Wonder Woman: DC’nin En İyisi Ama Vasatı Aşamıyor

DC 2013 yılında, yani dört sene önce Superman filmi Man of Steel‘le Marvel’ın izinden giden evrenini başlatmıştı. Aradan geçen dört yıla Batman’le Superman’i beş dakikalığına dövüştürdüğü Batman v Superman: Dawn of Justice ve kötü karakterlere odaklanan Suicide Squad‘ı sığdırdı. Bu üç film gişede DC’nin sahibi Warner Bros.’u üzmedi ama üçü de ne eleştirmenlerden ne de izleyicilerden iyi notlar alabilmişti. Bunun nedeniyse DC’nin Marvel’a yetişmek için acele etmesiydi şüphesiz. DC iyi planlamadan (mesela –Aquaman dışında- halen 2018-19’da vizyona girecek filmleri belli değil), iyi düşünmeden (Suicide Squad‘ın yazımına sadece altı hafta ayırdı), ani kararlarla evrenini başlatmıştı. Neticede pek çok nedenden ötürü DC hep epey kötü filmler yapmıştı. Ama Wonder Woman‘da bu gidişat olumlu anlamda (çok da olumlu değil) değişti.

Charlize Theron’ın katili oynadığı Monster‘la dikkatleri çeken, sonrasında TV’ye geçip sinemaya ara veren Patty Jenkins, Wonder Woman‘ı yönetip tarihe süper kahraman filmi çeken ilk kadın yönetmen (ve filmin elde edeceği hasılatla en çok kazandıran kadın yönetmenlerden) olarak girmiş oldu. Filme yukarıda “DC evreninin en iyisi” dedim diye filmin muazzam olduğunu söylediğim anlaşılmasın. Ortada çekilmiş onlarca süper kahraman filminden farklı (karakter olarak değil, öykü olarak farklı), risk almış bir film yok. Riskten kastımsa; mesela Christopher Nolan’ın The Dark Knight‘ta kötü karakteri (Joker) kahramandan daha fazla öne çıkarma gibi bir risk alınmamış bu filmde. Hatta Marvel’ın da, DC’nin de, aslen Hollywood’un pek çok filminin de ana sorunlarından olan kötü karakteri zerre derinleştirememe sorunu burada da ziyadesiyle mevcut. Usta aktör Danny Huston’ın Ludendorff karakterini de, Elena Anaya’nın Dr. Maru karakterini de ve David Thewlis’in esas kötü olan savaş tanrısı Ares’i de pek tanıtmıyorlar. Ares’i filmde on beş dakika kadar görüyoruz mesela, çözüm bölümünde tanıtabildikleri kadar tanıtıyorlar karakteri. Thewlis de rol için elinden geleni yapmış ama ne yazık ki aktör, Huston veya Anaya kadar etkili olamamış.

Senaristler klişe bir izleği takip etmişler. Diana’nın günümüzde Bruce’dan gelen bir notu ve BvS‘de gördüğümüz fotoğrafı almasıyla açılan film hemen ardından Diana’nın çocukluğuna gidip karakterin hayatı anlatmaya başlıyor. Giriş-gelişme-çözüm bölümlerinde Diana’nın çocukluğu, savaşa merakı, eğitimleri (eğitim sahneleri vasattı, daha iyi olmalıydı) ve cennetten farksız Amazon’u arkasında bırakıp Londra’ya gidişi ve burada en nihayetinde Ares’le mücadele edişi (bu mücadele de vasattı) işleniyor. Kısacası senaristler “kahramanın yolculuğu”yla ilgili formüllerden şaşmıyorlar. Haliyle solo filmde risk alınamadığı için film neredeyse sürprizsiz olmuş. Peki nedir filmi diğer üç filmden iyi yapan şeyler? DC’nin özellikle BvS filminin asıl sorunu hep sonraki filmlere yol döşemeye çalışmasıydı. Bu istek öyle bir noktaya geliyordu ki öyküye Diana’ya bilgisayardan diğer kahramanlarla (Flash, Aquaman, Cyborg) ilgili klipler izlettirilerek öyküye ara veriliyordu. Haliyle ortaya dağınık, öyküsünü doğru dürüst anlatamamış, karakterlerin dertlerini doğru dürüst ifade edememiş her açıdan sorunlu bir film çıkmıştı.

