Years and Years: Herkes Biliyor Zarların Hileli Olduğunu

Russell T Davies, İngiltere’nin distopik bir geleceğe hızla yaklaştığını Years and Years isimli mini dizisinde, sert ve çarpıcı bir şekilde anlatmış.

Avrupa merkezli batı medeniyeti ve onun Amerika’daki uzantısı, dünya üzerinde demokrasinin, uygarlığın en çok geliştiği ülkeler ve bölgeler olarak görülür. Bu yüksek uygarlık seviyesini dünyaya yaymak için de samimi bir çaba gösteriyor gibi görünürler bazı insanlara…
Tarih sayfalarını biraz karıştıranlar ise bu medeniyetin temelinde Güney Amerika’da tarihin en büyük soykırımıyla elde edilen Aztek/İnka altınları, Afrika’dan gemilere doldurup getirilen köleler, 1700’lerden itibaren tüm dünyaya yayılan emperyalist sömürü düzeni olduğunu da rahatlıkla kavrayabilir…

İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, yeni kıtadaki ağabeyleri ABD’nin zenginlikleri hiç bitmeyecek, devlet sistemleri hiç bozulmayacak gibi de görülebilir. Ancak sadece son 100 yıla baktığımızda bile bu ülkelerin yaşadıkları krizlerin, Dünya Savaşları’na, soykırımlara, küresel ekonomik krizlere, açlığa, çatışmalara ve daha çok sömürüye döndüğünü de görmek mümkündür.

Demokrasi ve uygarlığa çok farklı yöntemlerle ulaşmak tabi ki olası… Avrupa uygarlığının tamamının kan ve sömürü üzerine kurulu olduğunu iddia etmek de haksızlık. Ama biraz tarih biliyorsanız, Years and Years’taki olaylara bakıp “Yok abartmışlar, bu kadar da olmaz” diyebileceğiniz bir şeye rastlamıyorsunuz.

“Beware those men, the jokers and the tricksters and the clowns. They will laugh us into hell.”

Russell T Davies’in BBC için çektiği ve ABD’de de HBO’da yayınlanan dizisi Years and Years, günümüzde yaşadığımız herşeyi bu tek cümleyle özetliyor gibi… Lyons ailesinin başından geçenler, armasında “Three Lions” bulunan İngiltere’nin herhangi bir ailesinin başına gelebilecek şeyler. Büyük savaşlar, büyük krizler, büyük çöküşler yaklaşırken, halk kitleleri genelde soytarıları, dolandırıcıları ve palyaçoları izliyor olur ve tehlikenin yaklaştığını fark etmezler… Tarihin her döneminde “Ben ezilmiş halkların sesiyim, peşimden gelin, sizi refaha kavuşturacağım” diye çığırtkanlık yapan Trump gibi her şeyi bildiğini zanneden ama bir boktan anlamayan beyinsizleri de görürüz… İngiltere gibi “Abi adamlar dünyayı yönetiyor, her şeyi planlıyorlar, her şey onların elinde” diye abartılan devletlerin de başına Boris Johnson gibi tiplerin geçtiğini de izleyebiliriz. Brexit diye gaza gelip milletçe (en azından yarısı düşünmeden oy verdi) karar aldıkları bir ayrılmayla ilgili hiç bir planlarının olmadığı da ortaya çıkabilir. Years and Years’ta İngiltere’nin gelecek yıllar içinde yaşayabileceği her şeyi hızlı çekimde izliyoruz…

Yazının bundan sonrası spoiler içerir.

