Yerli Dizi Yersiz Senaristler

Bilindiği üzere, dizi ve sinema endüstrisinin üzerinde ittifak ettiği bir talep var: Dizilerin süresi çok uzun ve kısaltılmalı. Böylece, senaristler daha iyi senaryolar yazabilecek, yönetmenler işlerini daha iyi yapabilecek, set işçileri daha iyi koşullarda çalışacak. Her şey güllük gülistanlık olmayacak ama daha iyi olacak.

Hemen bir soruyla başlayalım: Dizilerin sürelerinin yerli yerinde olduğu o güzel ve eski günlerde yazılan ve yapılan işlerin niteliği hangi sıfatları hakediyor? Gerçekten o yıllarda evrensel ölçütlerde işler mi yapılıyordu bu ülkede?

Bu taleplerle sektör çalışanları bir araya geldiler. Senaristler, yönetmenler,set işçileri oyuncular, dahası yapımcılar da destek olmak için oradaydılar. Bu karışım politik bir eylem için fazlasıyla tuhaftı. Ama zaten onlar politika yapmıyorlardı sadece haklarını istiyorlardı. 12 eylül ve sonrasının zihinlerdeki felç tezahürü: Hiç bir şey politik değil, politika bulaştırmayalım. Öyle ki sonuna kadar politik bir mücadele olduğuna insanlık tarihinin tanıklık ettiği işçi eylemleri bile ülkede politik değil artık.

Politika, uzun tarifler yapmaya girişmeden söylemek gererkirse; dünyaya müdahale etmek ve taraf olmaktır. Emekten, emek sermaye çelişkisinden, kapitalizmin bir sistem olarak varlığından beri işçilerin ücret ve çalışma koşullarını değiştirmek için verdiği mücadelelerden haberdarsanız, böylesi bir ‘karışım’ın tabutunuza bir çivi daha çakmaktan başka anlamı olmadığını bilirsiniz. Çünkü sadece sizinle aynı kaderi paylaşan kişilerle yan yana kavga edebilirsiniz. Sizinle düşecek, sizinle kalkacak, sizinle kazanacak, sizinle kaybedecek… ki bunun adına sınıf kavgası denilmiş, uzun ve kanlı mücadeler verilmiş uğruna… İki yüz senelik bir külliyat var orada isteyen bakar, öğrenir.

Senaristlerin, yönetmenlerin ve set işçilerinin ortak çıkarlarının var olduğunu kabul edip bir soru soralım: Yapımcılarlarla bahsedilen kitlenin ortak çıkarı ve kavgası nedir, ne olabilir?

Son iki senesini bilfiil bu sektörün içinde geçirmiş biri olarak bu eylemle ilgili söyleyceğim tek şey var: Senaristlerin bu sektörde şikayet edeceği en son şey dizi süreleri olmalı. İşimizi hakkıyla yapmamızı sağlayacak koşullar yokken, senaristlik aslında bir meslek olarak kabul edilmiyorken (saygı görmüyorken) dizi süreleri nedeniyle eylem yapmak ancak Türkiye’de olabilirdi ve oldu.

Bir meslek grubu kendi mesleğini nasıl saygın hale getirebilir? Piyasadaki çalışma koşullarını ve ortamını nasıl değiştirebilir?

Basit bir cevabı var bu soruların: bir arada olarak ve güç oluşturarak. Hiç bir şeyin politik olmadığı tuhaf ülkemizde büyülü bir sözcüğe dönüşen örgütlülük bu gücü oluşturmanın tek yolu. İşçi hareketi denen mücadelelerin anlamı ve aracı da örgütlü olmaktan geçiyor. Zamanında Amerikalı senaristlerin yaptığı gibi; örgütlenerek ve örgütlü gücünü bir yaptırım aracı olarak kullanarak. Örgütlülük gelişmediği sürece senaryo yazmak, meslek koşulları ve ortamı bağlamında bir tanım hak ediyorsa senaristlikten başka bir adı-tanımı olmalı. Mesela, yapımcıların ve kanalın yazı asistanı uygun bir tanım olabilir. Çünkü sadece yapımcıdan ve kanaldan geldiği için her türlü saçma ve inanmadığınız talebi yerine getirmek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü sizi buna karşı koruyan, yaptırım gücü olan herhangi bir meslek örgütü, sendika vs yoktur. Örgütsüzlük sizi öylesine güçsüz bırakır ki aslında mesleğiniz, meslek bile kabul edilmez. Nasıl mı? Bir mesleğin, meslek olarak saygı gördüğünün çok basit bir göstergesi vardır: Hayır deme hakkınız var mı yok mu? Basit bir ayraç.

Örneğin bir müteahhit, bir inşaat mühendisinden mühendisin çalışma alanına dahil bir talepte bulunduğunda, inşaat mühendisi mesleğinin ilkeleri gereği imkansız olduğunu düşünüyorsa, hayır diyebilir. Buradaki hayır, mesleğin ‘uzmanlık’ gerektirdiğini, yapısı, kuralları ve tekniği olduğunu gösteren bir sınır çizgisidir. Eğer bu sınıra sahip değilseniz siz bir meslek icra etmiyorsunuzdur. Çünkü bir mesleği yapmak o mesleğin gerektirdiği ilkeler içinde özgür olmaktır. Bu sınır çizgisini koyamıyorsanız, koruyamıyorsanız özgür değilsiniz demektir.

Ama akıl tutulması öyle bir boyuttadır ki bırakın bunun kavgasını vermeyi, bütün sistem kanal-yapımcı lehine işlerken, kendisine yapımcıları düşünmeyi iş edinmiş senaristlerle karşılaşabilirsiniz. Bir yapımcı ile yaşadığım anlaşmazlık sırasında, yapımcının istediklerinin neden mümkün olmadığını anlattığım bir senaristten ‘senin yerinde olsaydım istenilen değişiklikleri yapar, olmadığını onların(yapımcının) anlamasını beklerdim’i duymuşluğum var. ‘Yapılması mümkün olmayan’ diyorum farkında mısın diye vurgulayarak cevap vermiştim sadece. Anlayabileceğini düşünerek…

Senaristin Suçu Ne?

Daha iyi açıklayabilmek sistemin nasıl işlediğini anlatmak gerekiyor. Bir senarist nasıl çalışıyor, sisteme nasıl dahil oluyor?

Bir senarist olarak bir hikaye kurgular ve onu bir proje dosyası ( genel hikaye, yazılmış bir veya birkaç bölüm senaryosu, vs vs) haline getirirsiniz. Sonra, projeniz için yapımcı ararsınız. Yapımcı, yazdığınız projeyi beğenirse sisteme dahil olma süreciniz başlar. Süreç, gerçekten süreeeeeeeeeeçtir ama. Ayları hatta yılı bulur bazen. Bu sürede alabilirseniz cüzi avanslar alırsınız. Bu bekleme süreci boyunca, işinizi beğenen ve satmaya çalışan yapımcı size işiniz karşılığında hiçbir para ödemez. Bütün bu hengameyi borçla atlatabildiyseniz, proje yapım aşamasına geldiğinde olacaklar kalan azıcık sabrınızı da yok eder. Senaryo ile ilgili değişiklik talepleri ardı ardına gelir. Kendinizi en temel senaryo prensiplerini savunurken bulursunuz. Ama kanal böyle istiyordur, ama değişmezse olamayacaktır. Amalar gittikçe artar ve siz artık basit ve temel mantık meselelerini anlatmaya çalışırken bulursunuz kendinizi. (Televizyon için yapılan bir projede, her şeyin diyalogla ve cümlelerle anlatılması sadece radyo oyunlarında uygulanan bir tekniktir demişliğim var.) Sizi, bu açıklamaları yapmak zorunda bırakan kişiler yapımcı olmaktan gelen gücün kutsal hakkıyla size yol göstermeye devam ederler. Çok yorucu bir süreçtir bu; bildiğinizin kabul edilmesi için yanlışın sınanmasını beklersiniz. Siz A dersiniz onlar B. Durum en sonunda A olacaktır. Ama A ya varmak için B yi denersiniz. Bir tür negatif diyalektik yolculukta sabır timsali olursunuz. Yol boyunca defalarca haklı olsanız da onların size yol gösterme durumunda değişme olacağına inanıyorsanız, inanmayın. Değişmez bu durum. Şüphesiz ki onlar sizin yaptığınız işi sizden daha iyi bilirler. Nefes alın ve verin!!!