Wonder Woman‘ın en büyük gücü tam da burada saklı. Jenkins ve senaristler diğer filmlere yol döşemekle, Wonder Woman‘ı sıradaki filmlere bağlamakla, diğer kahramanların öykülerine de yer vermekle uğraşmıyorlar. Yapılması gerekeni yapıp Diana’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki mücadelesine, “Wonder Woman” kimliğini kazanmasına, yeteneklerini keşfetmesine, güçlenmesine odaklanıyorlar. Tüm süper kahraman filmlerinde gördüğümüz yeteneklerini keşfetme, umutsuzluğa kapılma, düşme, toparlanıp ne olursa olsun amacından sapmama klişeleri bu filmde de sırayla resmi geçit yapıyor. Filmi diğer süper kahraman filmlerinden farksız hale getiren de bu durum. Evet, diğer filmlere yol döşemekle uğraşılmadığı için film odağını yitirmiyor, ama Diana’nın bu filmdeki öyküsü de bin kez izlediğimiz öykülerden farklı değil. Ama aslında farklılaştırılmalıydı. Halbuki Diana kendi solo filminde bile erkeğe “bu sana bağlı değil,” dese de erkeksiz mücadeleye soyunamıyor. Chris Pine’ın iyi oynadığı Steve burada kurtarıcı rolünde, birkaç yerde Diana’yı kurtarıyor. Yani Diana kendi filminde bile erkekten bağımsızlaşamıyor. Öte yandan savaşçı Diana’yı naif-saf kadın yapmaları da bir sorun. Kısacası ilk kadın süper kahramanlı filmde bile risk alınamıyor, klişeler terk edilemiyor, dolayısıyla hayal kırıklığı yaratılıyor.

Jenkins’in BvS‘deki gibi fazlasıyla dramatik, ruhu daraltan bir ton yerine daha ferah bir ton tutturması, Suicide Squad gibi öyküyü esprilerle-mizahla boğmaması yerinde bir karar olmuş. DC’nin mizahı, Marvel’ınkinden iyi. Buradaki mizah da fena değildi. Savaş sırasında Marvel’daki (bakınız Captain America: Civil War) ve Squad‘taki gibi esprilerin patlatılmaması da yerinde olmuş. Setler de iyi. Özellikle Amazon sahneleri cennet havasını yansıtıyor ve etkiliyor. Londra’daki sahneler daha çarpıcı olabilirdi. Savaş atmosferi yaratılmış ama daha iyi olabilirdi. Neticede film klişe ve sürprizsiz öyküsünü odağını yitirmeden anlatabiliyor ama çözüm bölümünde Diana’yla Ares’i savaştırırken diğer üç DC filminden farksız hale geliyor. Man of Steel‘in çözüm bölümünde Superman’le Zod’ın epey tatsız, binlerce efektli, gürültüden ibaret mücadeleleri işlenmişti. Aynı durum BvS‘de de mevcuttu. Burada da hem Batman’le Superman’in, hem de Batman-Superman-Wonder’ın Doomsday’le mücadeleleri aynı şekilde tatsız ve kötüydü. Suicide Squad da, Wonder Woman da bu geleneği takip ediyor. Ama oldukça kötü bir gelenek olduğunu ekleyip kahramanları duvardan duvara, gökyüzünden yola fırlatan bu çözüm bölümlerine diğer DC filmlerinde yer verilmemesini umuyorum.

Özetle Wonder Woman öyküsünü odağını yitirmeden anlatabiliyor, DC’nin her şeyi anlatayım derken sıkıcılaşan filmlerinden (Man of Steel, BvS, Squad) daha iyi. Fakat dediğim gibi bu, Wonder Woman‘ın iyi bir film olduğu anlamına gelmiyor. Vasatı aşamadığını belirtmek gerekiyor. Risk alamamak, ilk kadın süper kahramanlı film olmanın hakkını verememek, Diana’yı aşırı naif-saf hale getirip izleyiciyi buhranlara sürüklemek hayal kırıklığı yaratıyor. Oyuncuların parlamadıklarını, müzik kullanımının vasat olduğunu (Hans Zimmer’ın enfes tema müziği bile iyi kullanılamamış) da ekleyeyim. Bakalım Justice League, Wonder Woman‘ın az da olsa yükselttiği çıtayı düşürecek mi, yükseltecek mi? Bekleyelim görelim.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

“Wonder Woman: DC’nin En İyisi Ama Vasatı Aşamıyor” için bir cevap

  1. […]    Can Rende: Wonder Woman öyküsünü odağını yitirmeden anlatabiliyor, DC’nin her şeyi anlatayım derken sıkıcılaşan filmlerinden (Man of Steel, BvS, Squad) daha iyi. Fakat dediğim gibi bu, Wonder Woman‘ın iyi bir film olduğu anlamına gelmiyor. Vasatı aşamadığını belirtmek gerekiyor. Devamını Oku […]

Bir cevap yazın