İklim krizi, bitmeyen yağmurlar, kıyıların yok olması, Ukrayna’da Rusya müdahalesinin yarattığı yeni bir mülteci dalgası, bozulan ekonomik düzenle Avrupa çapında aşırı sağı veya solu başa getiren devrimler, elektrik kesintileri, getto ilan edilen bölgeler, İngiltere’de faşist bir partinin Muhafazakarları ve İşçi Partisi’ni geride bırakarak başa gelmesi, gelecek 20 yıllık süreçte rastlarsak artık şaşırmayacağımız olasılıklar…
Emma Thompson’ın olağanüstü canlandırdığı Vivienne Rook karakteri, dizide genelde ekranlardan izlediğimiz, iki-üç kere de öyküsünü takip ettiğimiz Lyons ailesinin hayatına dahil olan bir şekilde, yaklaşan felaketleri görünür kılıyor. Son bölümlerde İngiltere’nin ortasında kurulan toplama kamplarına kadar gidiyoruz. Almanya’nın Adolf Hitler’i başa getirme süreci de çok farklı değildi, Rook’un yükselişi de bu yüzden mantıksız değil.

Russell T Davies, Lyons ailesini de İngiltere’deki toplumsal grupların izdüşümü olarak konumlamış,
Stephen (Rory Kinnear), bankacı, paradan para kazanan, geleneklerine bağlı burjuva sınıfı,
Eşi Celeste (T’Nia Miller), zekasıyla bir yere gelen ve kendini kurtardığını zanneden, ama İngiltere için her zaman hizmetçi olarak görüneceğini anlayan şanslı azınlıkları,
Daniel, (Russell Tovey) herşeyin bireysel iyiliklerle düzeleceğine inanan, naif ama büyük hayal kırıklığına uğrayan liberalleri, merkez solu,
Edith (Jessica Hynes), dünyayı değiştirmek için gerçekten birşeyler yapan ama artık yorulmuş aktivist abla olarak solu,
Rosie (Ruth Madeley) eğitimsiz, yardımsız, desteksiz bırakılmış ve faşizmi başa getiren geniş halk kitlelerini,
Büyükanne Muriel (Anne Reid) ise hızlı gelişmeleri artık takip edemeyen, torunlarına destek olmakta daha sorunlarını bile anlayamadığı için yetersiz kalan İngiliz Kraliyet ailesini ve taraftarlarını temsil ediyor gibi…
Eski Türkiye’de rahatı yerinde olduğu için çok sesi çıkmayan ancak 20 yıllık süreç içinde yaşananlarla artık siyasileşen “beyaz” nüfusuna benzer bir şekilde Lyons ailesi de siyasileşiyor. “Eskiden hiç ilgilenmezdik. Sıkıcıyken hayat ne güzeldi” nostaljisini bizim insanımız gibi sık sık tekrarlıyorlar.
Bethany (Lydia West) ailenin dördüncü kuşağı olarak yaşananlara bir anlam veremeyen, hayatın anlamını teknoloji içinde arayan genç nesilleri ekrana taşıyor. En büyük hayali ilerleyen teknolojiyle birlikte bir transhuman olmak ve varlığını online’a taşımak… Sonunda kurtuluşu onun gerçek dünyayla ilgilenmesi sağlıyor. Viktor (Maxim Baldry) ise hayatını Daniel dışında herkesin küçümsediği, batı insanının yanında ikinci sınıf kalmaya mahkum mültecileri temsil ediyor.

Russell T. Davies, önümüze yakın gelecekle ilgili bir distopya sunarken, kalemini korkak kullanmamış… Bazı sahneler çok doğrudan mesaj vermeye yönelik ve didaktik yazılmış olsa da 6 bölümün sonunda ağzınızda acı ama lezzetli bir tat bırakıyor. Toplumun farklı sorunlarının tamamına bir mini dizide eğilmeye çalışması, kaos ve kötü bir senaryo yaratabilirdi ama bunun altından başarıyla kalkmış. Ortaya mutlaka izlenmesi gereken güzel taşlamalar içeren bir siyasi distopya çıkmış.

Her şeyin hızla kötüye doğru değiştiği İngiltere’yi izlerken “Biz sizin 15 yılda yaşadığınız saçmalığı bir ayda yaşıyoruz” demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Tabi biz palyaçolarımızdan, düzenbazlardan, soytarılardan kurtulmak için ne yapıyoruz, neyi riske ediyoruz, o da tartışılır.

Yorumlar

Bir cevap yazın