Sonunda uzlaşabildiğiniz kadar uzlaşırsınız ve ortaya çıkan şey televizyonlarda seyrettikleriniz olur. Bu arada iş olarak yaptığınız projenin size hala geçinecek kadar para kazandırmadığını da söylemeden geçmemeli. Bir şans oyunu ne kadar işse, senaristlikte en fazla o kadar iştir. Çünkü, aylar boyunca binlerce sayfa yazıp, gene de kiranızı ödeyemezken bulursunuz kendinizi. Ola ki bütün bu aşamalardan geçtiniz, projeniz ve siz hayatta kaldınız ve artık yayımlanan bir işiniz var. İşler yolunda giderse, şans yanınızdaysa izlendiniz. Bir sonraki proje için kredi kazandınız. Ya izlenmezse? Bir sene uğraştınız, dizi yayımlandı. 3 bölüm sonra sizlere ömür. İyimser bir tahminle bu üç bölümden 20 bin lira kazandınız. Bir senenin sonunda 20 bin lira- ki borçlarınızı kapatmaya yetmez, sadece yeniden borçlanabileceğiniz bir durum sağlar- ile başladığınız yerdesiniz. Bir senenin sonunda yazı yazmakla aranızdaki bağ paramparça olur. İçinizden yazmak gelmez. O kadar uzlaşmanın sonunda elinizde kalan ucube bir proje ve yeni bir borç döngüsü olur. İşte size bir meslek olarak senaristlik…

Ama bunlardan kimse bahsetmez, kahrolsun işte dizilerin süresi uzundur. Kabaca yazılmış bu saçma ‘iş’ sürecini yaşayanlar, dizilerin süresinden şikayet ederler. Ama aralarında haftada üç dizi yazan vardır. Bir işi yapmak için bile yeterli zamanım yok diye şikayet eden biri, dert ettiği iyi şeyler yazmaksa neden ikinci bir iş yazar sorusunu unutmak gerekir elbette. Televizyonlarda izlediğiniz bütün kötü işleri yapanlarla aynı masaya oturduğunuzda herkesin inanılmaz idealist olduğunu görürsünüz. Aklınız yerinden oynar; televizyondaki kötü işleri kim yapıyor diye sormadan edemezsiniz. Ama bütün ideallerin toplantıda kaldığını iş gerçekleşmeye başlayınca hemen görürsünüz. (Hiç bir bahaneye sığınmadan kötü işler yapıyoruzu kabul etsek gerçeğin çölüne varıp bir yol bulabiliriz.)Ayakta kalan ve en uzun süre yaşayan, en kolay evet diyendir. ‘Hayır’ senaristler için söylenmesi yasaklanmış bir sözcük gibidir.

Senaristler hayır diyemezler. Senaristler ve yapımcılar arasındaki ‘hayırsızlık’ durumu söylenen hayırı da çığrından çıkarır. Siz rasyonel biçimde hayırın sebeplerini ve sonuçlarını açıklamaya çalışırsınız. Bir akıl yürütmesi ve önerme zinciri sunarsınız. Karşılığında beklediğiniz de budur. Ama karşınızda bunları umursamayan, sadece istediklerim yapılmak zorunda, bu değişiklikler yapılırsa izlenir gibi metafizik cümleler kuran biri olur çoğu zaman. Hayırda ısrarcıysanız işsiz kalırsınız ve emeğinizin karşılığını almak için nur topu gibi bir davanız olur.

İşin parasal karşılığı da örgütsüzlüğün yarattığı güçsüzlükten nasibini fazlasıyla alır. Senarist, büyük ve iştah açıcı bir pastaya üşüşen sinektir. Pastanın varolması adına yukarıda anlattığım çabayı göstermesine rağmen pastadan ancak bir sinek kadar pay alabilir. Şanslıysa ve pastaya ‘bir an’ konabiliyorsa elbette!!!!

Bu noktada, piyasaya girmek isteyenlere verebileceğim tek tavsiye sinek olmaya hazır ve nazır olmaları çünkü bizzat senaristlerin örgütlenmesi adına var olan bir kurum olan Sen-Der örgütlenmekten çok örgütlenmemeye yarıyor. Nasıl mı? Diyelim ki senarist olmak istiyorsunuz, adımlar atmaya başladınız. Mesleğini yapan herkes gibi bir meslek örgütüne dahil olmak istiyorsunuz. Başvurcağınız zaman alacağınız cevap şu: Bir sinema ya da dizi film jeneriğinde adınız senarist olarak geçmiyorsa sizi kabul edemeyiz. Başvurunuz incelenecek, jeneriklere bakılacak…

Durmak Yok Yola Devam

Eylem neden yapıldı peki? Bu sektörde senaryodan doğru düzgün para kazanan kişi sayısı yüz kişiyi geçmez. Yapılan eylem neyi değiştirebilir? Sektörün kazanan senaristlerinin, jenerikte adı olanların bir haftada daha fazla dizi yazmalarını sağlar. Başka da bir işe yaramaz.

