Yaşamın Kıyısında Fatih Akın

Fatih Akın’ın ülkemizde geniş kitlelerle buluşması Duvara Karşı filminin Berlin Film Festivalinde büyük ödüle ulaşmasıyla gerçekleşmişti. Oysa Akın’ın filmografisi bu film öncesinde de gözden kaçırılmaması gereken eserler ihtiva ediyordu. Fatih Akın, kendi ülkesinden yetişen sinemacıların bile büyük ödüllerine rağmen ilgi görmediği Türkiye’de, Duvara Karşı sonrası ciddi şekilde takip edilmeye başlandı. Ondan dolayı 2007 yılında gösterime giren ve Cannes Film Festivali’nde büyük ödül için yarışan filmi oldukça yüksek sayıda kopyayla ülkemizde gösterime girdi. Dahası filmde irili ufaklı rollerde birçok ünlü türk oyuncu da rol alıyordu. “Alamancı” Fatih Akın artık projelerinde yer alınmak istenen adamdı.

Akın, filmlerinde bugüne kadar derinlemesine yaratılmış karakterlere yer verdi. Onların ruhsal yapılarını, arayışlarını ve en önemlisi de arada kalmışlıklarını gösterdi. Hiç şüphesiz ki tüm bunlar Almanya’da doğup büyümüş türk orijinli bir ailenin evladı olmasıyla yakından alakalıydı. Fatih Akın 3. Jenerasyon almancı türk gençlerinin en parlak örneklerinden biri. Alman kültürüne ve yaşam yapısına entegre olmayı başarmış olsa da tam anlamıyla iki taraftan da olmamanın zenginliğini ve kafa karışıklığını her daim yaşıyor. Yapıtları sayesinde de bizlere yaşatıyor.

Alman-türk ortak yapımı olan Yaşamın Kıyısında hiçbirini ötelemeden incelediği 6 karakteri, 6 yaşam öyküsü ve derinlemesine karakterleriyle Akın filmografisinin önemli parçalarından birini oluşturuyor. Yine Almanya-Türkiye iç içe geçmişliğini yaşayan bu filmde 2’si Alman, 4’ü Türk, 6 karakterin yaşam öyküsü birbirine sarmal bir şekilde geçiyor. Bu karakterler bir şekilde birbirlerine bağlanıyorlar, birbirlerini arıyorlar. Eş zamanlı yaşanan ama farklı ilerleyen kurguda birbirlerine çok yaklaşsalar da hiçbir temas yaşamıyorlar.

Almanya’da alman dili ve edebiyatı alanında profesör olma başarısına ulaşmış Nejat karakteri ironik bir biçimde kendine ve hayata yabancılaşmış bir şekilde yaşıyor. Bununla beraber, 68 kuşağının idealizminden uzak, günümüz hegemonyasının çerçevelendirdiği asilik sınırlarında yaşamını sürdüren Charlotte, kendi farkında olamasa da amaçsız bir yaşam sürüyor, ta ki Ayten’le karşılaşana kadar. Türkiye’de sol bir örgüte mensup olan ve polis tarafından aranan Ayten bir anda Lotte’nin hayatının anlamı haline geliyor. Bu durum Lotte’nin 68’li annesini endişelendirirken karakterler arasındaki sarmal yavaş yavaş tamamlanmaya başlıyor. Tabii hala bir kişi eksik, o da muhteşem oyunculuğuyla gözümüzün pasını silen Tuncel Kurtiz ve Ali karakteri oluyor. Ali, filmdeki en yüzeysel karaktermiş gibi gözükedursun. İstediği şekilde yaşaması, kendi varlığını kimseye veya herhangi bir otoriteye dayandırmadan sürdürmesiyle, en az politik yöne sahip fakat belki de filmdeki en “anarşist” karakter oluveriyor. İç içe geçmiş bu hikayede ilk tetiği çeken ve domino taşlarının yuvarlanmaya başlamasına neden olan da yine o oluyor.

Bu filmde 6 karakter de bir şeyler arıyor. Kimi huzur, kimi dünyayı değiştirmeye çalışıyor, kimiyse sadece mutluluğu arıyor. Bizlere, her şeyi kitabına uygun bir şekilde uygulayarak kurduğumuz ve dış dünyada saygınlık getiren hayatlarımızın ruhumuzu beslemek konusunda oldukça başarısız kaldığını gösteriyor. Köklerinden uzak kalmış, konformist, dünyanın kitabına uydurulmuş hayatlarımız; 45 yaşına da gelmiş olsak gelip boğazımızı sıkıyor ve eninde sonunda bizi yakalıyor. Bu noktadan sonra ruhlarımız hayatın sarp kıyılarında dolaşmaya başlıyor. Kimi bu çizgide dengede duramıyor ve diğer tarafa düşüyor. Kimi ise tam ortada, yani arafta huzuru aramaya devam ediyor.

Bu bir yol hikayesi değil ama yolda başlıyor ve yolda sona eriyor. Aslında başlangıcı ve sonu aynı zaman dilimini anlatıyor ama biz bunu filmin sonunda fark ediyoruz. Hikaye Hamburg, Bremen, İstanbul ve Trabzon’da geçiyor. Almanya’dan Türkiye’ye giden, belki de karşılığı olarak, Türkiye’den Almanya’ya geri dönen tabut da filmin en ilginç noktalarından biri oluveriyor. Yaşamın Kıyısında politik bir söylemden ziyade insani bir söylemi tercih ediyor. Kısacık yaşamlara sıkışmış trajedileri gözlerimizin önüne sürüyor. Daha da önemlisi derinlikli karakterleriyle, onları bu noktaya getiren hikayelerini fazlasıyla merak etmemizi sağlıyor. Anlık oluşturulmuş hayatlar değil bunlar. Yıllardır yaşıyorlar ve hayatta kaldıkları sürece nefes alıp vermeye devam edecekler. Film bu duyguyu büyük bir başarıyla seyirciye hissettiriyor. Yavaş akan film, kendini tekrar etme hatasına düşmeden ve bir an olsun kopma yaşatmadan sona eriyor.

Bu filminde Fatih Akın anlatısının senaryo biçimi üzerine çok düşmüş gerçekten. Arriaga-Inarritu birlikteliğinin dünyaya en rafine biçimde sunduğu hayatların kesişimi ve birbirine sürtünmesi eylemi, Yaşamın Kıyısında’da hikayenin perspektifinin temel unsuru olarak görünüyor. Dersine iyi çalıştığı belli olan Akın, karakterlerini yaratırken ve birbirlerine dokundururken kendine has üslubunu korumayı iyi biliyor. Köklerini arayışı, politik bir zemine oturtma çabası ve çok katmanlı senaryo düzeneği filmin hikayesine pozitif biçimde etki ediyor. İlk başta benzer hikaye anlatma denemeleri insanda benzeşim duygusu yaratsa da film sona erdiğinde kendi anlamını ortaya çıkarmaktan geri kalmıyor. Bu doğru aksamların kullanımı ve güzel çekimi de bir auteur’un Cannes’da en iyi senaryo ödülü ile taçlanmasıyla son buluyor.

Filmde Erkan Can, Nejat İşler, Güven Kıraç gibi önemli oyuncular kısa rolleriyle hoş sürprizler yapıyorlar. Diğer Akın filmlerinde olduğu gibi yine rakı sofraları kuruluyor, Türk Sanat Müziği eşliğinde yine kadehler havaya kaldırılıyor. Aslen Karadenizli olan Akın, Kazım Koyuncu’ya saygı duruşunda bulunmayı es geçmezken filmdeki en anlamlı göndermelerden biri, Nejat’ın babasına okumasını önerdiği ve baba-oğul çatışmasını anlatan “Demircinin Kızı” kitabı oluyor.

Duvara Karşı sonrası oluşan beklentileri kesinlikle karşılayan Fatih Akın, cebine bir de Cannes Film Festivali’nden alınmış senaryo ödülünü ekleyerek yoluna devam ediyor.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın