Bir Dönemin Toplumsal Evrimi: Züğürt Ağa

zugurt.jpg

Züğürt Ağa için söylenebilecek en genel şey onun bir göç hikâyesi anlattığıdır. Ancak burada “göç” kavramı bilinen ilk anlamı dışında değişme, yozlaşma ve var olan değerlerin yerlerini onların içeriklerinin olumsuz anlamda evirilerek başka değerlere bırakması anlamında da kullanılacaktır.

Özellikle toplumcu sinema için göç, öteden beri kullanılagelen bir konudur. En temelde geçim sıkıntısına dayalı olan bu kavram birçok defa değişik örneklerle işlenmiştir. Bu, kimi zaman doğudan batıya doğru yapılan mecburi bir yolculuk olurken kimi zaman da ülke sınırlarını aşarak başka ülkelere yapılmıştır.

Anlatılan tüm bu hikâyelerin buluştuğu en temel nokta ise göçün beraberinde getirdiği yıkım ve yozlaşmadır. Göçte çatışan iki değer vardır. Bunlardan ilki göçün başlamadan önceki yaşamda benimsenmiş olan yerel değerler diğeri de ulaşılan yeni coğrafyada bireyin uyum sağlamak zorunda olduğu anlayışlar ve yaşama biçimleridir. Kahramanlar işte bu iki kutup arasında kalan gel gitler yaşayan, arada kalmış, sıkışmış ve çoğu zaman dejenerasyona uğramış kişiler olmaktadır.

Züğürt Ağa da kendi hikâyesini kat ederken yukarıda bahsedilen kavramlara, süreçlere ve değişimlere değinir. Fakat bunu yaparken kendine feodalitenin bizzat kendisini temsil eden bir ağayı seçer. Züğürt Ağa güneydoğuda kendi hayatını, statüsünün beraberinde getirdiği hayat anlayışını bir yaşayış biçimi olarak sürdürmeye çalışırken bir yandan da bölgesinde süregelen kuraklıkla, sefaletle, aynı zamanda bölgede hüküm süren, feodalizmin kendine önemli roller biçtiği başka kimselerle, örneğin bölgede saygı duyulan dini kişiliklerle de baş etmeye çalışır. Bununla beraber o hayatından memnundur. Filmin birçok yerinde söylediği gibi o bir ağadır. Ve ağalığın ne olup ne olmadığını çok iyi bilmesine rağmen elinde olmayan birçok koşul onu, öteden beri yaşanılan bu geleneksel hayat tarzının dışına doğru çekecektir.

Züğürt Ağa Türk sinemasının belki de en gerçekçi “ağa” karakteridir. Daha önce birçok defa yine Şener Şen tarafından canlandırılan, canlandırılırken de alabildiğine karikatürleştirilen, kendisiyle dalga geçilen, çoğu zaman içten pazarlıklı, küçük hesaplar peşinde koşan, kötü, geleneği her zaman kendi çıkarları için kullanan bu yolla kendi iktidarını sağlayan ama eninde sonunda komik, kendi kurduğu tuzağa düşen, kendisine ders verilen, kötülenen ağa tiplemesinin dışındadır Züğürt Ağa. Gerçi yine de filmin ilk bölümünde yaşamı, aile ilişkileri ve film boyunca başına gelenlerin birçok komik, mizahi yönü, örneğin güreş tutkusu, bu tutkuyu bilen köylülerin ağaya yenilmek üzere ayarladıkları diğer pehlivanlar, sırf cennetten tapu alma umuduyla ağanın desteklediği partinin rakibi olan partiye oy vermeleri, ağanın bunamış babasının sürekli yeni bir kadınla evlenmek isteyişi ve bunu olur olmaz yerde dile getirmesi gibi, vardır ama tüm film sırf bu mizah üzerine kurulmaz. Züğürt Ağa’da yaratılan mizah hem merkezinde feodalizmin bir motifi olan “ağa”lık kavramının yüceltilmediğini belirtmek içindir hem de yaşamın değişen değerleri ve gerçekliği karşısında hâlâ kendi dünyasında kendi zamanında yaşamaya çalışan bir insanın içine düştüğü durumun çarpıcılığını vurgulamak içindir. Züğürt Ağa, güneydoğuda süregelen feodalizmin bittiğini söylemeye çalışmaz feodalizmin bir evrim geçirdiğini ve değiştiğini belirtmeye çalışır.

Filmin kahramanı olan ağa yukarıda belirtilenin aksine Türk sinemasında kullanılagelmiş biçimin dışında yaratılan bir karakterdir. Hala bir ağanın sahip olması gereken özellikle manevi birçok özelliğe sahiptir. Geleneğin kendisine yüklediği misyonu sonuna kadar üstlenir. Onu içinde bulunduğu zamanın eşdeğeri olan diğer ağalardan ayrı tutan da budur. Sırf artık kendi zenginliğini, coğrafyasında devam ettiremediği için şehre göç etmez. Her defasında kendisine, artık topraklarını bırakıp şehre gelmesini söyleyenlere bakmakla yükümlü olduğu insanlardan bahseder. Onları düşünmek zorunda olduğunu, şehre göç ederse onların içine düşeceği zor durum için endişelendiğini söylemektedir. Köylüleri için kaygılanmaktadır. Aslında ağa çok ciddi bir çıkmazın içindedir. Uzun zamandır yağmur yağmamıştır. Bu nedenle köylülere ayırdığı hasat payı da azalmıştır. Elindeki varlık kendisi için çalışan insanlara bakmaya yetmemektedir. Ama o, yine de geleneğin kendisine öğrettiğini yaşamak konusunda direnir. Gümüş tabakasındaki tütünü sarıp içer. Kehribar tespihini çeker. Şalvar giyer. Hala bir arabası yoktur ama soylu, güzel bir atı vardır. Körüklü çizmelerinin boyası ve temizliği konusunda son derece titizdir. Kendini bunlarla var eder. Kendini sever. Yaşadığı tüm bu olumsuzluklara rağmen ağalığından memnundur. Ağalık geleneğine sonuna kadar halel getirmemeye kararlıdır. Güreşe meraklı olduğu için köylülerin kendisi için ayarladığı pehlivanlarla güreşir. Maddi zorluklar içinde olmasına rağmen her güreşte köylülerine ziyafet verir. Bu ağalığın şanındandır. Köyüne sonradan gelen ve türlü cambazlıklarla zor durumda olduğunu anlatan Kekeç Salman’a sırf traktörden anladığını söylediği için iş verir, onu ve ailesini yanına alır. Oysa ağanın bir traktörü yoktur. Yine de zor durumda olan insanlara yardım etmesi gerektiğini düşünür. Züğürt Ağa’nın Kekeç Salman’ı yanına almasının bir başka nedeni de Salman’ın kız kardeşi Kiraz’dır. Ağa, Kirazı sever ama hiçbir zaman ağalığının kendisine sağladığı güçten yararlanıp Kiraz’ı elde etmeye çalışmaz. Çünkü ağa dediğin başkasının namusuna yan gözle bakmaz. Ağa dediğin korur, kollar. Gerekirse sevgisini içine gömer ve onu orada yaşatır.

Ama kekeç Salman böyle düşünmemektedir. Kiraz’ı, sürekli başka bir kadın istediğini söyleyen, ağanın bunamış babasına satar. Kiraz için Kekeç Salman’ın, ağanın babasıyla yaptığı pazarlığın içinde koyunların bulunduğu bir ahırda olması ise oldukça manidardır. Züğürt Ağa bu duruma çok içerlese de elinden gelen bir şey yoktur. Kekeç Salman, Züğürt Ağa’nın tam karşıtıdır. Fırsatları değerlendirir. Açıkgözlüdür. Uyanıktır. Karşılaştığı her olumsuzluğu ve insanların içine düştüğü kötü durumları kendi lehine kullanmayı bilir. Bunu daha en başta kendi kız kardeşini bunamış bir adama satarak göstermiştir. Hatta daha ileri giderek düğün gecesi Züğürt Ağa’nın babasının karısı olmadan dul kalan Kiraz’ı bu defa Züğürt Ağa’ya satmak ister. Tüm bunlarla kalmaz köylüyü de ağayı dolandırmak konusunda ikna eder. Düğün gecesi ağanın buğday deposuna giren köylü ağanın kendilerine eşit bir şekilde paylaştırmadığını düşündüğü buğdayı alarak köyü terk eder. Buğday Kekeç Salmanın ayarladığı bir tüccara satılır. Kekeç Salman da elbette işten payını alır. Onun bu uyanıklığı içinde bulunduğu dönemde son derece kabul gören bir özelliktir. Bu birey için yaşam hiçbir ahlaki yükümlülük gerektirmez. Kişi önüne çıkan her türlü fırsatı ne pahasına olursa olsun kendi lehine çevirmesini bilmeli ve durumdan faydalanmalıdır. Köylüyle beraber büyük şehre taşınan Kekeç Salman’ın yükselişi de elbette kaçınılmaz olur. Filmde bu durum küçük ayrıntılar ve satır aralarıyla verilir. Züğürt Ağa büyük şehre göç etmek zorunda kaldıktan sonra ağanın evine iki defa gelen Salman ilkinde bir taksiyle ikincisinde kendi arabasıyla görülür. İkinci gelişinde Züğürt Ağa’ya kartvizitini verir. Artık bir hırdavat şirketi vardır. Kekeç Salman, Züğürt Ağanın yapamadığını yapmış ve kentte tutunmayı başarmıştır. Tabi bunu yaparken taviz verdiği ilk şey kendi insani değerleri olmuştur. Kekeç Salman’ın kentte Züğürt Ağa’yı ziyaret etme nedeni hâlâ parası olduğuna inandığı ağaya kız kardeşi kirazı satmaktır.

Babasının düğün gecesi ölümü, köylülerinin tüm hasadını çalarak kaçması ve durumun giderek kötüleşmesi üzerine Züğürt Ağa elinde kalan son köyü satıp büyük kente göç etmek zorunda kalır. Kent Züğürt Ağa’nın yaşamıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisinin bulunmadığı bir mekândır. Kendi buğdayını çalan köylülerini bulur ama onları affeder. Affetmek büyüklüğün şanındandır.

Onun da amacı şehirde kendine bir düzen oluşturmak, elinde kalan son parayla hayatını kazanacak işi kurmaktır. Fakat Züğürt Ağa girdiği hiçbir işte, sonuncusu hariç, bir düzen tutturamaz. İlk başta satın aldığı marketi işletmeye çalışır ama bu konuda herhangi bir tecrübesi olmadığından marketi elinden çıkarmak zorunda kalır. Sonra satın aldığı bir kamyonetle domates satmaya başlar. Başta işler yolunda gider gibi görünse de bir trafik polisinin kamyoneti çekmesiyle her şey alt üst olur. Seyyar satıcılık yapmak ister zabıta arabasına el koyar. Pazarda satmak istediği limonlar bozuk çıkar. Ne yaparsa yapsın kendine sürdürebileceği bir iş bulamaz. Belki de daha en başta o tüm bu irili ufaklı ticari girişimleri çekip çevirecek bir donanıma sahip değildir. Hem şehre kendi isteğiyle gelmemiştir Züğürt Ağa. Daha kente ve onun gündelik düzenine bile alışamamışken herkesin birbirini değişik numaralarla alt etmeye çalıştığı ticari hayat onun hayat anlayışıyla taban tabana zıttır. O kente direnmeye çalıştıkça biraz daha erir, yıpranır silikleşir hatta yılar. Züğürt Ağa’nın yaşamında, yolunda gitmeyen sadece işleri değil aile yaşamıdır da… çünkü eşi öteden beri rahat bir yaşam sürerken içine düştükleri bu durumdan hoşnut değildir ve bu konuda ağaya da pek hoşgörülü davranmaz. En sonunda çocuklarıyla beraber evi terk eder geride sadece babasının hiç evlenemediği Kiraz ve Züğürt Ağa’nın annesi kalır.

Göçün ardından Züğürt Ağa hem maddi hem manevi anlamda bir çeşit soyunma yaşar. Bu bir çeşit erime, erozyon ya da yok olmadır. Hem maddi hem manevi anlamda sahip olduğu Şeyleri kaybetmeye başlar. Örneğin ilk önce şalvarını çıkarıp yerine bir pantolon giyer. Çünkü şehirliler onu bu haliyle garipsemektedirler. Sonra tütün tabakasını, çakmağını, gümüş sigara ağızlığını ve kehribar tespihini en başından beri yanında olan ama annesinin yanına geri dönmek zorunda kalan kâhyasına, ona verecek parası olmadığından satması için verir. En sonunda da körüklü deri çizmelerini bir eskiciye satar. Bu onun ağalık nişanelerinden sonuncusudur. Çizmelerini de sattıktan sonra Züğürt Ağa artık herkesten biridir. Şehrin herkesi birbirine benzettiği on binlercesinden herhangi biri… Tüm bu erimenin ardından geriye aslında son derece saf, iyi niyetli ve bir kadını seven masum ve fakir bir adam kalır.

Züğürt Ağa’ya “züğürt” sıfatını veren de kendisidir. Filmin sonlarına doğru kendisini sevdiğini söyleyen Kiraz’a kendisinin züğürt bir ağa olduğunu söyler. Kiraz’ın ağaya verdiği cevap filmin belki de en can alıcı cümlesidir olsun, der Kiraz, senin insanlığın yeter… Bu cevap filmin en başından sonuna kadar anlattığı macerayı neredeyse tek bir cümleyle özetlemektedir…

Yorum Gönderin