Futbolu takip edenler bilirler, yıllarca kırılmayan bir teknik adam döngüsü vardı. Yılmaz Vural-Samet Aybaba- Hikmet Karaman diye uzayıp giden birkaç isimin etrafında dönerdi kulüpler. Aynı adamlar, Türk teknik adamlığının sorunları denildiğinde yalancı bir tartışma yaratırlardı: yabancı hocalara verilen destek vsvsv. Performansları ne olursa olsun aşağıdan kimse bu gruba dahil olamazdı. Başka teknik adam yok mu, yetişmiyor mu, yetişmiyorsa neden yetişmiyor konuşulmazdı. İşin kaymağını yiyen bu adamlar, yabancı teknik adamlara verilen şanslar derdi başka bir şey demezlerdi. Hep mağdurlardı.

Olan biten, futboldakinin başka bir hali işte. Eylem sonrasında yapılan programlardaki manzara bile bunun bir tezahürüydü. Herkesin son şikayet kapısı olan kanallar, en mağdur olan taraftı. 12 Eylül, ülkeyi içinde her türlü acayipliğin mümkün olduğu bir bilim-kurguya benzetti. İktidarlar mazlum, kazananlar mağdur, Tekel işçileri geleceğimizi çalıyor, demokrasi sadece seçmek ve seçilmekten ibaret, ideolojiler öldü, Marx zaten hizmetçisini beceren biriydi sadece, Yılmaz Güney lümpendi…

İşte bu sebeple insanlık tarihi boyunca ve dünyanın her yerinde sapına kadar politik olan bir mesele bu ülkede politik bir mesele değil. Bu yüzden, yapılan eylemde tuhaf bir karışım bir araya geliyor. Bu yüzden işçi eylemleri bile bir akıl tutulması demek artık. Patronların rızasıyla ve desteğiyle eylem yapan işçiler gibi kafkaesk bir manzara ile karşı karşıyayız. Mesai saatlerini tamamlayarak, eyleme iş verenleriyle gelen hak arayıcıları cümlesini hangi dile çevirirseniz o dilde gülerler size. Kim yapıyor eylemi, kime karşı yapılıyor? Bütün yapının, daha adil biçimde kurulması neden bir talep değil ve iş bırakmak neden bir seçenek bile olmuyor? Çünkü hiçbir şey politik değil. Büyüklerinin izin verdiği kadar isyankarlar böylece haftada üç yerine beş dizi yazabilecekler. Sevinebilirler, başbakan müjdeyi verdi!!!

Bugüne kadar, mesleğin saygınlığını oluştumak ve evrensel ölçütlerde bir senarist hangi koşullarda çalışıyorsa o koşullarda çalışmak, bir eylem nedeni olmamışken; evet büyük ve ortak derdimiz dizilerin süresi. Evet, yukarıda anlattıklarım olmuyor, senaristler gerçekten istediklerini, istedikleri koşullarda yazıyorlar ama tek sıkıntıları sadece zaman. Evet, piyasada var olmanızı sağlayan şey işinizi hakkıyla yapmanız, inanmadığınız değişiklikler karşısında sağlam durmanız.

Sizce, bütün sinema röportajlarında, neden laf dönüp dolaşıp iyi senaryo yokluğuna geliyor? Yerli dizi yersiz uzun işte!!!! Süreleri kısaltın şahane işler izletecekler size…

Bitirirken kısa bir düşünme alıştırması. Bir kağıt alın. Kağıdın sağına 80 den sonra, soluna 80’den önce yazın. Birer çizgi çekin altlarına. Bir çırpıda aklınıza gelen romancıların, şairlerin, sinemacıların, müzisyenlerin adlarını yazın. 80 den önceye ve sonraya. Kağıttaki manzarayı unutmayın.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın