Bilindiği üzere Hollywood’da orijinal hikaye yaratamama sıkıntısı sürüyor. Durumun gitgide daha kötüye gittiği sadece bu sitedeki “yeniden çevrim” haberlerinden bile anlaşılabilir. Kötü, iyi yazılamamış-yönetilememiş filmlerin yeniden çevrimlerinin yapılmasına karşı değilim şahsen. Mesela Alfred Hitchcock, The Man Who Knew Too Much filmini 1934 yılında çekti (ki filme kötü demek mümkün değil ama eksikleri vardı). 1956 yılında kendi filminin yeniden çevrimine imzasını attı ve ortaya daha başarılı bir iş çıktı. Heat, Scarface, Ben Hur, 12 Monkeys, Ocean’s 11, The Fly gibi başarılı yeniden çevrim sayısı da az değil. Ama iş öyle bir noktaya geldi ki artık başyapıtların bile yeniden çevrimleri yapılmaya başlandı. Sadece Amerikan filmlerinin de değil. Japon, Güney Kore, Avrupa sinemalarının başarılı filmleri de çok geçmeden çekilmeye başlandılar Amerika’da. Ne yazık ki çoğu da öncüllerinin gerisinde kalıyor. Bunun nedeni de en başta yanlış senarist ve/veya yönetmen seçimleri. Lakin bazen sağlam yönetmenler proje için tercih edildiğinde de ortaya kötü filmler çıkabiliyor (örneğin Planet of the Apes Tim Burton’a teslim edildi ve ortaya vasat altı bir film çıktı). Bu yeniden çevrim furyasının daha uzun süre devam edeceği çok açık. Bu yazımda gelecek yılların yeniden çevrimlerine değineceğim. Bakalım Hollywood hangi filmleri katletmeyi (?) planlıyor.
The Wild Bunch (1969): Sam Peckinpah’ın western türündeki The Wild Bunch’ı Pike ve çetesinin son soygunlarını yapacakları sırada tuzağa düştüklerini anlayıp kaçıp bir Meksikalı generalin yanına sığınmalarını ve generalin baskısıyla bir treni soymaya çalışmalarını anlatır. Altın döneminin çok uzağında kalan western türünü bir kaç yıllığına tekrar dirilten ve bu türün popüler olmasını sağlayan Peckinpah’ın bu eseri çok alakasız bir kişi tarafından çekilecek: Tony Scott. Daha çok aksiyonlarıyla tanıdığımız Scott kariyerinde western filmine imzasını atmış değil. Son derece yanlış bir seçim olarak göze çarpıyor. Epey başarılı olan The Wild Bunch’ın bir yeniden çevrime ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca bu sene Peckinpah ustanın Straw Dogs filminin de yeniden çekildiğini ve aralık ayında vizyona gireceğini belirtelim. Bakalım ustanın diğer filmlerine sıra ne zaman gelecek!
El Secreto de sus ojos (2009): İngilizce çevirisi The Secret in Their Eyes olan El Secreto de sus ojos 2010 yılında yabancı dilde en iyi film Oscar’ını almıştı. Juan Jose Campanella’nın yönettiği bu film epey beğenilmiş ve başarılı bulunmuştu. Bir davayı takıntı haline getiren bir savcılık yetkilisinin bu davanın peşinde koşarken aşkı ıskalamasını ve yirmi beş yıl sonra davayla ilgili bir roman yazmaya kalkıp davayla ilgili gizemleri çözmeye çalışmasını konu alan filmin yeniden çevriminde Campanella yapımcı koltuğuna oturacak. Yönetmeni henüz belli olmayan projede savcılık yetkilisini Denzel Washington oynayacak. Hollywood çevriminde romantizmin geriye çekilip aksiyonun önplana alınacağını tahmin ediyorum. Zira Hollywood’un hep yaptığı şeydir bu.
Total Recall (1990): 90 yılında Paul Verhoeven tarafından Philip K. Dick’in “We Can Remember It For You Wholesale” adlı öyküsünden uyarlanmıştı Total Recall. Başarılı bir bilim-kurgu olan Total Recall’ın yeniden çevriminde Arnold Schwarzeneger’in rolü Colin Farrell’a gitti. Farrell’a Jessica Biel, Kate Beckinsale, Bryan Cranston, Bill Nighy, Ethan Hawke gibi tecrübeli oyuncular eşlik ediyor. Yeniden çevrimin merakla beklendiğini belirtelim. Öncülünü aşıp aşamayacağınıysa vizyona girdiğinde göreceğiz.
Logan’s Run (1976): Logan’s Run, distopik filmlerden bir tanesi. Micheal Anderson’ın yönettiği film pek bilinen distopyalardan değil. 23.yüzyılda insanlar sadece 30 yaşına kadar yaşamaktadırlar. 30 yaşına gelenler öldürülmektedir. Kaçanlarsa polisler tarafından yakalanmaktadır. Logan da polislerden birisi. Francis’le tanışıp ona aşık olur ve sisteme karşı çıkmaya başlar. Yeniden çevriminde yönetmen koltuğuna Drive’la popülerleşen Nicolas Winding Refn oturuyor. Tabiki başrol Ryan Gosling’e ait.
Akira Kurosawa: Kurosawa’nın Shichinin no samurai’si (Seven Samurai) “Magnificent Seven” adıyla yeniden çekilmişti.(bakınız) bu linkte Kurosawa’nın tüm eserlerinin yeniden çevrim haklarının satın alındığına dair bir haber var. İlerleyen yıllarda usta yönetmenin filmleri İngilizce olarak beyazperdeye arzı endam edebilirler. Dokunulmaması gereken yönetmenlerden bir tanesi Kurosawa. Açıkçası 70’in üstünde filminin hakları alınacağına ve bu kadar para döküleceğine daha az parayla daha fazla film kotarabilirdi şirket. Ama diyoruz ya yaratamıyorlar diye işte bu yüzden Kurosawa’nın bile filmlerini yeniden çekecekler.
The Gambler: Bir yeniden çevrim de usta yönetmen Martin Scorsese’den. Daha önce Cape Fear’le aynı isimli filmin, The Departed’la Chun-wook Park’ın filminin yeniden çevrimini yapmıştı. İkisini sevmeme rağmen Scorsese yeniden çevrim yapacağına orijinal hikayeli filmler yapsın isterim. Ama Scorsese bu alışkanlıktan vazgeçecek görünmüyor. The Gambler’ı ne zaman çekeceğiyse belli değil. Başrol için her zamanki gibi DiCaprio’yu istiyor. Ama DiCaprio henüz teklifi kabul etmedi.
The Birds: Alfred Hitchcock’un The Birds’ü usta(!) yönetmen Michael Bay’in ellerine teslim edilmiş vaziyette. Aslında henüz yönetmen kesinleşmiş değil. The Birds’ün tekrar çekileceği ve başrole Naomi Watts’ın (evet, 3 yeniden çevrimde yer alarak en çok yeniden çevrimlerde oynayan kadın oyuncu olmak üzere!) oturacağı kesin. Bay eğer şanslıysak filmin sadece yapımcısı olabilir. 3- 4 yıl önce projeyle ilgili ilk açıklamalarda yönetmenliği Bay’in üstleneceği söylenmişti. Filmin yapılmamasını dilerim ama bu dileğin kabul edilmeyeceği aşikar. Bu yüzden tek dileğim Bay gibi vasat altı yönetmenlere bu projenin teslim edilmemesi.
A Star Is Born (1937): A Star is Born’un üç yeniden çevrimi yapıldı. En çok yeniden çekilen filmlerden bir tanesi. Bir yeniden çevrimini de müzikalle alakası olmayan Clint Eastwood yapacak. Başrol için Christian Bale’in adının geçtiğini belirteyim. Kamera arkasında Eastwood olsa da “çekilmemeli” dediğim projelerden bir tanesi. Hiç gereği yok…
My Fair Lady (1964): Audrey Hepburn’ün en bilinen filmlerinden My Fair Lady vizyona girdiği yıl epey sevilmiş, 8 Oscar’ı da kazanmıştı. Yeniden çevriminin gelecek sene çekilmesi planlıyor. Senaryoyu aynı zamanda oyuncu da olan Emma Thompson yazdı. Hepburn’ün rolü, bu rollerin üzerine yapıştığı Carey Mulligan’a gitti. Yönetmense henüz belirlenmedi.
The Great Gatsby (1974): Senaryoyu Francis Ford Coppola yazmış, Robert Redford ve Mia Farrow başrolü üstlenmiş, yönetmenliği Jack Clayton yapmıştı. Ortaya sevilen ve ortalama bir film çıkmıştı. Fakir oğlan-zengin kız deyince akla Yeşilçam filmlerinin gelmemesi imkansız. Açıkçası bu karakterlerin ve hikayelerin şimdilerde dizilerimizde kullanılması bile can sıkıcı bir durum. Bizim vazgeçmediğimiz bu alışkanlığa Hollywood’un başlaması da düşündürücü.Fakir oğlanlı, zengin kızlı modası geçmiş bir hikayeyi 2011’de tekrar çekmek pek akıl kârı değil. Ama Warner Bros.’un umurunda değil bu durum. Başrole Leonardo DiCaprio’yu koymasıyla sağlam bir gişe yapacağı kesinleşti. Aslında bu film bir yeniden çevrimden çok bir uyarlama olacak gibi görünüyor. Ama 74 çıkışlı The Great Gatsby’le 2012 çıkışlı The Great Gatsby arasında pek fark olmayacağıysa aşikar.
Highlander (1986): ’86 çıkışlı Highlander filmi epey sevilmiş, gişede sağlam bir başarıya imza atmış, ardından da dört devam filmi çekilmiş ama hiçbiri kalite olarak ilkinin yanına yaklaşamamıştı. Hollywood öyle bir yaratma sıkıntısının içinde ki dört devam filmini çektiği Highlander’ın da yeniden çevrimine imza atacak. Projeyi İspanyol yönetmen Juan Carlos Fresnadillo’ya teslim etmiş durumda. Highlander’ın 2012 modeli gişede beklenileni verirse hiç şüphesiz bir kaç tane devamı çekilecektir. Belki sonra hikayenin öncesine de (prequel) dönülür? Neden olmasın, Hollywood bu, para için her şeyi yapar.
The Crow (1994): 90ların en sevilen filmlerinden ve en başarılı bulunan çizgi-roman uyarlamalarından The Crow da yeniden çevrimden kurtulamadı. Yeniden çevrimin yönetmenliğini Highlander’ın da yeniden çevrimini yönetecek olan Juan Carlos Fresnadillo üstleniyor. Filmde ölüp dirilen Eric karakteri için Bradley Cooper’la anlaşılmıştı ama çok geçmeden Cooper projeden ayrıldı, iyi de etti. The Crow en gereksiz yeniden çevrimlerden bir tanesi bana göre.
Blade Runner (1982): Ridley Scott, Alien benzeri Prometheus’un çekimlerini bitirdikten sonra kariyerinin en iyi filminin yeniden çevrimine imzasını atacağını açıklamıştı. Aslında yeni Blade Runner’ın bir yeniden çevrim mi, bir devam filmi mi, yoksa hikayenin öncesini anlatan bir prequel mi olacağı kesinleşmiş değil. Scott da Warner’la beraber proje üzerine çalışmalara başladı. Scott açıklamasında başka bir yönetmenin filmi tekrar çekmesini istemediğini bu yüzden projeyi kabul ettiğini belirtmişti.
RoboCop (1987): Robocop bilim-kurgu janrının ve distopyanın en sağlam filmlerinden bir tanesi. Tıpkı Total Recall gibi bu filmin de yönetmeni Paul Verhoeven. Bu filmden sonra iki devam filmi çekildi ama her zamanki gibi ikisi de ilkinin gerisinde, hem de çok gerisinde kaldı. Bu durum Verhoeven’in önemini de kanıtlıyor. 3.filmden sonra RoboCop defteri bir süreliğine kapatılmıştı. Bir kaç yıl önce bu defter tekrar açıldı. Darren Aronofsky, ilki filmi çok sevdiğini ve filmin yeniden çevrimini yapmak istediğini açıklamış ama projede yer alamamıştı. Şimdilik filmi yönetecek kişi pek tanınmayan Brezilyalı yönetmen Jose Padilha. Yarı insan-yarı robot Alex Murphy, namı diğer RoboCop içinse çok alakasız bir isim gündemde: Star Trek’le parlayan Chris Pine. Sistem eleştirisinin ne kadarının bu filmde olacağıysa merak konusu. İlk film polis teşkilatını da, kapitalizmi de topa tutmuştu. Yeni filmin az eleştirili-bol aksiyonlu olma ihtimali de mevcut.
The Evil Dead (1981): Sam Raimi’nin 1981 çıkışlı filmi Evil Dead en korkunç filmlerden birisi olarak sinema tarihine adını kazımıştı. Korku türünde hala en sevilenlerden olan Evil Dead Raimi’nin ilk filmiydi. Bu filmden altı yıl sonra gene Raimi tarafından bir devamı çekildi ve bu devam filmi de sevildi. Şimdi Evil Dead defteri tekrar açılıyor. Ama Raimi bu kez yapımcılık ve senaristlikle yetiniyor. Filmin yönetmeniyse Uruguaylı yönetmen Fede Alvarez. Evil Dead yeniden çevrimi yönetmenin ilk filmi olacak. Raimi’nin yönetmenlik koltuğunda oturmaması filmin hayranlarını endişelendiriyor. Şimdilik yeni filmin diğerlerinden ilk farkı başına konan “the” olarak göze çarpıyor(!).
Fahrenheit 451: Karanlık bir gelecek. Bu gelecekte her türlü sanat eseri yasak durumda. Evlerinde sanat eserleri bulunanlar tutuklanıyor, bu sanat eserleri “itfaiyeciler” tarafından imha ediliyorlar. Bu itfaiyecilerden olan Montag gün gelir görevini aksatır ve kitapların büyülü dünyasına dalar. Sistemle savaşması da o gün başlar. Ray Bradbury’nin ve distopyanın en sağlam romanlarından olan Fahrenheit 451 1966 yılında François Truffaut tarafından beyazperdeye aktarılmıştı. Fahrenheit 451’in yeniden çevrimi (ve/veya uyarlaması) Frank Darabont’a emanet edilmiş vaziyette. Darabont, Montag rolü için Green Mile’da çalıştığı Tom Hanks’e teklif götürdü. Umut bağlanası bir yeniden çevrim. Hele benim gibi Truffaut’nun uyarlamasını sevmeyenler için merakla beklemek düşüyor. Özellikle eline aldığı her romandan harika işler çıkaran Darabont projenin arkasındaysa projeye umutla yaklaşmamak elde değil.
Videodrome (1983): David Cronenberg’in ilk dönem filmlerinden olan Videodrome’la ilgili pek, hatta hiçbir şey yok. Ama bir kaç yerde yeniden çevrileceğine dair haberler var. İlerleyen zamanlarda eğer yeniden çevrimi yapılacaksa hakkında bilgiler gelmeye başlar. Cronenberg’in projenin içerisinde olup olmayacağıysa belli değil.
The Wolfman (1941): Universal stüdyosu tekrar ve tekrar ve de tekrar kurt adama sil baştan başlayacak. Hatırlanacağı üzere geçen sene yeni bir kurt adam filmi Joe Johnston tarafından kotarılmış ve vizyona girmişti. Anthony Hopkins, Benicio Del Toro, Emily Blunt ve Hugo Weaving gibi tecrübeli oyuncular filmin kadrosundaydı ama olmadı, film vasatı aşamadı. Universal kurt adam defterini kapatmak istemiyor. Bir kaç yıl sonra yeni bir filmle ama daha başarılı (öyle diyor stüdyo) olarak dönmek istiyor Universal. Şu bir gerçek ki kurt adamlar artık Twilight’larda yan rollerde kalmaya başladılar. Vampirler kadar sevildiklerini söylemek mümkün değil. Gene de belli olmaz. Belki yakın zamanda bir kurt adam furyası da patlar.
13 Game Sayawng (2006): Tayland yapımı film, korku türünde. Reality showları eleştiren film Tayland’ta epey sevilmişti. Başarılı olan bu filmin Hollywood’un gözünden kaçması da imkansızdı. Weistein kardeşler tarafından hakları satın alınan projenin yönetmeni Daniel Stamm.
El orfanato (2007): Juan Antonio Bayona’nın bu filmi vizyona girdiğinde epey sevilmişti. Hatta Bayona’ya Hollywood’un kapılarını açtığını (yönetmen Ewan McGregor ve Naomi Watts’la The Impossible’ı çekti) belirtelim. Filmin yapımcıları arasında Guillermo Del Toro da bulunuyor. Şimdi gene Del Toro’nun yapımcılığında yeniden çevrimi hazırlanıyor. Filmin ismi The Orphanage ve başrol için Amy Adams isteniyor. Adams’ın cevabıysa henüz açıklanmadı. Filmin yönetmeni de belli değil.
Pet Sematary (1989): Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan Pet Sematary geçen zaman içinde kültleşmeyi başarmıştı. Paramount stüdyosu bu filmin yeniden çevrimine imza atmak istiyor. Senaryosu yazılan filmin yönetmeni henüz belli değil ama söylenenlere göre stüdyo Alexandre Aja’yı istiyor.
Bonnie and Clyde (1967): Usta yönetmen Arthur Penn’in yönettiği Bonnie and Clyde’ın geniş bir hayran kitlesi bulunuyor. Film oldukça başarılıydı. Ayrıca film, bir süredir suskun ve düşüşte olan Amerikan sinemasını ayağa kaldıran ve Yeni Hollywood Akımı’nı başlatan film olarak kabul edilir. Warren Beatty ile Faye Dunaway de çabucak sinemanın en sağlam çiftlerinden olmuşlardı. Oldukça başarılı bir film olan Bonnie and Clyde da ne yazık ki yeniden çevrimden kurtulamadı. Projenin yönetmeni Neil Burger oldu. İki sene önce Bonnie ve Clyde rolleri için Kevin Zegers ve Hillary Duff seçilmişlerdi. Neyse ki iki yıl aradan sonra filmi kotaracak olan stüdyo Duff’tan vazgeçmiş gibi görünüyor. Sırf biraz Dunaway’e benziyor diye oyunculuğu berbat olan Duff’ın kadroya dahil edilmesi saçmalıktan başka bir şey değildi, belirtmeden geçmek istemedim. Burger yaptığı açıklamada bir yeniden çevrimden çok farklı bir uyarlama yapmak istediğini belirtmişti.
Carrie (1976): Stephen King’in eserleri 70’lerden beri sinemaya uyarlanıyorlar. The Mist, Shawshank Redemption, The Green Mille, Shining gibi başarılı uyarlamalar da yapıldı ama bunlar dışındaki çoğu uyarlamalar berbattı açıkçası. Tıpkı Philiph K. Dick’in eserleri gibi perdeye hakkıyla taşınamıyorlar King’in eserleri. Ama bu durum stüdyoları King’ten uzaklaştırmıyor. Brian De Palma’nın başarıyla uyarladığı Carrie de yeniden çevrilecek. En gereksiz projelerden olduğu su götürmez bir gerçek.
Tabi hepsi bunlar değil. Keşke öyle olsa. Bizim bilmediğimiz daha onlarca yeniden çevrim projesi çekilmek için bekliyor. Artık stüdyolar devam filmleri kadar önemsiyorlar yeniden çevrimleri. Aşırı gişe getirmeseler de bütçelerini katlayabiliyorlar ve bu durum stüdyoların bir kaç bol yıldızlı, yüksek bütçeli filmler çekmelerini sağlıyor. Bu furyanın tıpkı devam filmleri gibi daha uzunca bir süre devam edeceği kesin. Furya devam etse de aralarından bir kaç tanesinin gerçekten başarılı olacağını, bazılarının da öncüllerine yaklaşacaklarını tahmin etmek zor değil. Diğerleriyse unutulmaya mahkum kalacaklardır. Derviş Zaim bir röportajında “(…) Hollywood’un ise son dönemde içinde olduğu tıkanma halinin kronikleşmeyeceğini tahmin ediyorum, çünkü o endüstri kendisine bir şekilde farklı açılımlar yaratacaktır. Belki de bu yeniden çevrimler dönemi bir geçiş dönemidir ve form açısından o açılımların yaratılmasının aracısı olacaktır (…)” demişti. Bu durumun kronikleşip kronikleşmeyeceğini zaman gösterecek ama dileriz bu yeniden çevrim manyaklağı çok da uzun sürmez. Hollywood hala çoğu ülke sinemasının çekemediği filmleri çeken, önemli bir sektör.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.