Yirmi birinci yüzyılda dostluk denen kavramın çürümeye yüz tuttuğunu, gerek toplum içerisinde gerekse filmlerde ele alınan karakterlerin hâlet-i rûhiyesinde rahat bir biçimde gözlemleyebiliriz. Bu durum, içerisine zorla sokulduğumuz düzenin bizi yozlaştırmasının son raddesidir aslında. Hatta arkadaşlıklarımızdaki gereksiz mesafeyi oluşturan durumun da temeli bu yozlaşmanın bir ürünüdür. Spaced (1999-2001) dizisiyle hayatımıza dâhil olan Simon Pegg, Nick Frost ve Edgar Wright, Shaun of the Dead (2004) ile başlayan Cornetto Üçlemesi’ne (İngiltere’de satılan üç Cornetto çeşidini temsil eder.) kendilerine has bir komedi ve ona eşlik eden sıkı bir bilim-kurgu hikâyesiyle veda ediyorlar. The World’s End ile Spaced’den beri ekranda veya beyazperdede bizlere gösterdikleri temel bir konunun da altını kalın bir çizgiyle tekrar çiziyorlar.
Film, Gary King’in (Simon Pegg) 1990 yılında rehabilitasyon merkezinde, yaşadıkları kasabada arkadaşlarıyla yapmayı denedikleri ve başaramadıkları pub crawl’u (Bir bölgedeki bütün publara aynı akşam içerisinde uğranarak yapılan sarhoş olma garantili aktivite.) anlatmasıyla başlar. Pub crawl’daki on iki barı bir gecede tamamlayamayan beş adamın yolları o geceden sonra ayrılır. Tanıdığımız Gary hayatta hiçbir şeyi başaramamış bir adamken, o günü hatırladıktan sonra kendine yeni bir hedef belirler. Arkadaşlarıyla buluşup yaşadığı ve yarım bıraktığı en güzel günü tekrar etmek Gary’nin en büyük amacı olur. Günümüz dünyasında steril hayatlar kurmuş diğer dört adamı yalanlar söyleyerek ikna eder ve doğdukları yere geri dönerler.
Pub crawl’un ilk durağı olan The First Post’a giderler. Barmen onlara soğuk davranır. Fakat bira yerine su almak isteyen Andy’e (Nick Frost) şaşkınlıkla bakan diğer dört adam barmeni fark etmez. Andy, Gary’le yaşadığı bir olay sonucu alkolü bırakmıştır. İkinci durakta (The Old Familiar), ekibin en ciddi görünümlü adamı olan Oliver’ın (Martin Freeman) kız kardeşi Sam gelir. Sam, Gary’yle ilk pub crawl denemesinde birlikte olmuştur ve o yıllarda takılı kaldığı her hâlinden belli olan Gary’nin hâlâ ondan bir beklentisi vardır. Gary, beklentisini açıkça dile getirir ve Sam’in olumsuz cevabını bir tokatla birlikte alır. Sam aralarından ayrılır ve ekip pub crawl’a devam eder.
Yıllar sonra toplanan beş arkadaş, artık 1990’daki kadar yakın değillerdir. Konuşmalarıyla ve duruşlarıyla çaktırmadan birbirlerine mesafeler koyarlar. Onlar modern dünyaya adapte olmuşlardır. Fakat Gary böyle değildir. O modern dünyanın dışında kalmış, yaşadığı problemlerin de etkisiyle lisedeki hâlini hiç değiştirmeden o güne kadar gelmiştir. Bunu Gary’nin yol ortasındaki bir benzinlikte atari salonuna gitmesiyle anlamaya başlarız. Ayrıca Sam’e olan takıntısı da onun hiç büyüyemediğini gösterir.
Barmenlerin ardından sokaktaki insanların hareketlerinde de değişiklikler görülür. Bu durumun farkına varmadan yola devam ederler. Fakat dördüncü duraktan (The Cross Hands) itibaren olaylar bu beş adam için farklı bir yönde seyreder. Gary’nin, kasabaya gelmeleri için söylediği yalanı fark eden Andy ve arkadaşları, Gary’ye hesap sormaya gider. Fakat Gary’yi lavaboda kafası kopmuş ve içinden mavi kanlar akan bir gençle mücadele ederken gördüklerinde işler değişir. Üzerlerine birkaç genç daha saldırır ve onlarla dövüşmeye başlarlar. Robot gibi hareket eden ve kolay kolay yıkılmayan bu varlıklara zor da olsa karşı koyarlar ve yolculuklarına devam ederler. Artık kasabada bir terslik olduğunun bilincindedirler. Bu sebeple yolda birbirlerinden ayrılmadan yürürler. O andan itibaren çözüme giden yolun ilk adımları atılmaya başlanır.
Altıncı durakta (The Trusty Servant) herkesten şüphelenmeye başladıkları için alçak sesle konuşmaya başlarlar ve eski bir dosttan kasabayı terk etmeleri gerektiği konusunda ilk uyarıyı alırlar. Konuştukları adama bardayken bir ‘süpervizör’den telefon gelir ve o andan itibaren adam gözden kaybolur. İnsanlar özgürlüklerini yitirmişlerdir ve bu duruma karşı çıkacak güçleri yoktur. Herkes kontrol edilmeye alışmıştır. Mekândan ayrıldıkları sırada zil zurna sarhoş oldukları görülen diğer dört adamın aksine Oliver, altı bira içmiş gibi görünmemektedir.
Vaziyet her iki taraf için de değişmeye başlar. Çoğunluk ve azınlık artık her şeyin farkındadır. Çoğunluk olan mavi kanlı robotlar gereken önlemleri almışlardır zaten. Azınlık olanlarsa sistemin dayattığı şartlara karşı çıkmanın en basit yolunu keşfederler: birlik olmak. Bunun için artık herkes pub crawl’a ne olursa olsun devam etmektedir ve geri dönmeyi aklının ucundan bile geçirmemektedir. Hatta alkolü bırakmış olan Andy bile birkaç durak önce alkole başlamıştır.
Oliver’ın hareketleri, arkadaşlarının şüphesini çekmeye başlar. Çünkü hiç sarhoş gibi değildir. Dokuzuncu mekânda (The Beehive) Oliver ve lise hocaları Guy Shepherd onları sisteme dâhil etmek için dil dökerler. Durumun farkına varan Andy, Oliver’ın kafasını tabureyle patlatır ve kendilerini filmin ilk bir saati boyunca tehlikesini hissettiren büyük problemin içinde bulurlar. Shaun of the Dead’de zombilerin, Hot Fuzz (2007)’da yeraltı tarikatlarının esir aldığı kasabayı bu sefer robotlar esir almıştır ve bundan kurtulmak için savaşmaya başlarlar. Bu savaşta Gary, Andy ve diğerleri yaşama sevinçlerini geri kazanırlar fakat yaşadıkları dünya yepyeni bir girdaba sürüklenir. Bu girdapta Gary ve Andy’yi ‘sistem’le birebir görüşme yaparken görürüz. ‘Sistem’in Gary ve Andy’nin sorularına verdiği cevaplardan ne kadar aciz olduğuna tanık oluruz. O, şiddetsiz hiçbir şeydir.
Spaced’den bu yana dostluğun günümüz dünyasındaki gerekliliğini anlatan Simon Pegg ve Edgar Wright, bunun yanına Monty Python filmlerinden günümüze gelen İngiliz mizahı genlerini de hünerli işçilikleriyle senaryoya ve rejiye aktarırlar. İşin oyunculuk kısmındaysa üçlemenin diğer iki filmde olduğu gibi Simon Pegg ve Nick Frost; ayrıca Martin Freeman (Aslında o da Cornetto Üçlemesi’nin üç filminde de var.), Eddie Marsan gibi isimler de başarılı performanslarıyla göze çarpar. Filmin son sekansında gördüğümüz yeşil Cornetto paketi ise bize nerede olduğumuzu hatırlatır (Yeşil, bilim-kurguyu temsil etmek için kullanılmıştır. Filmin görüntülerinde de genel olarak yeşil renk hâkimdir. Shaun of the Dead’de kırmızı, korku türünü; Hot Fuzz’da mavi, polisiyeyi temsil eder.)
Düzeni tek tipleştirmek isteyen erkler, elinde bulundurdukları gücü kullanarak bölgeye hükmetmeye başlarlar. İnsanların davranışlarını, görünüşlerini ve yaşam tarzlarını değiştirmeye kalkan bu kimseler, onlara karşı yükselen tepkileri ancak ve ancak şiddetle susturabilirler. Şiddete karşı dayanabilecek asgari bir duygu bağı oluşturabilenler ise bu şiddeti yıkıp geçerler, bedeli ne olursa olsun. Shaun of the Dead’de ve Hot Fuzz’da klasik mutlu sonlarla biten bu karşı koyuş, bu filmde yeni bir distopik dünyanın başlamasıyla son bulur. Bu da dünyamızdaki güç dengelerinin çalışma mantığının, on yıl içinde az çok değiştiğini gösterir. Kısaca demek istediğim şu; bizi dostluğumuz kurtaracak. Başka hiçbir şey değil.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.