaman atlamalı kurgusu, yapımın vermek istediği mesajı köreltiyor. Rodna ve Branko arasında herhangi bir ilişkinin yaşanmadığını filmin sonunda Rodna’nın, kardeşiyle konuştuğu sahnede anlıyoruz. Rodna başka bir adamdan, prezervatifin yırtık olmasından ötürü hamile kalıyor. Peki biz Rodna ve Branko’nun olmayan ilişkisini neden bu kadar derinlemesine ve uzunca seyrettik? Orada bizlere anlatılmak istenen öykü, kör göze parmak değil midir? Rodna’nın hikayesinden daha çok ablası Katerina’nın öyküsü daha ciddi ve anlamlı değil miydi? Ki zaten orta çağdaki öyküden neden devam edilmedi? Başka karakterleri merkeze alıp, aynı hikayeyi farklı zamanlarda anlatmaya ne gerek vardı? Küçük bir mesaj vermek adına bu zaman atlamasının yaşanması gerekir miydi? Yüzyıllar geçse de kadının toplumdaki yerinin değişmediğini söylemek adına, böyle bir anlatıya gerek olmadığını düşünüyorum. Hem gereksiz hem de fazla didaktik.

Filmin başlangıcındaki hikaye ile filmin ana öyküsü birbirini pek tutmuyor. Daha karanlık, batıl inançları sorgulatan ve din sömürüsünü anlatan bir hikaye beklerken, zaman atlamalı, üzerine onlarca laf edilmiş öyküyü tekrardan ısıtıp önümüze koyan vasat bir yapımdan başka bir şey göremedim.

Orta çağdaki ilk hikayenin baş aktörü Donka haricinde başarısız oyunculuklar sergileyen, anlatmak istediği öyküyü fazlaca yüzeysel ve öğretici sunan bu yapımı beğenmedim. İki farklı zamanda geçen bu anlatı, yönetmenlik açısından da tuhaf duruyor. İlk hikaye ve ikinci hikayedeki yönetmenler aynı değilmiş gibi. Kısa film olması gerek bu yapım, fikir üzerine kurulu vasat filmlerden biri olmaktan kurtulamıyor. Benim filme puanım:4/10


Leave a Reply