Yavuz Turgul’un hikâyelerinde kahramanlar çoğu zaman bir eşiğin önünde ciddi bir dönüşümle yüzleşmek üzeredirler. Turgul, o kahramanları yeniden evrilmiş hiç tanımadıkları, hatta çeliştikleri bir dünya ile yüzleştirir. Bu, eski ile yeninin, doğru ile yanlışın, basit ile karmaşığın, saf ile yozlaşmışın çatışmasıdır bir bakıma. Yönetmenin ortaya çıkardığı bu çatışmada oluşan manzara hem çarpıcı hem de sorgulayıcıdır. Kimi zaman melodrama yakınlaştırır Turgul sinemasını, kimi zaman komediye kimi zaman da drama…
Eşikteki kahramanlar temalı en dikkate değer filmi toplumsal değişimin müzikal bir tema etrafında anlatıldığı Muhsin Bey’dir. Küçük insan Muhsin Bey’in hikâyesinde yönetmen oldukça etkileyici bir karakter çizmeyi başarır. Eski bir müzik organizatörü olan Muhsin Bey toplumsal beğeninin ve değerlerin değişmesiyle giderek çaptan düşmüş, artık neredeyse kimsenin yüzüne bakmadığı, kendisiyle iş yapmak istemediği bir kimseyken karşısına Urfa’dan İstanbul’a şarkıcı olmak için gelmiş Ali Nazik çıkar. Ali Nazik hemşerisi “İbo” gibi büyük bir şöhreti yakalama peşindedir ve bu konuda Muhsin Bey’in kendisine yardım etmesini ummaktadır. Muhsin Bey iş yaşamında her şey aleyhine ilerlediği bu döneminde Ali Nazik ile iyi bir çıkış yakalayacağına inanır, Ali Nazik’e sahip çıkar.
Yaşama bakışları, müzik anlayışları birbirine ters gibi görünse de bu iki insanı birbirine yaklaştıran en önemli yönleri hayata yeniden başlamak istemeleridir. Aslında her ikisi de artık kendi değerlerini koruyabilecekleri bir topluma sahip değildir. Ne Muhsin Bey özlediği o eski İstanbul’da yaşamaktadır ne de Ali Nazik kendisini hayallerine taşıyabilecek bir Urfa’da yaşamaktadır. Muhsin Bey filmi, tüm enerjisini, dinamiğini, ironisini ve büyüsünü işte yan yana gelmek durumunda kalan bu ikiliden alır. Ali Nazik, amaçladığı yükseliş için her türlü ilkesizliği göze alırken, Muhsin Bey hâlâ kendisine öğretilen değerlerin ve müziğinin peşindedir. Aradıkları şeyler farklıdır. Muhsin Bey eski günlerin letafeti peşindedir. Ali Nazik düpedüz şöhreti aramaktadır. Aslında sonuçta her ikisi de kendi bildikleri yollardan hayata tutunmaya çalışırlar. Yaşamında Ali Nazik’ten başka tutunacak kimsesi olmayan Muhsin Bey başka bir seçeneği olmadığından Ali Nazik’in peşinden gider. Ali Nazik bir bakıma hâli hazırda var olan toplumsal zihniyetin ta kendisidir. Yol aldıkları macerada da en çok kırılan örselenense Muhsin Bey olacaktır.
Köyden kente göçün ve beraberinde getirdiği yozlaşmanın en açık şekilde yaşandığı ve en çok tartışıldığı seksenli ve doksanlı yıllarda toplumsal dönüşümle birlikte yok olan eski yaşama bir çeşit ağıttır Muhsin Bey. Yavuz Turgul’un sinemasında sahnede yine doğru bildiklerini yapmakla başarıya, hedefe ya da rahata ulaşmak için her şeyi mubah sayan, değerleri olmayan ya da o değerlerinden vazgeçmek zorunda kalmış yaşam anlayışlarının çatışması aktarılmıştır beyaz perdeye.
İşte tüm bunlar anlatılırken gerek İstanbul gerekse Türkiye’nin değişen yüzü, değerleri, hayat anlayışları da büyük bir çarpıcılıkla anlatılır.
Muhsin Bey’den sonra söz konusu değişim temasının peşini bırakmaz Yavuz Turgul. Bu temaya ait belirli bir şablon oluşturur ve hikâyesini bu şablon üzerinden anlatır. Yönetmenin filmlerinde nereden gelirse gelsin aslında en temelde konumsuz kendi köklerinden ayrı düşmüş, hayatın neredesinde durması konusunda bir türlü karar veremeyen, neredeyse kayıp insanlar anlatılır. Bu filmler bir yandan bir ülkenin değişim sürecindeki çarpıklığı aktarırken öte yandan da bu çarpıklık içinde kendi kimliğini korumaya çalışan ya da çaresizce o değişime kendini kaptıranların da hikâyeleridir bir bakıma.
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni adlı filminde öteden beri Yeşilçam’ın klişe filmlerini çeken vasat bir yönetmen olan Haşmet Asilkan’ın artık bir değişimin eşiğinde olan Türk Sineması içerisindeki konumunu arama macerası anlatılır. Öteden beri aşk filmleri çeken kahraman giderek gözden düşen bu tür filmlerinin dışında o dönem toplumcu anlayışa kayan sinemaya geçiş yapmak ister ve elindeki toplumcu sinema anlayışını yansıtan senaryosunu uygulamaya koymaya çabalar. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni artık kapanan bir dönemin eşiğinde kalmış belli bir sinema geleneği, anlayışı tarafından yetiştirilmiş Haşmet Asilkan’ın ve onun nezdinde belki de bütün bir Türk sinemasının kabuk değiştirme sürecinin de hikâyesidir.
Bu değişime kendisini de katmaya çalışan yönetmenin dışarıda kalışı ve aslında bir bakıma dışlanışıdır dışlanır. Yeni sinemaya uyum sağlayamaz. Değişimin dışında kalır. Eski ile yeni karşı karşıya gelmiş eski her ne kadar kendini yenilemeye çalışsa da bunu bir türlü başaramamıştır. Bunda az önce bahsettiğim sinemasal gelenek ve o geleneğin yetiştirdiği sinemacıların yenilenen sinema anlayışıyla örtüşememesi önemli bir rol oynar. Bu film aynı zamanda bir sinema sektörü parodisidir. Türkiye’de sinema sektörünün genel durumu, yönetmenlerin film çekmek için katlandıkları zorluklar, film yapımcılarının yönetmenlerden ve sinemadan bekledikleri, oyuncuların ve set ekibinde bulunan sinema emekçilerinin hangi zorluklar altında çalışmaya ve yaşamlarını kazanmaya gayret ettiklerinin etkileyici anlatımıdır.
Yönetmenliğini yapmasa da senaryosunu yazdığı Züğürt Ağa’da da buna benzer bir hikâye anlatmaktadır Yavuz Turgul (ayrıntılı bilgi için bakınız). Bu defa feodal bir motif olarak tükenişin eşiğinde olan ama her şeye rağmen kendi dünyasını ve değerlerini koruma amacını güden başka bir deyişle bildiği gibi yaşamakta direnen bir insanın hikâyesidir söz konusu olan. Hem maddi hem manevi bir çıkmazda olan Züğürt Ağa yapacak başka bir şeyi olmadığını düşünerek şehre göç etse de bu onun için bir kurtuluşun değil bir çöküşün başlangıcıdır. Bu göç onun için bir çeşit dibe vuruştur. Filmde dibe yaklaşan ağa hayata yeniden tutunmayı, kaybettiklerini bir daha asla geri alamayacağını bilerek başarır.
Hikâyesine Doğu’dan başlayıp Batı’da bitiren bir başka kahraman da Eşkıya Baran’dır. Eşkıya Yavuz Turgul’un toplumsal değişim dönüşüm ya da yozlaşma hikâyelerinin en sertidir. İntikamını almak için doğudan daha önce hiç görmediği İstanbul’a gelen Baran’ın yolculuğu bir bakıma Züğürt Ağa’nınki gibi zorunlu bir yolculuktur. Bu yolcuğunda karşısına ona sahip çıkacak eski İstanbul beyefendilerinden Muhsin Bey gibi bir İstanbul beyefendisi de bulunmamaktadır. Yavuz Turgul’un yeni İstanbullusu çok daha faklı bir profile sahiptir. Bu farklı karakter Cumali’dir. Tarlabaşı’ında yaşayan Cumali’nin de zengin olma hayalleri vardır ama bunu kaset yapıp şöhret olarak gerçekleştirmek niyetinde değildir. Onun zengin olma konusundaki planı çok daha kısadır. Cumali bir uyuşturucu şebekesine katılmış bu yolla büyük paralar kazanma uğraşına girmiştir. Artık İstanbul çok daha tehlikeli, acımasız ve gaddardır.
Eşkıya’da yönetmenin diğer filmlerinden farklı olan şey herkesin belinde bir silahla geziyor olmasıdır belki de. Bir eşkıya olmasına, yaşamının bir bölümünü yol kesip haraç alarak hatta adam öldürerek geçiren Baran ömrünün diğer kısmını hapishanelerde geçirmiş olsa da yaşadığı onca şiddete rağmen İstanbul’la baş edemez. Baran’ın işi kanun dışı olsa da kendine meslek edindiği bu işin bile kendine göre bir ahlaki kuralı vardır. Örneğin bir eşkıya olarak Baran’ın verdiği söz senettir. O verdiği sözü her ne pahasına olursa olsun tutar. Ama büyük şehrin kaosunda en büyük ve yegâne kural kuralsızlıktır. Baran bu durumda kendini ve etrafında bulunan insanları sonuna kadar korumak istese de buna karşı direnmesi elbette imkânsızdır. Baran, yönetmenin en trajik kahramanıdır. Cumali ise İstanbul ve İstanbullular için yolu sonu sayılabilir. Çünkü o yaşamına devam etmek toplum içinde kendine ayrıcalıklı bir yer edinmek için yasadışı işler yapmaktan başka çaresi kalmamış bir kişidir. Deyim yerindeyse İstanbul’un dibinde yaşayan yukarı çıkmak için her şeyi mubah gören bir zihniyetin yeni karşılığıdır. Artık İstanbul’un yeni yeni türeyen mafya babaları yoksul mahallelerde dolaşıp kendilerine işlerini yaptırabilecekleri umutları tükenmiş delikanlılar aramaktadır. Eşkıya’da yan yana gelen bu iki kahramandan biri neredeyse mucizevî bir şekilde hâlâ yaşayan ve yaşarken de kendi saflığını korumuş bir masal kahramanıyken diğeri alabilindiğine gerçek, umutsuz ve saldırgandır. Bu iki kahraman da öylesine konumsuzdur ki aslında belki de daha en başta yaşadıkları dünyada kendilerine bir yer bulamazlar. Genel kahraman görünüşleri pek değişmese de yönetmenin anlattığı İstanbul artık geri dönülemez biçimde değişmiştir. Şehirden kaçan eski Yeşilçam artistleri, yaşlı hayat kadınları, umutsuz insanlar yönetmenin anlattığı İstanbul’un göze çarpan kahramanlarındandır ki onlar da artık şehrin dışında, umutsuzların yaşadıkları mahallelerde zamanlarının dolmasını beklemektedirler.
Her ne kadar çektiği her filmde belli bir hikâye şablonunu tekrar ediyor gibi görünse de Yavuz Turgul’u tekrara düşmeden başarıya ulaştıran ve bu filmlerin her birini birer klasik yapan, yönetmenin her hikâyesinden bir insan çıkarabilmesidir. Kendi zaafları, amaçları, iyilik ve kötülükleri ile tepeden tırnağa bir insandır yönetmenin karakterleri. Elbette bu insanın ortaya çıkmasında Yavuz Turgul kadar önemli olan başka bir kişi de Şener Şen’dir. Oyuncunun karakter yaratmadaki başarısı abartısız ama bir o kadar etkileyici oyunculuğu Şener Şen’in her defasında yarattığı karakterle akıllarda unutulmaz sinema kahramanları oluşturmasını sağlamıştır.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.